Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca "İmar affını durduramayan bir sistem kentsel dönüşümü başaramaz"

        Esin Köymen Maltepe’nin ilk kadın belediye başkanı. İdealist kişiliği ve sol kimliği ile tanınan biri. Mimar ve bekar.

        Görür görmez kedi sahibi olduğunu anladığınız bir aurası var. Gururlu ama kibirli değil. Sert ama uzlaşımsız değil.

        Kadın siyasetçilerin üzerindeki cam tavan onun için de vardı ve kalındı.

        Hayatı boyunca Maltepe’de yaşamış olmasına, TMMOB geçmişine ve parti ile birçok çalıştayda ve kurulda yer almasına rağmen adaylaşma sürecinde kendisiyle ilgili “Esin Köymen ve Maltepe ne alaka yaa” diyen partililer oldu.

        Dahası uzaktan akrabası Mehmet Köymen üzerinden kendisini ‘mafya’ ile ilişkilendirmeye çalışan tezviratı aşmak zorunda kaldı.

        Bir kadın siyasetçi olarak cam tavanı geçerek yükselme niyetine girme ve benzerlerini geride bırakarak ipi göğüsleme yolunda yaptığı en iyi şey bir PR ajansıyla çalışmamak, halkla temasında kendisi olmakta ayak diremek oldu.

        “Asla değişmeyeceğim, asla bozulmayacağım, hep kendim kalacağım” şeklinde bir mottosu var.

        Şeffaf, hesap verebilir, adil ve herkesin kamu hizmetine erişebileceği sağlıklı bir yaşam alanı oluşturma amacıyla hareket ettiğini koltuğa değil göreve talip olduğunu üzerine basa basa söylüyor.

        Aynı zamanda üzerinde ağır bir yük var.

        Maltepe epeydir CHP’de olmasına rağmen selefinden güçlü bir Maltepe almış değil.

        Misal ilçedeki konutların çoğu 99 depreminden önce yapılmış durumda. E5 üstü mahallelerdeki derin kent yoksulluğu, toplu taşıma ile hala tanışmamış mahallelerin bulunması, okuma yazma bilmeyen kadın ve erkeklerin istihdam sorunları gibi pek çok yakıcı mesele şimdi onun kucağında.

        Esin Hanım Solcu, ama “Sol Show” yapmıyor. Hakikaten solda duruyor ama kavgacı değil, “üzümü boşver ağa, bağcı dövmeye geldik” türü solculardan değil.

        Aynı fikirde olmadığımız konu başlıkları oldu, ama gerildiğimiz tek bir an bile olmadı.

        Kendisini daha yakından tanımak istemiştim, iyi ki de öyle yapmışım. Böyle buyrun…

        Esin Hanım, malum eğer kadın iseniz, yerel yönetim için yarışmak ve erkeklerin kurduğu güç ilişkileri arasından sıyrılarak başarılı olmak başlı başına bir macera oluyor. Siz nasıl öne çıktınız ve ipi göğüslemenizdeki en temel etken sizce ne oldu? Kadın kotası mı etkendi, yoksa önemli avantajlarınız güçlü yanlarınız mı sizi destekledi?

        Bence benim durumumda kadın kotası etken değildi. Yıllarca Mimarlar Odasında yönetim kurulu başkanlığı yaptım. Hayatta bir duruşum vardı ve kamuoyu tarafından biliniyordum.Maltepeliyim, mimarlık ofisim burada, evim burada, hep burada yaşadım, Maltepe beni biliyordu. Avantajlıydım.

        CAM TAVAN GERÇEK AMA BEN BUNLARLA MORALİMİ BOZMAM

        Dezavantajlarınız yok muydu?

        Vardı elbette. Dediğiniz gibi bir kadının yerel yönetimin başına geçmek için yarışması elbette mücadele demek. Maltepe’nin ilk kadın belediye başkanıyım. Bu bazıları için iyi olsa da bazıları için iyi değildi sanırım. Ben partinin çalıştaylarında raporlamalarında bilim kurulu içinde yer alıyordum ama yine de “Neden partinin içinden yetişmiş biri olmadı?” şeklinde eleştiriler oldu. Uzun süredir parti üyeliğim olmasına rağmen partiyle ne ilgisi var denilecek kadar ileri şeyler söyleyenler oldu. Rahmetli babam ve rahmetli ağabeyim ilçede aktif siyaset yaptılar. Ben de geri planda onların çalışmalarına katkı sunan biri oldum hep ama bunları görmezden gelmek isteyenler oldu. O cam tavan var doğru, ama moralimi bozmam bunlarla, bozmadım da. İşyerim burada, evim burada. Mimar olarak bu kenti de ilçemi de hep gözlemleme şansım oldu. Artılarıma odaklandım. Ben kendimi saklamadan hayata baktığım yer nedeniyle ve inatçı kararlı solcu olduğum için seçildim bence.

        Sol kimliğiniz ön planda olmasına rağmen aday olduğunuz anlaşıldığında sizi sürekli mafyatik bir profil olarak bilinen Mehmet Köymen’e izafe eden tezviratlar yapıldı. Kampanyanızı etkiledi mi bu paylaşımlar ve bu işin aslı nedir?

        Evet bu şahısla bir akrabalığımız var. Ama kendisini hayatım boyunca bir kez gördüm. O kadar. Beni kızkardeşi yaptılar, eşi yaptılar, kızı yaptılar.Ziyadesiyle aday adaylığı sürecinde adaylaşmamam için yapılmış bir tezvirattı. Sonuç itibariyle mafya diye nitelendirilen biri var ise ben de solcuyum ve hayatım boyunca yaptığım tek şey kamunun yararını ve halkın yararını gözetmek… Bu iki çok uzak olguyu yan yana getirmelerindeki motivasyon çok sorunlu. Aslında bu da kadın olmakla ve bahsettiğiniz cam tavanla ilgili, bir kadını mutlaka sülalesindeki güçlü birine izafe etme, birinin eşi kızı kardeşi olarak görmeye çalışma alışkanlığı ile ilgili. Ama bu çok bilinçliydi. Madem bir erkeğe izafe edeceksiniz o zaman beni rahmetli ağabeyim Ercan Köymen’le anmaları gerekirdi. Ağabeyim Ercan Köymen burada AK Parti döneminde belediyede muhalefetin meclis üyesiydi. Her meclis konuşmasında benim ofisimi vergi memurları basardı. CHP Maltepe'de kazandıktan sonra başkan yardımcılığı yaptı. Milletvekili adayı oldu. Hep aktif siyasetin içindeydi. Ama partiye bu kadar emek vermiş Ercan Köymen’in kızkardeşi denmedi benim için de, ne gariptir ki partililer bile gittiler Mehmet Köymen’in kızı falan dediler. Akrabaymışsınız dediler. Ben de dedim ki, "Kendisini sizden daha fazla tanımıyorum".Çok komikti bu ve rekabetçiliğin geldiği nokta açısından manidardı. Ki dediğim gibi inkar etmiyorum, akrabamdır. Ama hayatımda bir kez gördüm. O da babamın cenazesinde.

        YETİŞKİN PARTİLİ KADINLARDA ERKEK SİYASETÇİLERİ DESTEKLEME EĞİLİMİ VAR

        Kadınlar ne kadar yanınızda durdu bu süreçte? Kadının aktif siyasette yer almasını güçlü şekilde destekleyen muhalefette kadınlar kadınları yeterince desteklemiyor gibi bir gözlemim var benim, katılır mısınız?

        Siyasette kadınlara biçilmiş roller var ve kadınlar da bunları kabul etmiş görünüyor.Çok ciddi emekleri var sürekli sahadalar ama siyasetin asıl vitrini hala ağırlıklı olarak erkek. Aynı yaş grubundaki kadın ve erkek arkadaşlarımız arasında gayri ihtiyari erkekler seçiliyor. Genç Kadınlar buna itiraz edebiliyorlar artık. Ama yetişkin olan kadın arkadaşlarımızda ise evladı gibi gördüğü kadın ve erkekler arasında erkeklerden yana tavır koyma durumu var ve bu çok ilginç.

        Siyasette başarılı olan kadınlar için ise başarılarını ‘erkek gibi’ siyaset yapmalarına borçlu oldukları yönünde bir tez var, buna katılır mısınız?

        En büyük problem kadınların erkek egemen davranış biçimlerine karşı çıkarken bir yandan da varolabilmek için aynı metodlara başvurması.

        Peki bu kadın siyasetçiler kendilerini erkeklerden nasıl nerede ayrıştırabilir? Mesela daha merhametli olarak, insanlara şefkatli yaklaşarak mı farklarını ortaya koymalılar?

        Sadece merhamet diyemeyiz çünkü bizde merhametle kadınları etiketlemek de kadınlara zayıflık ataması yapmaya eşdeğer oluyor. İktidar göstergesi olan hegemonik düzeni alt üst etmeli, eşitlikçi ve yatay ilişki kurma pratiğini geliştirebilmemiz lazım.Kadın aslında güçlü ve gücünü daha eşitlikçi politikalar üreterek, yatay ilişkiler geliştirmeyi başararak farkını ortaya koyabilir.

        Kadın siyasetçi olmanın farkından da öte, “Halkçı belediyeciliğin” özünde de olan bir şey değil mi merhamet ve şefkat?

        Doğru söylüyorsunuz. Şeffaf hesap verebilir denetlenebilir yerel yönetim, dezavantajlı gruplara duyarlı alan tarifi yapmak… Bunlar hep adalet duygusuyla ilgili. Toplumda çocuklar, yaşlılar, kadınların öncelenmesi ve eşit hale gelmeleri için çalışmak, bunlar hep şefkatle ve merhametle ilgili. Bunlar kadınlarla ilgili olarak kullanıldığında kulağa kötü gelen, özellikle kadını zayıf gösteren özellikler gibi lanse ediliyor ama aslında değil. Sadece merhametle olmaz ama merhametsiz hiç olmaz .

        MUHAFAZAKAR SEÇMENE BİR ADIM GİTTİK ON ADIM GELDİLER, ONU GÖRDÜK BU SÜREÇTE

        Maltepe’de muhafazakar seçmen var mı, muhafazakar seçmenle aranız nasıl?

        Muhafazakarlarla da ilişkilerim iyi. Benim için hep “Solcu ama dürüst” dediler.

        Ama bir 'ama' var yani…

        Evet ‘ama’lı. Sadeliğim de muhafazakar seçmenin hoşuna gitti bence.

        AK Partili olmayan bir muhafazakarlık türü de var sanırım Maltepe’de…

        Her yerde her türü var muhafazkarlığın. CHP’ye oy vermeyen onları dinden uzak yabancılaşmış gören kesimle bire bir görüştüğümde onlar beni “Solcu ama…” ya da işte “CHP’den aday ama…” diyerek bir paranteze aldı, bunu hissettim. Çünkü o bahsettiğimiz eşit ilişki kurma, sadelik, bağırmayan sakinlik saygılarını kazandı. Biz bir adım gittiğimizde onların on adım geldiğini gördük gerçekten bu süreçte. Dahası insanlara doğdukları yerlerden kimliklerinden bağımsız olarak eşit hizmet götürme vaadi bile sanki olağanüstü bir şey söylemişiz gibi muamele gördü her kesimden seçmenden. Bu çarpıcıydı. Siyaset bizleri birbirimizden çok koparmış. Solcu olmam benim başka hayat tarzı olanlarla, muhafazkarlarla ilişki kurmamın önüne neden geçsin mesela böyle saçma bir şey olabilir mi ama olmuş, verili siyaset bunu dayatıyor çünkü. Ama bu dayatmayı umursamadan sadece samimiyetle yol aldığınızda da insanlar bunu hissediyor.

        BELEDİYE DUVARLARINA BİR KÂR-ZARAR TABLOSU ASACAK İSEK BU KENDİ KARNEMİZ OLMALI, GİDENİNKİ DEĞİL

        Maltepe’nin bir önceki yönetimiyle farklılıklarımız olduğunu anladık” gibi bir ifadeniz oldu Habertürk’te Esra Toptaş’ın programında. Neyi kasdettiniz?

        Birincisi kamuyu öncelemek ve bireyleri öncelemek arasında çok ciddi fark var. Ben başka bir şey daha söyledim. Önceki belediyelerin borç tablolarının duvarlara asılmasıyla ilgili…

        Evet onu da soracaktım…

        Ben bunu da doğru bulmuyorum mesela. Beş yılın sonunda her belediye kendi karnesini oraya asmalı mümkünse. AK Parti’den devralınan partilerin duvarlarına borç tabloları asmak yerine her belediye beş yılın sonunda kendi karnesini duvarlara asmalı. Karnemiz budur buyrun şu kadar borçla ya da borçsuz devrediyoruz diyebilelim önce. Ya da borçluyuz evet ama bakın neler yapmışız, bakın şu nitelikli kamu hizmetini üretmişiz diyebilelim. Aksi takdirde gidenin arkasından konuşan oluruz.Belediye başka partiden alınınca bunu yapmak, kendi partimizden devralınca hiç oraya dönüp bakmamak, bunlar doğru da değil adil de değil.

        BENİM OFİSİMDE DE KÜÇÜK BİR BANYO VAR

        Esin Hanım orada hadi yine gerçekten defter verileri söz konusu. Ben şahsen merak ederim yıllarca yöneten belediye ne kadar borç takıp gitmiş. Ben ona takılmadım mesela. Asıl tuhaf olan 'Jakuzi' gibi karikatürleştirmeler yapılması değil miydi? Jakuzi dedikleri banyo çıktı. Sonra eh banyo da anormal sonuçta denildi. Sizin ofiste banyo yok mu?

        Var. Benim ofisimde de küçük banyo var. Ama burada olan şu: Belli ki mekanlarda şatafat fazla olunca abartıları göstermek için ona değinmek için bir yol olarak görüldü o. Ama bu iş böyle tartışılmaz. Bizim toplum olarak bir ‘ye kürküm ye’ durumumuz, makamın ağırlığını belirginleştirmeyi lüks ile etiketleyen bir tavrımız var.Bu yanlış anlayış yüzünden makamları ele geçirenler gösterişe, abartıya ve tamahkarlığa yöneliyor.

        KENDİMİZİ BOZMAYACAĞIZ

        Abartı bir başarı ölçüsü oldu adeta, geniş toplantı alanları, her şeyi büyük yapmak, hakeza Yunus Emre belediyesindeki şatafat görüntüleri…

        Evet. Bir masa bir bilgisayar ortopedik bir koltuk yeterli oysa. Ha bir de evet küçük bir banyo olsun ofiste hadi. Ama abartıya gerek yok. Bu abartıdan, ye kürküm ye anlayışından kurtulmak derin bir eğitim gerektiriyor. Toplumda da ne kadar takıp takıştırmışsa ne kadar gösterişliyse o kadar zengindir, ne kadar zenginse o kadar başarılıdır anlayışı oluşmuş. Oysa sadelik oturmuşluğun, doymuşluğun, tamah etmemenin göstergesidir. Asıl değerli olan budur. Bunun hatırlanması lazım. Ben o yüzden çok kararlıyım: İnandığımız şekilde yaşayacağız. Biz kendimizi bozmayacağız. Aday adaylığı sürecinde herkesin belirli ajanslarla çalıştığı ve dolayısıyla konuşmalarının el hareketlerinin birbirine benzediği o süreci yakından gördüm. İnsanların diksiyonları mimikleri bile birbirlerine benziyor. mesela bu da sahte, gereksiz bir iş. Benim ilk reddettiğim şey buydu.

        Ajansla çalışmadınız mı?

        Hayır.

        İlginçmiş, tebrik ediyorum sizi.

        Çok zordu Nihal Hanım, kabul ediyorum. Ben gönüllü grubumla çalıştım. Küçük bir bütçeyle herşeyi kendimiz yaparak güvene dayalı bir yol arkadaşlığı ile yürüdük. Sahici olabildik kendimiz olabildik bu sayede. Partili partisiz hem Maltepe forumdan, hem TMMOB’den hem CHP’den hem dışardan gelenlerle oluşan bir gruptu ve o yol arkadaşlığı çok önemliydi.

        GÖREVE TALİP OLDUM MAKAMA DEĞİL

        Kendimizi bozmayacağız” derken tam olarak kasdettiğinizi biraz daha açmanızı isteyeceğim…

        Şimdiye kadar neye inandıysak neyin mücadelesini verdiysek aynı şeyleri burada yapacağız demek.

        Neyin mücadelesi tam olarak o? Bir alan tarifi yapın…

        Şunu söyleyeyim Nihal Hanım. Hiçbir zaman belediye başkanı olacağım diye yola çıkmadım, belediye başkanlığı yıllarca meslek odamda yerel yönetimler kentleşme ve çevre politikaları açısından neyi savunduysam o savunduklarımla ilgili sorumluluk alma fırsatı oldu benim için. Göreve aday oldum, makama değil. Görev de insanları sosyal donatılarından yeşil alanlarına ve kamu hizmetlerine erişime varana dek sağlıklı, niteliklikli bir yapılı bir çevrede yaşatabilmek. İnsanların ekonomik güçsüzlüğü nedeniyle kamu hizmetlerinden yararlanamadığı durumları ortadan kaldırmak. Yerel yönetimin en temel görevleri bunlardır ve ben bu göreve talip oldum.

        Değiştiğinizi düşünenler olmuş ama. Gıcıklık yapmak gibi olmasın ama şunu sorayım, sizinle ilgili bir sosyal medya taraması yapıldığında 2013 yılında Maltepe sahilinin doldurulmasına karşı çıkmanız ama 2024’te de tanıtım kampanyanızı o doldurulan yere yapılan parkta çekmenizle ilgili eleştiriler geliyor hemen. Bu fikriniz değişti mi?

        Yok hiç değişmedi. Yine gönüllü arkadaşlarımızın yaptığı çok keyifli bir müzik eşliğinde deniz kenarından başladık yukarı mahallelere kütüphanelere kadar yürüdüğümüz videoyı diyorsunuz değil mi, şarkısı çok güzeldir.

        Evet o video.

        Evet tabii ki o parkta yürüdüm. Şöyle ki, 2011’de Maltepe sahilinde yaklaşık 1 milyon 200 metrekarelik bir dolgu çalışması yapıldı. Biz de 99 depremini yaşamışız, kıyıların doldurulmuş alanların ne kadar kırılgan olduğunu biliyoruz. Ayrıca Kıyı Kanununun uygulama yönetmeliğine de aykırı bir doldurma işi o. Yine ayrıca, teknik olarak da kaya dolguyla yapılması gerekirken hafriyatla dolgu yapılmış. Biz bu işe karşı çıktık. Eylemler yaptık. Meslek odaları üzerinden imza kampanyaları ve basın açıklamaları yaptık. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına 15 bin imzayı verirkenki basın açıklamalarının görüntüsüdür o 2013’te böyle yapmış dedikleri görüntülerde olan. Karşı çıktık hala da karşıyım. Ama bu böyle diye ben kampanyam sırasında denizle kıyıyla ilişki kurmayayım mı? Maltepe’de yaşam var diyorum ben, Maltepe’nin ormanı var, denizi var tüm zarar vermelere rağmen kıyısı var. Bu dolguyu onaylamak değil, bu Maltepe’yi sevmek. Bugün dolgu yapılsa yine karşı çıkacağım. Ekosistemi yok ediyor ve Kuzey Anadolu fay hattındaki deprem Maltepe sahilini ciddi şekilde etkileyecek

        Dediniz ya, bir makama değil göreve talip oldum diye, bu görevli olma bilinci açısından koltuğa oturur oturmaz ilk yaptığınız şey ne oldu?

        Yaşadığımız yerde yaptığımız her şey aldığımız her karar çocukların geleceğini etkileyecek. Onların hayatları için karar verirken tüm kurgum çocukların hayatını kolaylaştırmak üzerine. Maltepe'de yaşayan çocuklar benim çocukluğumdaki gibi özgür değiller. Biz sabahtan akşama kadar sokakta oynardık. İlk yaptığım şey sokakları çocuklara geri vermek için ne yapmamız gerekiyor konusu oldu. İlk harekete geçtiğim konu, çocuk parklarımızın durumu nedir, yeşil alanlarımızın durumu nedir, onlara oyun sokakları nasıl verilebilir meselesine bakmaktı. Ayrıca çocuk ve kadın birbirinden koparilabilir iki ayrı şey değil. Çalışmalar süresince burada yaşamama rağmen bu kadar derin kent yoksulluğu olduğunu nasıl olup da fark etmemiş olduğumu da gördüm. Tek başına ebeveynlik yapan bazı kadınların okuma yazması bile olmadığını gördüm.

        2024 İSTANBUL’UNDA OKUMA YAZMA BİLMEYEN GENÇ KADINLAR VAR VE ÇALIŞMAK ZORUNDALAR

        50 yaş üstü kadınlar mı?

        Hayır. Ayakları üzerinde durmaya çalışan, karamsar olmayan, kendilerine güvenen ama okuma yazma bilmeyen bu kadınlar 25-40 yaş arasındalar maalesef. Gençler yani. Bu çok etkiledi beni. O kadar sosyalleşemiyorlar ki varlıklarından haberdar değiliz. Temizliğe gidecekler ama okuma yazma bilmedikleri için çocukları okuldan alma saatini kaçırıyor ve üzülüyorlar o noktada destabilize oluyorlar. Düşünün 2024 İstanbul’unda oluyor bu. Bu başka bir şey ve başka çözüm gerekiyor.

        Yaralayıcı bir durum sahiden, peki bu meseleye sizin çözümünüz ne?

        Meselelerin felsefesini kavrayıp mekansal karşılık yaratmak. Mahalle evleri diye bir projemiz var. Bu kadınların başka mahalleler arasında yolculuk yapmak zorunda kalmadan çalışabilecekleri, iş çıkışı gönüllü eğitmenler sayesinde okuma yazma öğrenebilecek, çocuklarının gelip bir tas çorba içebileceği yerler. Aynı zamanda ilçenin yönetimine katılma mekanizması olarak mahallenin sorunlarını ortaklaştıkları ve taleplerini netleştirebildikleri mekanlar olacak bunlar.O yüzden Maltepe’de yaşam var diyoruz.

        Açıldı mı açılmak üzere mi?

        18 mahallemiz var, her birinde olacak. Başladık çalışmaya. Mahalle evleri içine yaşam merkez gibi ya da başka fonksiyonları da olan daha kapsamlı komplekslerin bir parçası olacak.

        Ama asıl sorun kadınlardan ziyade erkeklerde onu da gördüm. Geçen gün vatandaşlardan bir hanım geldi ve şunu söyledi 16 yaşında evlenmiş, eşi okuma yazma bilmiyor. Erkek bu kadar dezavantajlı olduğunda bunu ifade bile edemiyor. Kadın en azından söylüyor, çare arıyor. Nitekim erkeğin bu sorununu da gelip karısı söylüyor bize.

        Hay Allah. Peki Mahalle evi bu tür erkeklere de açık olacak mı?

        Olabilir. Ama dahası var. Büyükbakkalköy diye bir mahallemiz var bizim. İlk mahalle ile çalışırken erkek sayısı ile kadın sayısı arasındaki fark dikkatim çekti. 9000 küsür erkek 1000 küsür kadın. Meğer cezaevi nedeniyle imiş. Oraya bir toplantı için gittim kahveye. Yaş ortalaması yüksek ve mahalleye kısılıp kalmış bir sürü erkek vardı kahvehanede. Çünkü en yakın toplu taşımaya ulaşmak için 3 km yürümesi gerekiyor insanların. 2024 İstanbul’unda E5 üstü mahallelerdeki derin yoksulluk ve izolasyonun boyutuna bakın.

        BELEDİYE ŞİRKET DEĞİLDİR, NOKTA!

        İnsanı sarsan vakıalar sahiden. Ama şimdi Allah aşkına, mahalle içine girmeyen belediye otobüsü olur mu? Belediyenin görevi değil mi bu? Kaç dönemdir Maltepe CHP’de diyen de sizsiniz.

        Tam da bunu söylemeye çalışıyorum. (Önceki dönem yönetimi ile arasındaki mentalite farkını kastediyor -NBK’nın notu) Ya buraya gözünüzü kapatırsınız ya da sorunu görüp orada başka türlü bir ulaşım aksı gerekiyor deyip gerekeni yaparsınız. Bu kadar basit.

        Rantı getirisi yok diye mi yapılmamış bugüne kadar?

        Evet maalesef. Ama işte belediye şirket değilidir. Nokta. O parti bu parti bakmadan önce bunu hatırlamak gerekiyor. İnsanlar size hayatlarını kolaylaştırın diye oy veriyor. Siz şirket değilsiniz belediyesiniz, kâr zarar karşılaştırması da yapamazsınız. Belediye hizmet vermek zorunda. Gerekirse borçlanır. Borçlanma yani o asılan borç tabloları falan da tek başına hiçbir şey ifade etmiyor aslında bu yüzden. Önemli olan verilen kamu hizmetinin niteliğidir. Az önce dediğim gibi ben şunu vadettim, şu hizmetleri verdim şu çözümü ürettim, bu kadar da borçlandım. Her belediye kendi karnesini halka sunmalı görevi süresi bittiğinde diyorum bu nedenle.

        Siz başta çocuk dediğiniz için ister istemez başıboş sokak köpekleri konusu da aklıma geliyor. Bu konuda sağlıksız bir konumlanma var. Bazı hayvanseverler sürecin en başında adeta parçalanan çocukları suçlayan bir dil ürettiler, insanlara karşı saldırganlığı tescillenmiş hayvanları koruma derdine girdiler. Başka bir grup ise tüm hayvanlar toplansın derdinde. Maltepe'de bu sorun nasıl çözülecek?

        İki tutum da sağlıklı değil. Bizim E5 üzerindeki ormana yakın mahallelerde bu sorun çok gündeme geliyor. En temelinde bir populasyon dengesi kurmak zorundayız. Kısırlaştırma çalışmaları düzgün yürümediği için populasyon dengesizliği oluştu. Pandemi dönemi çok kritik bir dönem. Pandemi döneminde herkes inanılmaz hayvansever oldu, pandemi bitince de çiftliklerden pet shoplardan aldıkları hayvanları sokağa attılar. Sorunu yaratan büyük ölçüde insanlar. Ancak çocuklar yaşlılar bunun bedelini ödeyemez. Normalde sokak hayvanlarını alıp kısırlaştırıp aşısını yapar doğal mekanlarına bırakırsınız. Ama bunu bir yıl bile ihmal ettiğinizde denge bozuluyor. Eğer saldırgan ise barınaklara almak zorundasınız, dışarı bırakamazsınız. Bunun için emek vermeniz gerekiyor. Bu dönem yerel yönetimlerin en temel görevi bu populasyon dengesini kurmak. Biz şu an Büyükşehir Belediye Başkanı ile beraber bir proje yürütüyoruz. Saldırma potansiyeli olan hayvanların orada izole edilmesi için. Uyutma gibi önerileri doğru bulmuyorum.

        DEVLETİN VE YEREL YÖNETİMLERİN GÖREVİ MÜLK SAHİBİ YAPMAK DEĞİL, SAĞLAM KONUTU ERİŞİLEBİLİR KILMAK

        Maltepe’deki yapı stokunun oldukça eski olduğu biliniyor, büyük yüzdesi 99 depremi öncesinde yapılmış binaların. Sizden önce de üç dönem CHP vardı Maltepe’de. Ne kadar yol alınmış? Daha doğrusu Maltepe’deki durum ne kadar vahim? Nasıl bir planınız var kentsel dönüşüm bağlamında?

        Birincisi sağlam konutta oturmak bir ‘hak’ olarak tanımlanmış zaten. İnsanların anayasal hakkı bu. Bizim bunu gayrimenkul sahipliğinin insafından çıkarmamız gerekiyor.

        Ne demek bu?

        Yani konut, kâr getirici bir ticari metanın konusu olmaktan çıkarılmadığı sürece speküle edilir. İnsanların sağlam konutta yaşama hakkı engellenir.

        Konuta bakışın tamamen değişmesi gerektiğini savunuyorsunuz…

        Evet. Bakın ben 1999 depreminin hemen sonrasında Maltepe’deydim, depreme orada yakalandım ve hala aynı evde yaşıyorum. 2005 yılında İstanbul’un birçok yerinde ve Maltepe’de de kentsel dönüşüm kentsel yenileme alanları ilan edilmeye başlandı. Ağırlıklı olarak gecekonduların yoğun olduğu mimarlık mühendislik hizmeti almamış kaçak yapıların olduğu yerlerdi. İki tarafı vardı bunun. Bir, bunlar yoksul emekçi mahalleleri idi. Bizde Gülsuyu, Gülensu ve Başıbüyük mahalleleri böyleydi. Bunların imar planları yapıldığında üretilen çözüm insanların hayatını kolaylaştırmayan,yap sat sektörünün memnuniyetini sağlayan bir dayatma gibi sahaya kondu. Dolaysıyla bu alanlardaki dönüşüm hala gerçekleşemedi. Çünkü insanların maddi olanakları yok. Bir müteahhitle anlaşabilmelerinin yolu yok. Devletin sosyal konutprojeleriyle çözüm üretmesi gerekiyordu. Bunların bir kısmı hazine arazisi üzerinde yani zaten mülkiyet yok. Biz herkesi mülkiyet sahibi yapmak zorunda değiliz Nihal Hanım. Konut bir haktır, erişilebilir ucuz sağlıklı konut üretmek bir zorunluluktur. Ama bu ne demek? Ortalama insanların maaşlarının dörtte birini barınma için ödeyebilecekleri bir mekanizma kurmak demek. Sosyal devlet dediğimizi sosyal belediyecilik dediğimiz şey bunu yapar. Konut oluşturur ama satmaz, ucuza kiraya verir. Bunları farklı farklı yapar, kira modelleri ona göre değişir. Bu yapılsaydı piyasadaki fahiş kira artışlarının da önüne geçilmiş olurdu.

        Çok güzel bir öneri ama mesele şu, bu insanlar buna razı olur muydu? Hazine arazisine gelip gecekondu yapmış, yetmemiş kaçak kat çıkmış başkası vergi öderken bundan hiç gocunmamış ve çıkarını maksimize etmeye odaklanmış bir insan malzememiz var, emekçi olsun ya da olmasın… Kaçak olarak işgal ettiği yerin mülkiyetine de sahip olduğunu düşünüyor bu insanlar. Bu öneriyi sunsanız itiraz eder kıyameti koparırlar.

        Evet haklılar da. Çünkü 40-50 yıl orada yaşamış, konut sorununu çözmemişsiniz, dünya kadar gecekondu ve imar affı yapmışsınız, ondan sonra işgal ettiğiniz yer hazine arazisi ama ben bunu size satacağım demişsiniz, alıştırmışsınız.

        Devlet şu an bunu yapsa, üzerinde durduğun yer sana ait değil, binan da kaçak ben sana sıhhatli konut yapıp uygun fiyata kiralayacağım ama sen de bu oturduğun yerin senin mülkün olmadığını bil dese insanlar razı olmayacak, bu durumda bu bakış açısı ne kadar çözüm içeriyor?

        Şu an razı olmazlar artık, doğru. Çünkü bunun tam tersi işler yıllarca yapıldı ve bu bir alışkanlığa sebep oldu. Benim dediğim şu: Belediye kendi mülkiyeti olan yerlerde ucuz kiralık sosyal konut üretir, ihtiyacı olan da o sosyal konutlardan yararlanır. Bunu hiçbir zaman satışa konu etmezsiniz, çünkü belediyenin görevi birilerini mülkiyet sahibi yapmak değildir ama hem belediyenin hem devletin görevi insanların can güvenliğini ve barınmasını sağlamaktır, anayasal haklardan kaynaklanır bu görev. O zaman bunu yapalım buna uygun çözüm üretmeye başlamamız gerekiyor.

        İMAR AFLARINI DURDURMAYAN BİR SİSTEM KENTSEL DÖNÜŞÜMÜ BAŞARAMAZ

        Dönüşüm dediğiniz şeyi ticari bir meta ve ticari faaliyete konu bir alan olarak görürseniz, orada yaşayanlardan da sürece mali olarak katılmalarını isterseniz bu yoksullukta çok geniş kitleler evlerini dönüştüremez. Şu anda insanlar evlerine gıda götüremez iken siz insanlara buyrun evinizi yıkıyoruz ama hızlıca yenisini yapıyoruz şu kadar da para verin derseniz insanlar bunu yapamaz. Bankalar bile kredi vermiyor artık.Verseler ne olacak hoş, kim hangi geliri ile borçlanacak? Konutu ticari meta ve yatırım aracı olmaktan çıkarmayan, imar aflarını durdurmayan sistem kentsel dönüşümde hiçbir zaman ciddi bir başarı sağlayamaz. 99’u yaşadık, 2001’i yaşadık, 2004’ü yaşadık, arkasından İzmir’i yaşadık, 6 şubat’ı yaşadık ama bir arpa boyu yol gidemedik.

        Yarısı Bizden gibi kampanyalara da sıcak bakmıyorsunuz o zaman?

        Yeterli de değil gerçekçi de değil. Yani yeni binada dört kişilik ailenin barıncağı ev bile siz söylediniz az önce 7 milyon TL!Diyorsunuz ki 3.5 milyonu ben veriyorum kalanını karşıla. Soralım, bu konutlarda oturanların hangisinde 3.5 milyon TL var. Yok. Eh hadi kredi al. Bankalar maksimum 700 bin TL kredi veriyor. Nasıl olacak bu? Bu kadar büyük krizin olduğu yerde bu gerçekçi değil.

        1 kat ya da 1,5 kat imar vadeden belediyeler vardı bu yerel seçimde, daha önceki imar planını yapanın bir bildiği yokmuş gibi, bol keseden kat vadedildi. Mesela Üsküdar’da dağıtılan broşürlerde vardı bu. Üsküdarın kentsel dönüşümden faydalanan mahallelerinde iki günde bir elektirik kesiliyor, altyapı taşımıyor ama hala 2024 seçiminde fazladan 1,5 kat imarı vadedildi. Sıkıntılı bir yol olduğu kesin ama bu sorunu kısmen de olsa çözüyor mu?

        Çözmez. Doğru bulmuyorum bu kat vadetme işini. Yol genişlikleriniz belli, sosyal donatı alanlarınız belli, altyapınızın kapasitesi belli. Her fazladan kat verdiğinizde nüfusu arttırıyorsunuz. Artan nüfüsa yetecek altyapınız, otoparkınız, sağlık tesisiniz, çocuk parkınız, okulunuz, ibadethaneniz var mı acaba? Yok, nasıl veriyorsunuz o zaman bunu? Buralar yeni alanlar değil, Üsküdar da değil Maltepe de değil. Buralar yapı stokuna doymuş yerler. Olmaz. Ama oldurmak için de bazen şu yapılıyor: Yeni yerleşim yerleri yaşama açılıyor. Askeri alanlar buralar genelde ve yapılaşmaya açılıyor. E peki iyi de biz deprem bekliyoruz yahu? Geçici olarak da olsa çadırkentler kuracağımız alanlar yok, olanlar işte o alanlar. Bir kent böyle planlanmaz. İstanbul depremi Marmara’nın tamamını etkileyecek ve biz durum buyken toplanma alanlarının ve geçici barınma alanı olarak kullanılacak yerlerin ne kadar önemli olduğunu bildiğimiz halde, biz o alanlarıbina yapıp satmak için kullanıyorsak, yani kamu mülkiyetinden çıkarıp özelleştirmeye çalışıyorsak aslında kendi sonumuzu kendimiz hazırlıyoruz demektir. Mesele bu. Sistemin kendisi yanlış.

        Sistemin bu yanlışını Maltepe’de nasıl aşacaksınız?

        Çok net bir projemiz var. 11,5 milyon metrekarelik bir askeriyeden boşaltılmış kışla alanımız var. Bunun 500 bin metrekaresi Toplu Konut idaresi tarafından konut projesi olarak satışa konuldu. 500 bin metrekaresi fuar kongre merkezi alanı olarak bir şirkete verildi Bakanlık tarafından. Bakanlık yine 125 bin metrekaresini de bir spor kulubüne verdi. Biz de diyoruz ki burası Maltepe ilçe sınırları içerisinde. Burada yaşayan insanların ucuz kiralık sosyal konuta ve afet esnasında toplanma alanına ihtiyacı var. Sağlık tesisi olarak hizmet verecek tesis için de alana ihtiyacımız var. Bunlar özelleştirilmesin, alanı bize devredin, biz kamunun ihtiyaçları doğrultusunda bu alanları kullanalım. Ucuz kiralık konutu burada biz yapalım. Sağlam ve satışa konu edilmeyecek konutlar yapalım.Kentsel dönüşümü sadece yıkıp yeniden yapma vemüteahhitlere iki üç kat vermek yerine bir kooperatifleşme usülü ile, cüz’i kârla yapılan alternatif imalat yöntemleriyle bunu başaralım. Büyükşehirin KİPTAŞ’ı dahil belediye şirketleri bu amaçla çalışsın.

        Bu projeyi bakanlıkla görüştünüz mü? Ne karşılık aldınız daha doğrusu ne karşılık alacağınız belli değil mi?

        En kötü ihtimalde belediyeye ait hisselerimize karşılık gelen alanlarda kooperatif yöntemleriyle dönüşüm projesini uygulayacağız, ürettiğimiz binaları satışa konu etmeyeceğiz ve bunlar ucuz ve sağlam kiralık konutlardır gelin burada yaşayın diyeceğiz. İnsanlar bu yöntemin çalıştığını görünce, ki görecekler, bu da olabiliyormuş diyecekler ve hükümet edenler bu yolu seçecekler artık. Nitekim biz bunları söylemeye başladığımızdan beri ucuz sağlıklı “sosyal konut projeleri” konuşulmaya başlandı.