27 saniyede 15 bıçak darbesi
Doğduğu Dublin’den Paris’e taşınan Samuel Beckett arkadaşlarıyla sinemadan döndüğü 7 Ocak 1938 akşamı karanlıkta yanına yaklaşıp para isteyen mahallenin küçük çaplı kadın satıcısını eliyle savuşturdu, yere düşmesine neden oldu. Pezevenk ayağa kalkıp cebinden çıkardığı bıçağı Beckett’in göğsüne sapladı. Kanlar içinde yere düşen Beckett en yakın hastaneye kaldırıldı, tedavi masraflarını James Joyce üstlendi ve mucize eseri hayatta kaldı: giydiği kalın palto sayesinde bıçak kalbini ıskalamıştı. 31 yaşındaydı ve o aralar bir roman üzerinde çalışıyordu. Daha sonra mahkemede yüzleştiklerinde Beckett saldırgana neden kendisini bıçakladığını sordu. “Je ne sais pas, monsieur. Je m’excuse.”(Bilmiyorum, bayım. Özür dilerim.)
Beckett’in uğradığı saldırı 12 Ağustos 2022 günü New York’un Chautauqua şehrinde katıldığı bir panel sırasında 27 saniye boyunca 15 yerinden bıçaklanan Salman Rushdie’nin zihninde yankılanıyor. O da kendi saldırganıyla yüzleşip nedenini sormak istiyor ama saldırı hakkında yazdığı yeni kitabı “Knife: Meditations of an Attempted Murder”da henüz böyle bir fırsat doğmadığından bahsediyor. Saldırganın kendisiyle yüzleşmek isteyeceğini zannetmiyor; etrafındakiler böyle bir buluşmaya gerek olmadığını düşünüyor. Belki mahkemede yüzleşecekler ama Rushdie takıntılı bir şekilde 24 yaşında New Jersey’li bir gencin neden kendisini hedef aldığını anlamaya çalışıyor.
Salman RushdieYAZARLARA GÜVENLİ SIĞINAK
Sebebini elbette biliyor; “Knife”ta tekrar “Şeytan Ayetleri” romanı ve din üzerine görüşlerine hızlıca değiniyor. Bitip gittiğini, unutulduğunu düşündüğü eski tartışmalar. “Şeytan Ayetleri” yazıldığında saldırgan daha hayatta bile yoktu; doğduğu sene Rushdie polis koruması altında gizli bir hayat yaşadığı Londra’dan New York’a taşınmış, saklanmayı bırakmıştı. İlk başlarda New Yorklular onunla aynı lokantaya gitmekten tedirgin olmaya başlasalar da kısa süre sonra kentin görünür simalarından birine dönüşmüş, kitapta bahsettiğine göre inadına dışarıya çıkmaya başlamıştı. New Yorklular şimdi onu gördükleri yerde desteklerini belli ediyor.
Salman Rushdie bir anlamda “Şeytan Ayetleri” yüzünden ifade özgürlüğü savaşçısı oldu. Chautauqua’da da ABD’nin sürgündeki yazarlara güvenli bir sığınak olduğu üzerine bir konuşma yapmak için davetliydi. Güvenlik neredeydi? Bu soruya onunda iyi bir yanıtı var. Ama bu konuşmaya giderken tek motivasyonu da ifade özgürlüğüne katkı değildi: Süperstar seviyesine ulaşmış yazarların da para kazanmaları gerekir ve buradan alacağı konuşma ücreti tamiri gereken evin klimasının masraflarını çıkaracaktı.
“Knife” saldırının ayrıntıları ve sonrası dışında aralarda gündelik hayata dair böyle ayrıntılar da barındırıyor. 20 bin dolara tutulan ve cebinden ödemek zorunda kaldığı ambülans uçak mesela. Saldırıdan sonra çok yorulan eşinin Karayipler’de bir tatil köyüne tek başına gitmesi ve biraz yalnız kalmak istemesi veya. Bir anlamda başına olağandışı olaylar gelmiş bir yazarın hepimiz gibi olağan olaylarla da boğuşmak zorunda olduğunu hatırlatıyor.
Ama kitap genel olarak ironiden ve mizahtan yoksun bir yakın tarih hatıratı. Nasıl gülünebilir zaten? Hayata dönmenin sadece yazmakla olabileceğini düşünen bir yazarın üretmek zorunda olduğu bir kitap bu. Hiç yazılmaya da bilirdi tabii. Bunu iki anlamda söylüyorum: böyle bir saldırı gerçekleşmeseydi böyle bir kitap da doğmazdı veya böyle bir saldırı başarıya uğrasaydı Rushdie bir kitap daha yazabilecek kadar yaşamayacaktı.
Saldırıdan tek gözünü kaybederek kurtulan ve onun dışında tam olarak iyileşen Rushdie’nin hayatta kalmasını doktorlar “mucize” olarak açıklıyor. Mucizenin gerçek sebebi saldırganın bıçakla bir insanı nasıl öldüreceğini bilememesi. Kontrolsüzce bıçak darbeleri indirmesine rağmen karşısında profesyonel bir katil yok Rushdie’nin. Bir okuru da değil; bir-iki sayfa okuyup bıraktığı “Şeytan Ayetleri” (edebiyat dünyasında bu romanı okumanın zorluğu süregelen bir şakadır) ve YouTube’da gördüğü birkaç videoyla nasıl Rushdie’nin öldürülmesi gerektiğine karar verebilir?
“Knife”ın sayfaları boyunca Rushdie’nin içinden çıkamadığı ama kendi kendisine yanıtlamaya çalıştığı sorunun yanıtı bu. Kitabın bir bölümünde saldırgan ve kendisi arasında hayali bir yüzleşme yer alıyor: Rushdie soruyor, yanıtları saldırgan adına yine Rushdie veriyor. Saldırganın pek seveni olmayan bir “incel” olabileceği sonucuna varıyor Rushdie; geçmişteki başka katillerle kıyaslayıp hayatta sevdikleri birkaç kişi olan insanların başkalarının hayatını sonlandırmadıkları sonucuna varıyor.
ABARTILI KINAMA
Chautauqua’daki saldırı entelektüel çevrelerce haklı olarak kınandı. Bu gibi kınamalarda olduğu gibi acındırma dozu yüksek açıklamalar da yapıldı. Rushdie’nin hayatına kast edilerek saldırıya uğraması elbette büyük bir şoktu ama dünyanın en bilinen yazarlarından biriyle başıboş bir katil adayını aynı kefeye koymak, ikisinin ağırlığını da eşitlemekti. Saldırı hepimize, ifade özgürlüğüne, yazarlığa, vicdana, insanlığa, ahlaka vs. mi yapıldı? Kendisi hakkında yapılan bir konuşma sırasında Rushdie’nin de aklından “Biraz abartmıyor musunuz?” diye geçiyor bir ara. “Sonuçta bir zavallı.”
Bazen beyni yıkanmış cahil bir kişinin suça itilmesi bir terör örgütü tarafından yapılan eylemden daha korkutucu olabilir. Zira örgütün başı sonu, aşağı yukarı sempatizan sayısı, sınırları ve motivasyonu bellidir. Ama yalanlarla beyni yıkanan kaç bağımsız birey olduğunu tespit etmek daha zordur.
Rushdie’nin uğradığı saldırıda özel bir durum söz konusu: saldırgan Beckett’i bıçaklayan pezevenk gibi henüz özür dilemediği gibi hapishaneden yaptığı tek açıklamada yaptığından gurur duyduğu belli etti. Daha sonra binlerce tanık olmasına rağmen suçunu da itiraf etmedi, mahkemede savunma yapacak. Bir anlamda bu saldırının büyütülmesi, saldırganın eyleminin terör suçuyla eşdeğer anılması işine de geliyor belli ki: sonuca ulaşamasa da çok yakınına kadar geldiğini düşündüğünden ahirette daha iyi yer kapmak için puan topladığını düşünüyor. İran çıkardığı fetvada Rushdie’nin öldürülmesi karşılığında cenneti garanti etmişti, nasıl edebiliyorsa. Şimdi bu saldırgan nereye gidecek?
Hak ettiği yerin hayal ettiğinin tam aksinin dibi olduğuna şüphe yok. Yazılı bir esere, ne kadar rencide edici olursa olsun, görmezden gelerek ya da gülerek yanıt vermek yerine saldırmak cehaletin sonucudur. Bir yazarı bıçak darbesiyle susturabileceğini, onu öldürerek etkisini yok edebileceğini zannetmekse düpedüz korkaklıktır.
Güç hayatta ve ölümde yazarın elindedir. Çünkü tarihi yazan kişidir. “Knife” kitabında da görüldüğü gibi korkak ve cahil bir hapishane köşesinde çürür, yazar ise üretmeye devam eder ve son sözü söyler.
- İstanbul'un görünmeyen sıçan problemi2 gün önce
- Denizden ne çıksa yiyenler için. T-Bone dahil.3 gün önce
- Kentin en merak edilen vegan lokantasından bildiriyorum3 gün önce
- 11 sene sonra1 hafta önce
- Havada herkes mağdur2 hafta önce
- Berlin döneri1 ay önce
- En büyük numarası hiç numara yapmaması1 ay önce
- Rock'ta ve siyasette son 20 yılın hesaplaşması1 ay önce
- Brooklyn-Paris hattında bir kayıp1 ay önce
- Bir incik peşinde3 gün önce