Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Meşhur "İngiliz Aklı" yahut göçmeni göçmene kırdırmak
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İki gün önce Daily Express Gazetesi'nin kapağında İngiltere’nin taze başbakanı Rishi Sunak vardı.

        Hindistan’dan göçüp İngiltere’ye göçen bir ailenin Hindli evladı olan Rishi Sunak, iktidardaki muhafazakar parti içindeki liderlik yarışını kazanıp 24 Ekim 2022’de başbakanlığı devralmıştı.

        Adam kalkmış, şimdi yasadışı göçmenleri İngiltere'ye gelmeleri durumunda en sert yasalarla karşılacakları konusunda uyarıyor.

        Hintli göçmen ve başbakan Sunak, "tekneleri durdurun" ifadesiyle özdeşleşen yasa tasarısının İngiltere sınırlarını aşan herkesin tutuklanıp sınır dışı edileceğine dair açık bir mesaj verdiğini söylüyor.

        Epey mücadele vererek meclisten geçmesini sağladığı yasanın "ileriye doğru atılmış kritik bir adım" olduğunda ısrarcı.

        "Tekneleri durdurmayı görev edindim”diyor, “Kolay olduğu için değil, yapılacak en doğru şey olduğu için”.

        Sunak’ta en ufak bir empati belirtisi yok.

        Yahu benim ailem de göçmendi, yıllar önce bu ülkeye geldiler ve ikinci bir şans aradılar demiyor.

        Merkel bir Doğu Berlin sakini olarak geçirdiği yılların, bir ‘duvar’la engellenmenin ne demek olduğunu idrak etmiş bir ‘kadın’ olarak bu empatiyi yapabilmişti mesela. Siyasi kariyerine mal olsa da, yaptı. Mülteciler ona uzun bir süre ‘Merkel Ana’ dediler.

        Ancak hem o günlerden bugünlere kontrolsüz göç azalmadı daha da arttı, Batılı ülkeler bu konuda bir bir kendileriyle çelişen; sözde insan haklarına verdikleri önemle bağdaşmayan işlere imza attılar. Ayrıca…İngiltere’nin pozisyonu ve iş tutma şekli sahiden farklı.

        Pakistan kökenli göçmen bir ailenin çocuğu olan Hamza Yusuf’un İskoçya’ya başbakan, Hintli Rishi Sunak’ın İngiltere’ye başbakan olabilmesi bir yanda Büyük Britanya’nın emperyal vizyonu 21.yy değerleriyle birleştirip insan hakları, farklılıklara saygı, demokrasi gibi değerlerle meczedebildiğini göstermesiyle ilgili. Ama bir yandan da o devlet aklı, ülkenin çıkarlarını tehdit edecek bir boyut sözkonusu olduğunda çıkarlarını olağanüstü bir kıskançlıkla koruyor.

        Ve bu koruma işini de bir ‘öteki’ye yaptırıyor. Göçmeni göçmene kovduruyor.

        Rishi Sunak’ın bu tavrı İngiliz devlet aklı diye bir şeyin o kadar da küçümsenmemesi gerektiğinin en güncel kanıtı olabilir.

        Sunak’ın göçmen göğsünü kendi benzerlerine bend yapma gayretkeşliğinin tebrike şayan bir durum olmadığı kesin. Ancak Türkiye’den bakıldığında meselenin tuhaf olduğu da kesin.

        İngiltere’de bir göçmen başbakanı göçmenler konusunda en sert yasaları çıkartmakla övünecek noktaya getiren Batılı akıl, Türkiye’yi düzensiz göçmenleri kabul ettiği için sürekli övüyor.

        Türkiye’nin de bu övgüden göğsü kabarıyor.

        Türkiye’de iyi kötü bir AB’ye girme niyetinin bulunduğu ve bu niyete uygun adımların atıldığı 2002-2015 yılları arasında taaaruzlarını ülkemizin üzerinden eksik etmeyen Batılı ülkeler ve entelijensiyası son yıllarda her başlığı es geçip göçmen politikası ile ilgili tavrımızı ‘takdir ediyor’.

        Hatta denilebilir ki normal şartlarda yapacakları eleştirilerin dozunu sırf bu nedenle düşürüyorlar. Elbette böyle yapacaklar, çünkü biz Doğu ile Batı’nın arasında ne Doğu’lu ne Batı’lı olabilmiş ahali, bu denklemde Batılı’nın standartlarını korumakla görevli kılındık.

        Sizi içerde sıkıştıran bir durum var ama o durum hakkında süreklli yüreklendiriliyor ve övülüyorsanız biraz şüphelenmeniz gerekir normalde.

        Ben kendi adıma kendimden şüphelenmeli miyim sorusunu birkaç zamandır soruyorum kendime.

        Günümüzün başedilemez sorunları arasında yer alan küresel ölçekte cerayan eden insan mobilizasyonuna sebep olan etmenler arasında, dünyanın çeşitli bölgelerindeki istikrarsızlıklar geliyor. İstikrarsızlıkların ana sebebi de ‘genellikle’ dış müdahaleler sonrasında yaşanan paylaşım savaşları ve siyasi iç savaşlar sonrasında hukuk düzeninden ziyade ormak kanunlarının egemen olması oluyor. Bir zümrenin refahının artmasına paralel alt-orta sınıflar güvenlik, barınma, sağlık ve eğitim haklarını elde edemiyor ve göç eğilimi giderek artıyor.

        Özetle bugün küresel bir mesele halini almış, başka topraklarda ikinci şans aramak için ülkesin terk etmek durumunda kalan mobilize insan topluluklarının yollara düşmesinde Batılı devletlerin müdahaleci ve kârını maksimize etmekten başka bir hedef içermeyen politikalarının payı büyük.

        Buna rağmen Türkiye’nin üzerine binen sorumluluktan aldıkları pay çok düşük.

        Suriye iç savaşı nedeniyle göç eden insanlardan İngiltere’nin seçmece usulü aldığı mülteci sayısı sadece 20 bin. Çok kültürlülüğü, farklılığı ve insanların eşit olduğu iddiasını kutlamak için Pakistan kökenli Sadiq Khan’ın Lonra Belediye Başkanı, Hindli Rishi Sunak’ı başbakan yapan ülkenin durumu bu.

        Afganistan’da Taliban’ın kontrolü ele geçirdiği Ağustos 2021 yılında olanları hatırlıyorum sonra.

        ABD, Katar üslerinde ABD’ye gitmek üzere bekletilen şair doktor mühendis Afganları haftalarca almayıp bekletmişti. Zaten Avrupa’nın yaptığı gibi ‘seçmece alım’ yoluna gidiyordu, ayrıca Afganistan’da Taliban’ın güçlenmesinde kendisinin yıllara yayılan müdahaleci politikalarının payı büyüktü, buna rağmen Taliban hükümetinden kaçmak isteyen eğitimli üst sınıf Afganlara bile vaadettiklerinin gereğini yerine getirmedi. Onun yerine ne yaptı? Afganlar için fütursuzca Türkiye’yi işaret etti ve sonuç doğurmasını bekledi.

        Sonra 300 bin genç erkek Afgan’ı İstanbul’da gördük. Neden ve nasılının da hiçbir izahı yok.

        İNSANLIĞIN GEREĞİ DERKEN GLOBAL DENEYDE LAM OLMAK

        Batılı ülkelere gitmek isteyen düzensiz göçmenler her şanslarını denediklerinde Yunanistan sahil görevlileri eliyle ‘pushback’ denilen ‘geri itme’ yöntemiyle durduruluyor. Bu insanlık dışı yöntem nedeniyle bazen botları batıyor, hayatlarını kaybediyorlar. Bu can pazarında Türkiye devreye giriyor, denizden sahilden topluyor bozuk meyve gibi denize atılan insanları.

        Çünkü biz böyle bir ülkeyiz. Bizde devlet zaman zaman özellikle kendisine ihanet ettiğini düşünenlere gaddar denilebilecek kadar sert ve acımasız tutumlar almıştır ve hala alıyor. Ama kendisinin varlığına canına kast etmeyen, şartlar gereği yersiz yurtsuz kalmış, canı pazara düşmüş olanlara el uzatmak yer yurt göstermek gibi büyüklüklerden geri durmayan bir devlettir bu.

        Biz de yıllarca merhamet dedik, büyüklük dedik, ensar ve muhacir dedik.

        Ben şahsen Suriyeli muhacirler hakkında, onların kollanması korunması gerektiğini kaç kez yazdım bilmiyorum, mültecilere karşı oluşan direncin ve antipatinin Ortadoğulu Arap nefretinden hatta Sünni nefretinden kaynaklandığını düşündüğüm de oldu bu direncin gizli Esad muhibliğinden kaynaklandığını düşündüğüm de.

        Ancak biz bunları yazarken sığınmacı olarak gelenler yüzbinlerle ifade ediliyordu. Haydi olsun olsun 1 milyon olsun.

        Uygulanan, sürdürülen açık kapı politikaları ile manzara garip bir hal aldı.

        Bazı şehirlerin demografisi değişti, yabancı uyruklukların güvenlik ve asayiş problemleri yarattığı durumlar oldu, ayrıca onlara karşı kinlenen Türklerin yarattığı asayiş problemleri de oldu. Birçok mahallede azımsanamayacak sayıda Türk kendisini güvende hissetmiyor. O kadar ki mesele artık ‘Suriyeliler’ olmaktan çıktı.

        91 ülkeden vizesi giriş kabul ediyoruz, 29 ülkenin vatandaşları da herhangi bir şart olmaksızın elektronik vize alabiliyor.

        Bazıları gelip dönmüyor.

        Bazıları kaçak yollarla gelip kaçak olarak kalıyor.

        Konut alarak vatandaşlık alanlar var, normalde başka bir ülkeden vatandaşlık alanlar on yıl geçmeden oy kullanamazlar, bizde kullandılar.

        RESMİ VERİLER DÜZENSİZ GÖÇMEN SAYISINI KAPSAMIYOR

        Türkiye Avrupa ile Asya arasında yer alan jeostratejik açıdan köprü konumunda. Tamam köprü pozisyonunda iseniz kaçak göçmenler için hep hedef olursunuz.

        Ancak ülke olarak zengin de değiliz, tenha da. Metropollerde dip dibe yaşam sürülen bir ülkeyiz.

        Yakın zamanlara kadar ‘beka tehditi’ yaşadığı iddia edilen bir ülkeyiz.

        Çok stabil, çok memnun bir ülke değiliz. Ekonomik krizlerle, çare olarak ortaya çıkarılan acı reçetelerle sınanıyoruz. Acı çeken bir halkız.

        Bu realiteye rağmen ‘dünya üzerinde en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke’yiz. İkinci sırada Kolombiya geliyor.

        Göç İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı resmi verilere göre Türkiye'deki kayıtlı yabancı sayısı toplam 4 milyon 990 bin 663. Bu sayılar Birleşmiş Milletler’in açıkladığı verilerle uyumlu.

        Aynı kaynağa göre Türkiye'de bulunan Suriyeli sayısı 3 milyon 381 bin 429.

        TÜİK üzerinden ulaşılabilen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)’ye göre Türkiye’de ikamet eden (Suriyeliler hariç) yabancı nüfus 2022’ye oranla 31 bin 800 kişi artarak 1 milyon 823 bin 836 kişi oldu. Bu kişilerin uyruklarında ise Irak, Afganistan ve Rusya başı çekiyor.

        Göç İdaresi'nin verilerine bakılırsa 2021’e kadar düzenli artan geçici koruma statüsü alan Suriyeli sayısında son iki yıldır düşüş var. (17 Mayıs 2023 ‘te tespit edilmiş verilere göre) Ancak bu düşüş geri dönüşlere mi bağlı, kimlik değiştirme ve isim değiştirme yolunun bir dönem açık hale getrilmesine ya da vatandaşlığa geçiş sayılarının artmasına mı, o pek belli değil. Elbette ortada, muhalefetin öne sürdüğü gibi 10 ya da 13 milyon sığınmacı yok.

        Ancak sorun şu: Göç idaresi'nin ya da BM’nin rakamları sadece kayıtlı olan sığınmacılardan oluşuyor. “Düzensiz” ya da “kontrolsüz” göçmen denilen, yani ülkeye girişi de ülkede bulunması da yasadışı yollardan gerçekleşen sığınmacılar hakkında veri yok. Aslında hiçbir şey bilmiyoruz özetle. Bu veri eksikliği Türkiye’de hem kutuplaşmayı körüklüyor hem de tartışmaları, hatta korkuları.

        Elde sadece tahminler ve mütevazı akademik çalışmalar var.

        İGAM Başkanı Metin Çorabatır, bazı akademik araştırmaları referans alarak Türkiye’deki kayıt dışı yabancı sayısının 300 bin ila 2 milyon olabileceğini tahmin ediyor. İki rakam arasındaki makas epey açık olsa da ne on milyondan ne yirmi milyon söz konusu.

        Bu bağlamda tekrar edeyim, muhalefetin lokomotifi olan CHP’nin böyle acayip rakamlar bahanesiyle Zafer Partisi ile paralel masa kurup pazarlıklara girişmesi yanlıştı.

        Ancak şöyle bir gerçek var:

        Resmi rakamların ötesinde Türkiye kendi ülkelerine dönerlerse hayatları tehlikeye girecek kişilere geçici ve kayıtlı bir statü verilen bir yer gibi değil, kendi ülkesine göre daha iyi şartlarda yaşamak isteyenlerin akın ettiği bir yer olarak görülüyor ‘uluslararası hedef kitle’ tarafından.

        Bu algının sonucu daha çok akına uğramak ve göçmen hendeği haline gelmek oluyor.

        SIĞINMACILARIN EKONOMİYE KATKILARI BAHSİ

        “Geçici sığınmacı statüsüne sahip kişiler Türkiye’deki işletmelerin ekonomik krizde ayakta kalmasını sağladı, ekonomiye büyük katkısı var Suriyelinin, Afganın. Çünkü "Türkler hep masabaşı iş arıyor, ne atölyeye adam bulabiliyoruz, ne koyuna çoban” diyenler de haksız değil. Tekstil sektörü geri göndermeler nedeniyle zor zamanlar yaşıyor söz gelimi. Doğrudur, kayıt dışı göçmen ile onları kayıt dışı çalıştırdığı için işçi maliyetini düşürenlerin toplam girdileri ülkenin büyüme rakamlarına bile olumlu olarak yansıdı. Böyle bir pratik sonuç var. Ancak bu sonuç gelenlerin haksız hukuksuz çalıştırıldığını ve aslında sömürüldüğünü itiraf eden bir sonuç.

        Bu ‘sömürü düzeni’nin geri tepeceği bir günün gelmeyeceği mi sanılıyor? Bu ‘pratik’ ama ‘düşünmeyen’ hallerin, ikinci ya da üçüncü nesil göçmene nasıl yanısyacağını ve bunun ne gibi sosyal patlamalara sebep olabileceğini görüyor mu devlet? Bununla ilgili tedbirler alınıyor mu? Yoksa herşey akışına bırakılmış bir halde mi?

        Eğer ikincisi ise, o zaman ortada egemen Batılı ve bazı bölge ülkelerinin Türkiye’ye demografik bir tezgah kurduğunu iddia edenler haklı çıkar.

        O zaman ‘Burada gelenlerin ve ülkenin kendi ahalisinin elli yılını belirleyecek ve etkileyecek uzun soluklu bir oyun var’ demek mümkün hale gelir.

        O ihtimalde ‘merhamet’ diyenler, sığınmacıların yaşam ve seyahat etme haklarını savunanlar, en basitinden ‘insan hayatına hürmet’ diyen benim gibiler de, uzun vadede öyle ya da böyle ‘daha’ merhametsiz sonuçların sâdır olacağı ‘nüfus oyunları’nda bilmeden rol almış olurlar.

        Bunu söylüyorum çünkü bir kere bile İstanbul’un Esenyurt’una gitmeden, bir kere bile Fatih Karagümrük’e uğramadan “Bu işin sonu ne olacak ?” diyen herkesin ağzına kürekle vuran, Ankara’da oturduğu cafeden ahkam keserek, haklı endişeleri bile mahkum edenler günün sonunda Zafer Partisi’nin doğumuna ebelik etmiş oldular.

        Vatandaşların kaygılarını görmezden gelmek günün sonunda sığınmacılar hakkında mancınık fantezisi geliştirecek kadar gaddar olanları aktör yaptı.

        O aktör de günün sonunda bu gücünü muhalefeti destabilize etmek, pazarlıklar yapıp bugünlerde olduğu gibi o pazarlıkları ifşa ederek muhalefetin elinden ‘kaybettik ama hiç değilse onurlu kaybettik’ deme şansını da aldı.

        Bazı acı soruları sormak ve pek tekin olmayan gelecek varsayımlarında bulunmak kendisini böyle böyle icbar eder oldu.

        DEMOGRAFİK DEĞİŞİM VE ÜÇ- DÖRT NESİL SONRASI

        Mesele en başta gerçekten ülkesindeki iç savaşta katledilmekten kaçanlara yuva olmak ve Türkiye’nin yüce gönüllüğünü tüm uluslararası arenada geçerli bir saygınlık, moral üstünlük ve diplomatik asset haline getirmekti. Hem ahlaki hem akılcı bir yoldu.

        Ama Türkiye’nin kontrolsüz göç ile ilgili ağız sulandıran, iştah kabartan bir yer haline getirilmesi, acaba işin içinde gerek Batılı gerekse bölgedeki emperyal niyetlerin projelendirdiği bir durum mu var, sorusunu her zaviyede sormaya mecbur bırakır oldu.

        Milli Devletler çağında (ki ulus devlet gevşemedi, buharlaşmadı, hala zaruri ve reel) ortak kültürün iptal olmasına yol açan, Milli güvenliğin demografik temelini tahrip eden bir akının aldığı vahim durum ortada iken global çevreler bu durumu tebrik edip sırtınızı pışpışlıyorsa belki de ortada nasıl bir yıkım tezahür edeceğini merak ettikleri global bir deney vardır. Belki de gelenler ile yerli ahaliniz o deneyde, mikroskopta üzerine örnek veya kültür yerleştirilen lam ve lamelden başka bir şey değildir.

        Lütfen üç-dört nesil sonrasını düşünerek kafa yoralım.

        Çünkü ilk nesildeki muhacirin uhuvvet ve minnettarlık, ikinci üçüncü nesilde olmayacak. İlk nesildeki ensarın ikinci üçüncü nesil çocukları da aynı haleti ruhiyede olmayacak.

        Zira iki tarafın da ikinci ve üçüncü nesilleri, “kucaklayan ve misafir olan” denkleminin dışındaki dinamiklerle konumlanmış olacaklar.

        Üçüncü nesil sizin ‘Sığınmacılar bize hizmet ediyor, o halde kalsınlar, hem bu şekilde büyüklük bizde kalıyor” referansınızla tatmin olacak mı?

        Nereye kadar ‘geçici koruma altındaki sığınmacı statüsü’ iş görecek mesela? Bir noktada yıllarca ucuz iş gücü olarak hizmet ettiklerini söyleyerek hepsi vatandaş olmak istemeyecek mi?

        Haklarını talep ettiklerinde, sömürüldüklerini iddia ederek ‘o halde isyan’ derlerse, eşit vatandaşlık taleplerini dış müdahalelerle perdahlanan ölçeklerde giderek el yükselterek savunur hale geldiklerinde ne tutum alınacak?

        Bilen biliyor, bu topraklarda genelde şöyle oluyor : Milleti hakime olan taraf çıkıp "Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.” diyor, sonra yüz yıl gerilim, kayıplar, gözyaşı ve terör.

        Umarım bu mesele, bahsini ettiğim düzeye gelmeden, kitleler birbirine girişmeden, kimsenin burnu kanamadan çözülür.

        Seçimlerden zaferle çıkan Erdoğan, kurduğu ılımlı kabineyle, ekonomide ‘Bundan sora rasyonel yolları seçeceğini’ söyleyen, içişlerinde makul ve şiddet dili kullanmaktan uzak bakanlarıyla; Rusya- Ukrayna çatışmasını resmen avantaja çeviren dış politika yaklaşımıyla pek çok şeyi bir anda yüz seksen derece tersine çevirebileceğini kanıtladı. Güçlü olduğu ve sosyolojide anlamlı bir karşılık bulduğu için bu durum tabanından ‘tutarsızlık’ olarak görülmüyor, bilakis ‘oyunu iyi oynayan siyasi deha’ olarak değerlendiriliyor. Nasıl böyle olduğunu birkaç gün önce izah eden yazım için linki tıklayınız :

        Bu yazı yazılırken Körfez ülkelerinden beklenen sıcak paranın önemli bir kısmının sığınmacıların nakli ve bir yaşam kurmaları için Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirilecek yerleşim birimleri için kullanılacağı bilgisini edindim. İnşallah hayırlı olur.

        Umarım Batı’nın, BM’nin gerektiği şekilde sorumluluk alması da sağlanır. Zira adil olan, Batı’ya açılan kapıların herbirinin eş zamanlı olarak aynı anda açık kalmasıydı. Küresel bir mesele ise, kürenin daha avantajlı olanlarının, daha varsıl olanlarının da meseleyle kenardan değil, cepheden yüzleşmesinin sağlanmasıydı.

        Umarım çalışmalar uhuletle suhuletle yürütülür ve sorunların yumak yumak büyüyüp kırk elli yol sonra başedilemez boyuta gelmesi önlenir.