Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Şöyle bir bakıyorum da, "El hayru fî mâ vaka'a" demekten başka yol görmüyorum
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Epeydir ruhsal detoks içindeyim.

        Seçim atmosferinde siyasetle ve tarafların cenk etme hallerinin yarattığı negatif enerji ile toksike olan zihnimi arındırıyorum.

        Hayır, avucuma ametist taşı alıp panik ataklarımı iyileştirmeye çalıştığım falan yok.

        Panik atak geçirmedim.

        Bir kısmı zorunlu bir kısmı gönüllü olan bu süreçte yaptığım sadece bir adım geri çekilip zihnimi nötralize etmeye çalışmak ve kendi zihnime bir ‘gözlemci’ olarak bakmaya çalışmak oldu.

        Zira en vazgeçilmez felsefem, “Olanda da, olmayanda da hayır vardır”. İtiraf edeyim, muhalefet blokunun, "Seçimi kazansaydık nasıl da yönetemeyecektik” türü bunalımları, birbirlerine yaptıkları suçlamaları bu sözün anlamını idrak etmeyi kolaylaştırıyor.

        Ama daha önemlisi şu: Halk bir seçim yaptı ve son sözünü söyledi. Söylememiş gibi davranmanın alemi yok.

        Demokrasi diyorsanız, kavramın içerdiği tüm özgürlük ve hukuk katmanlarının ötesinde referansı çoğunluk olan sandığın sesine kulak tıkayamazsınız. Çünkü o sesin bir anlamı var.

        Eğer büyük bir irade gaspı ve oy hırsızlığı olduğunu kanıtlayamıyorsanız -ki bu iddiaların hiçbiri kanıtlanamadı- düzgün bir seçim sayım işlemi gerçekleştirildiğini görüyorsanız, siyasi parti angajmanınız ya da keskin ideolojik mensubiyetiniz yoksa, bütün sorunlara ve krizlere rağmen neden insanların ‘Yine de Erdoğan’ dediğini çözmek zorundasınız. Bunun da saygı ile yapılması gerekir. Kitlelere ‘deli’ muamelesi çekerek yapılan analizler konu dışı.

        YAKINDAKİ FAZLA YAKIN, UZAKTAKİ FAZLA UZAK

        Seçimlerde oy tercihini muhalefetten yana yapmış bile olsanız, ideolojik bagajınız, parti mensubiyetiniz, alayına isyan moduna geçmediğinizde dışlanma korkusu yaşadığınız bir mahalleniz yoksa çoğunluk hiç tercih yapmamış, hiç irade göstermemiş, seçimler daha yapılmamış ve halk bir karar vermemiş gibi davranma lüksünüz yoktur.

        Böyle bir lüksünüz yoktur ama bahsettiğim şeyi yapmak yine de zordur.

        Çünkü seçim öncesi aşırı sessizleşen ama sandık başına gittiğinde her şeye rağmen yine Erdoğan diyenlerin sesini duyabilmek için insanın zihnini epeyce nötralize etmesi, duyguların, yakınlıkların, ortak dalga boylarının, kamp ateşi etrafında anlatılan hikayelerin/sahte dayanışma pozlarının dışına çıkarak bakabilmek gerekir.

        Maalesef bu ülkede iktidara mesafe alıp ona uzaktan baktığınızda sadece yanlışları, krizleri ve yıkıcı durumları görme eğilimi içine giriyorsunuz. İktidara yakından bakanlar ise çok yaklaşmış olmaktan mütevellit resmin tamamını göremiyor, kör noktda kalıyorlar. Yahut gözleri kamaşmış olduğundan içi boş, inandırıcılıktan uzak bir güzelleme yapma haleti ruhiyesi içine giriyorlar.

        Tam da bu nedenle "Nasıl ve neden böyle oldu?" sorusunun cevabı havada kalıyor.

        Seçimden bu yana olanlara bakın. Muhalefet bir yandan sanki sandıkta bir irade açığa çıkmamış gibi davranıyor, bir yandan da kendi küçük dükalıklarında dar cemaatçiklerinde bunalımdan bunalıma savruluyor. Normalde muhalefet kaybetmiş bile olsa kendisi için ateşe atlayanlar için bir dayanışma ağı, limanı, çatısı olmak zorundadır. Bırakın Afrika standartlarındaki ücret artışlarına karşın Avrupa standartlarında yapılan vergi arttırımlarına karşı etkili bir muhalefet yapmayı, muhalefet partilerindeki lider ve kurmayları seçmeninin moral motivasyonunu sağlamak için ‘teşekkür ederiz’ ‘özür dileriz’ mesabesinde bir insani alaka bile kuramıyor.

        İktidardaki ya da iktidara yakın profiller ise sosyolojilerinin ‘inadına Erdoğan’ demesinin manasını tam olarak izah edemiyor. Ya populizm yapmakla ya kendilerine pay çıkarmakla meşguller.

        Muhalefet taraftarlarına göre hala AK Parti’ye oy verenler Erdoğan’a tapıyorlar. Çünkü onlar deli.

        İktidara fazla yakınlaşıp körleşmiş/kör noktada kalmış olanlara göre ise "Bu millet öyle kutlu bir milet, adeta melek…” İşte falan filan.

        İkisi de yanılıyor.

        İktidar yanılıyor çünkü kimsenin melek olduğu falan yok. Kimse sadece dini değer dünyasından dolayı bu iktidarı desteklemiyor.

        Muhalefet yanılıyor çünkü Cumhur İttifakı'na oy verenler sokak röportajlarına takılıp afişe edilen ‘telefonunu çıkar’ dayılarından ibaret değil.

        Seçim kazandıran çoğunluğun, o bitimsiz Anadolu coğrafyası seçmeninin Erdoğan’a taptığı falan yok.

        Eskiden siyaset sosyolojiyi esir almıştı. Erdoğan döneminde ise sosyoloji siyaset üzerine hatırı sayılır bir egemenlik elde etti. İnsanlar bunu kaybetmek istemiyor, hepsi bu.

        Sözkonusu egemenliğin sonuçlarından muhalefetin nasibine düşenler arasında bol hamaset, bol Ayasofya, iptal edilen festivaller, basılan sergiler de var elbette, muhalefet bu durumu 'aman ne şahane’ diyerek karşılamıyor ve karşılamak zorunda değil.

        Ama ekseni kaydırmayalım, siyaset üzerinde egemenlik hakkı elde etmiş sosyolojinin bu hakkı yitirmek istememesi kendi içinde bir mevzii ve alan savunmasıdır, meselenin Erdoğan’a tapmakla da ilgisi yoktur.

        Ama şununla bir alakası var: Cumhur İttifakı'nın sosyolojisi bu hakkı Erdoğan eliyle kazandığı için ona tarihsel bir anlam atfetmiş durumda.

        Ve bu anlamdan ‘ekonomik sorunlar, artan zamlar, artan vergiler’ gibi ‘gündelik’ bulduğu sorunlar için vazgeçmiyor. Ekonomik sorunları , artan pahalılığı ‘güncel ve halledilmesi gereken meseleler’ olarak görmekle beraber bunları ‘geçici’ buluyor ve bunlar adına çoktan ‘tarihe malolmuş’ olduğunu düşündüğü bir lideri harcamak hem ahlaken yanlış geliyor hem de işine gelmiyor.

        Evet meselenin bir de işine gelmeme faslı var.

        NEDEN ‘YİNE DE ERDOĞAN’ DEDİLER?

        Birincisi Erdoğan ilk turda kazanamadığı geceyi kitlesine moral konuşması yaparak kapatarak, sadece ülke çapında değil dünya çapında yeniden demokratik meşruiyet elde etti. Kendisini sevenlerin yüzünü ağarttı. Demem o ki, çoğunluk demokrasiyi sandıkla ilintili bir kavram olarak görmekle yetindiği için, Erdoğan’da ya da ülkede demokrasiyle ilgili önemli bir sorun görmüyor.

        İkincisi sadece iktidar taraftarları değil, muhalefetiyle beraber millet, genel olarak devletçi. Devlete hükümet edenin tüm güce ve şiddet uygulama tekeline sahip olduğuna duyulan inanç oldukça yüksek. Devlete karşı ileri geri hareketler yapanın yerinin cezaevi olduğu varsayımı, sözde iktidara çok itiraz edenlerin bile sahiplendiği bir varsayım. Onların seçimden beklediği sadece sopanın ellerine geçmesi şansını elde etmek. Dolayısıyla bu ülkede aslında cumhurbaşkanını fazla güçlü hale getiren yeni model özellikle Altılı Masa'nın ve artık bir avuç olduğu bilinen liberal demokratların ajandalarının ilk maddesi olsa da, çok açık ki halkın gündeminde bu konu yok. Zira iyi de anlatılmadı. Anlatmak için uğraşılmadı.

        Üçüncüsü bu halk ilk kez devlet görmüyor, ilk sosyal yardımı da Erdoğan döneminde görmedi. Ama ilk kez onun döneminde sosyal yardıma erişimi bu kadar kolay ve rahat oldu. Dahası önüne atma yoluyla değil, alan el ile tokalaşarak yapılıyor yardımlar.

        Dördüncüsü Anadolu’da yüksek enflasyon İstanbul’daki gibi insanlık suçu düzeyinde seyretmiyor. Bize gelene kadar halde, aracıda, nakliyede, gözü açık fırsatçıda ve son satıcının "Kira ödüyorum eleman çalıştırıyorum" gerekçesinde fiyatlana fiyatlana tanınmaz hale gelen gıda ürünleri Anadolu’da ilk üreticiden temin edilebiliyor. İmar rantı sayesinde düşük maaşlı ama arsasına imar geldiği için bir anda dört daire sahibi olmuş yığınla insan va mesela. Minnetarlığın boyutunu düşünebiliyor musunuz?

        Beşincisi… Siz baktığınızda belki zabıt katibi bile olamayacak adamların hakim, otopark bekçisi olamayacak adamların emniyet yetkilisi, kışlanın önünden geçemeyecek adamların rütbeli asker olduğunu ve bundan anormallik olduğunu görüyorsunuz ama çoğunluk bütün bir ülkenin kendisinin sınıf atlaması ve terfi etmesi için oluşturulmuş staj ve eğitim merkezine dönüşürüldüğünü görüyor. Kendisi o imkanları elde edememişti ama oğlu ve kızı elde ediyor.

        Kendisinin hiçbir zaman alamayacağı Togg‘a bu kadar methiyeler dizmesi de, bu ‘Keloğlan Masalı’nın sembollerinden biri olmasıyla ilgili.

        KELOĞLAN MASALLARI, BATTAL GAZİ, KÖROĞLU DESTANLARI

        Şu Keloğlan’ı biraz açalım.

        Keloğlan malum, keldir. Yakışıklı değildir. Eğitimli değildir. Öyle aman aman bir marifeti yoktur. Müthiş bir zekası olduğu söylenemez. Kendi yerini de bilmez, misal tutar padişahın kızına aşık olur, padişahın kızını kendisine denk görecek kadar saftır.

        Ama…

        Meraklıdır. Maceradan çekinmez. Gamsızdır ama kafasına bir hedef koyunca peşinden gitmekte sakınca görmez. Kendisini akışa bırakma ustasıdır. Gönlü geniştir. Padişaha duyduğu sevgi ve güven o kadar yüksektir ki, bütün derin adamları, kumpasları alt edecek şansı dörtnala kendisine doğru koşturur. Kaderin ağlarını kendi lehine öreceğine duyduğu teslimiyet o kadar derindir ki, nasibi gelir, önünde sonunda Keloğlan’ı bulur. Önce kese kese altınlar, sonra padişahın kızıyla evlilik.

        AK Parti iktidarı Türk halkının içindeki Keloğlan’a hitap ediyor.

        Hem de çok yalın bir dille. Ve kolektif bilinçteki Battal Gazi, Köroğlu, Ferhat gibi figürlerin sembolizmini kuşanarak. Bunlar koruyan, kollayan ve intikam alan sembollerdir.

        Fahrettin Altun’un hazırladığı seçim kampanyasını hatırlayın.

        Hem müjde, hem güven verme hem korkutma vardı iletişim stratejisinde.

        Togg, TCG Anadolu, doğalgaz keşfi, deprem konutları gibi müjdeler, vaatler: Türkiye’yi dış politikada etkin bir aktör haline getirme gibi güven odaklı lider profillemesi ile ‘biz’ duygusu güçlendirilirken; korkutma unsuru da, baba (kral ya da padişah) figürünün kudretini/otoritesini berkitmek üzere ama bu kez ‘onlar/öteki’ üzerinden sahne alıyordu.

        Seçmen taraf olduğu için ödüllendirileceğini, -bugün değilse bile bir gün mutlaka- biliyor, umutlanıyor, bu sözün bir gün mutlaka tutulacağına güveniyor, dahası NATO’ya hangi ülkenin alınıp alınmayacağına karar verme noktasına gelmiş ülkenin artık bir güvenlik sorunu olmadığı duygusunu hissediyor, ama ‘öteki/onlar/muhalefet’ için kullanılan korkutma dilinin muhatabı olmamak için de safları sık tutması, otoritenin kimde olduğundan kuşku duymaması; ’biz’ olmak ipine tutunmak gerektiğini ‘anlıyor’.

        Erdoğan ve onun dilini çözümleyen çalışma arkadaşları kime neyi ne kadar anlatması gerektiğini, ne anlatırsa hangi karşılığı alacağını biliyor. Çok açık ki, muhalefet bilemedi.

        Muhalefetin bilemediği öngöremediği başka şeyler de var. Seçmenin, kendisi seçime girermiş gibi davranan ve sürekli Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu lehine açıklamalar yapan PKK’ya “Bir dakika yahu? Siz kim oluyorsunuz?” cevabını vermeyen bir muhalefeti milli güvenlik meselesi yapacağını bilemedi mesela. Dağdan gelen bu açıklamalara hem HDP’nin hem CHP’nin sessiz kalması PKK vesayeti endişesini doğurdu ve Cumhur İttifakı da bu güvenlik kaygısını en etkili şekilde kullandı. Kullanıldığı görülürken bile tedbir alınamadı.

        Battal Gazi gibi Ferhat gibi semboller üzerinden yahut en basitinden otoriter baba, mahallenin kabadayı ağabeyi olarak kabul gören Erdoğan ve ona güvenen/ondan hala umudu olan Keloğlan’ların dünyasında Altılı Masa kompozisyonundaki itiş kakışlar, masadan hışımla kalkmalar ve tekrar oturmalar, kim ne kadar bakanlık alıyor/kime kaç vekil veriliyor pazarlıkları da hoş görülmemiş, karşılık bulmamış. Kabullenmek zor gelebilir, ama nihai sonuçta bu parantezin etkisini de görmek kaçınılmaz oldu.

        Bu Keloğlan meselesini asla hafife almamak gerekir.

        Nasıl ki, Binbir Gece Masalları'nı bilmeyen Arapları asla anlayamaz. Nasreddin Hoca’yı ve Keloğlan’ı anlamayan ya da unutanlar da folklorik temaların yoğurduğu Türk kolektif bilinçdışını çözemez ve tepeden bakma hali ile herşeyi akıl dışı telakki etme ve hakir görme eğilimine girer. Hakir görme ise günün sonunda üzerinde yaşadığınız toprak parçasına yabancılaşmanıza ve artık burada yaşayamacağınıza karar verme noktasına götürüyor.

        Tam olarak bugünlerde olduğu gibi.