Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Kalbimin orta yerinde…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyanın en çarpıcı müzelerinden Yad Vashem’in sonundaki incecik prizma bir tünel ufka açılıyor, tepeden karşıda Kudüs’e beliriyor. Karanlıkta başlayıp aydınlığa açılan müzenin son durağı burası. Ama dümdüz bir yoldan değil, tıpkı hayatın kendisi gibi zig-zag’lar çekerek buraya varılıyor. Yürünülen zemin de düz değil, yer yer tren rayları veya hafif engebeli yollardan geçiliyor. Bazen yeraltına indiriyor, bazen küçük bir Yahudi sokağına çıkarıyor.

        Bütün müzeler propaganda aracı olarak görülebilir. Eserlerin nasıl yerleştirildiğinden metinlerde kullanılan dile, seçilenler kadar dışarıda bırakılanlara, konumuna, hatta bilet ücretine kadar her müzenin kendine ait bir mesajı ve çerçevesi vardır. Ancak Yad Vashem sadece mimarisiyle bile net bir beyanda bulunan, kendi mesajını veren nadir eserlerden biri. Bu mesajı okumak hiç zor değil, engebeli ve dolambaçlı yollardan bugünlere vardık. Yüzlerce yıllık kendimize ait bir devlet kurma hayalinin sonunda bugünkü İsrail’e bakıyoruz, diyor o manzara. İsrail resmi ziyaretlerde bulunan heyetleri Yad Vashem’de ağırlayarak müzeyi diplomatik silah olarak kullanıyor. Yad Vashem’de her gün üniformalı askerleri de görmek mümkün. IDF askerleri için müze ziyareti mecburi, kadın-erkek herkesin askerlik yaptığı bir ülkede her İsraillinin hayatında en az bir kere burayı ziyaret ettiği varsayılabilir. Bu açıdan, Yad Vashem aynı zamanda bir eğitim aracı: Askerlere ne uğruna o formayı taşıdıklarını öğretiyor ve tepeden baktıkları ülkelerinin ne bedeller ödenerek kazanıldığını hatırlatıyor.

        İsrail hakkında ne düşünürseniz düşünün, vatanlarına sahip çıkma kararlılığını görmezden gelemezsiniz. Eurovision’u kazanınca her kesimden insanın sokağa dökülmesi veya ülkeleri tehdit altındayken farklılıklarını bir kenara bırakıp kenetlenmeleri hep bu vatanseverliğin yansımaları sonucu. Üstelik İsrail daha 100 yıllık bir ülke bile değil.

        Sokaklardaki afişlerde de yazdığı gibi Türkiye “üç bin yıllık devlet, asırlık Cumhuriyet” ama hala ortak değerlerimiz, vatanseverliğimiz ve Cumhuriyet rejimine bağlılığımız konusunda bölünmüş haldeyiz.

        Toplumları bir arada tutmak için simgeler önemlidir, tutkal görevi görürler. Aklıma Cumhuriyet’in ne bedeller ödenerek kurulduğunu hatırlatacak Yad Vashem benzeri bir simge gelmiyor. Her Türk’ün—ya da TC vatandaşının—hayatında en az bir kere gitmiş olduğunu varsayabileceğimiz tek yapı belki Anıtkabir olabilir. Ancak Anıtkabir vatanın nasıl kurulduğunun hikayesi değil, adından da anlaşılacağı gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun kabrinin bulunduğu ve ona saygımızı göstermemiz, onu onurlandırmamız için inşa edilen bir anıt. Bütün anıt mezarlar gibi, Anıtkabir’in büyüklüğü de içinde yatan kişinin, Atatürk’ün ülkesine ve insanlığa katkısıyla doğru orantılı.

        Ancak Anıtkabir epey zamandır resmî törenlerin dışında asıl isyanın, çaresizliğin, umut aramanın sığınağı oldu. Anıtkabir’e çıkmak başka hiçbir seçenek kalmadığı, bütün çözüm yolları tıkandığı için gökten mucize yağacağının zannedildiği bir sefer olarak görülüyor. Toplumsal umutsuzluk arttıkça Anıtkabir ziyaretçi rekoru kırıyor veya Sözcü’ye göre “yasaklar, yolsuzluk ve yoksulluk karşısında vatandaş Ulu Önder Atatürk’e koşuyor.”

        Anıtkabir’in manzarası ise üç bin yıllık devletin asırlık Cumhuriyet hayalinin gerçekleşmesine değil, bitmek bilmeyecekmiş gibi duran kaos, çatışma ve bölünmüşlüğe bakıyor. Murat Belge’nin dikkat çektiği gibi Anıtkabir’le aynı tepede bulunan Kocatepe Camii ters bakar, adeta sırtlarını dönmüşlerdir. “Türkiye’deki düşünce yapıları uzlaşmaz vaziyettedir,” diyor Belge.

        Vatanın kurucusunun ülkesinin başkentine bakarak huzur bulması ancak insanların mirasına sahip çıkmasıyla mümkün olur. Bize kalan kuşkusuz en büyük miras Cumhuriyet.

        Yalın’ın ne demek istediğini anlamanın imkansız olduğu “Cumhuriyet” şarkısı gibi Cumhuriyet’in tam olarak ne olduğu da bir türlü anlaşılamıyor. Şarkı “Kalbimin orta yerinde bu nasıl bir Cumhuriyet?” diye soruyor sevdiği kişiye aşkını anlatırken. Oysa âşık olanların bileceği gibi kalp kural tanımaz, hatta İncil’e göre her şeyden önce düzenbazdır, iyileşmez.” (Yeremya 17:9.) Birine aşık olma hali daha çok diktatörlüğe yakındır: Tek bir kişinin boyunduruğu altına girmek, kendini ona teslim etmek, hayatın merkezini o sanmak ve onun yolundan çıkmamaktan ibarettir. İktidar tek bir kişinindir. “Kalbimin orta yerinde bu nasıl bir monarşi,” melodiye uymuyor ama.

        Cumhuriyet ise yetkilerin paylaştırıldığı, halkın kendisini yönetmesi için geçici olarak temsilciler seçtiği, gücün asıl sahibinin halk olduğu bir yönetim biçimidir. Ancak halk da, gücünü geçici olarak emanet ettiği temsilciler gibi kandırılmaya, sömürülmeye ve yoldan çıkmaya meyillidir. Bu yüzden dünya haritası yoldan çıkmış, başarısız olmuş, çürümüş, kendi halkına ihanet etmiş Cumhuriyetlerle doludur. Birçok parlamenter monarşide—İsveç, Birleşik Krallık, Belçika, seç beğen al—insanların yaşam standardı, milli geliri, demokratik hakları bizimki de dahil kimi cumhuriyetlerden ileridedir.

        Cumhuriyet tek başına halkın iradesinin en iyi şekilde temsil edileceği anlamına gelmez. Bunun garantisi halkın kurumlara sahip çıkmasıyla, kendi gücünün takipçisi olması ve temsilcilerden hesap sormasıyla mümkün olur. Türkiye’de Cumhuriyeti kuran partinin şimdiki lideri, Cumhuriyet Bayramı da dahil hemen her bayramda “hastalanan” eski bir Cumhurbaşkanı’nı yeniden ülkenin başına geçirmek için girişimde bulundu. Ve bu normalmiş gibi davrandık. Tek bir cümlede pek çok absürtlük barındıran bu örnek Türkiye’de Cumhuriyet’e nasıl ve ne kadar sahip çıkıldığının özeti gibi. 100 yılda pek çoğumuzun, bırakın yargıya sahip çıkmayı ya da güç sahiplerini hesap vermeye zorlamayı, şuradan şuraya parmağını kıpırdatacak enerjisinin olmaması aslında birçoğumuzun cumhuriyete inanmamasındandır.

        Kenan Doğulu, Fazıl Say ve Tarkan arasındaki “En iyi 100. Yıl Marşı” yarışı, 825 tane İlber Ortaylı söyleşisi, Adana’da 3 bin 628 metrelik bayrak, her ne demekse “Haluk Bilginer’in seslendireceği temsili Cumhuriyet ağacı,” veya İtalya’dan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne gelen uçan balonlu akrobasi ekibi toplumun Cumhuriyet’e sahip çıktığının, değerini bildiğinin, anladığının kanıtı değildir. Tabii ki sönük geçer, çünkü 100 yılda çok daha ileri bir Cumhuriyet olmalıydık ama başarısız olduk.