Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Türkiye ne yapmak istiyor?

        Bölgemizdeki çatışmaların artık savaş boyutuna geldiği ortada. Ancak böylesi bir tablo bile hayati önemdeki tartışmaları soğukkanlı biçimde yürütmemize yetmiyor. Türkiye’de ister siyasetçiler, isterse okur-yazarlar eliyle olsun fark etmez. Hafıza, sadece kavgaların malzemesi. Geçmişte kimin bir diğerine ne söylediği, bir tecrübeye değil, tartışmalarda birbirimize fırlattığımız taşlara dönüşüyor.

        Belki cesaret edip konuşamadığımız bazı ayrıntılar bize karşı karşıya olduğumuz değişimin ve dönüşümün ne olduğunu bir parça gösterebilir.

        STRATEJİK ÖNCELİKLERİMİZ

        İran ve İsrail arasında devam eden çatışmanın, merkezinde olduğumuz coğrafyada tetiklediği gelişmeler, hangi planın parçası olursa olsun Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor. Bu tür dönemlerde stratejik önceliklerinizi gözden geçirmek ve değerlendirmek gerekebilir.

        Mesela gündeminizde olan bazı sorunları ve tartışmaları geçici ya da kalıcı olarak geride bırakmak gibi. Ayrıca yeni süreçten (tehditten) olabildiğince az hasarla çıkabilmek, hatta kendi lehinize çevirebilmek için kronik sorunlarınıza dair yeni hamlelere de ihtiyaç duyabilirsiniz.

        Bu yönde devlet aklını oluşturan tüm unsurların çok ciddi bir gayret içinde olduğunu düşünüyorum. Dışişleri başta olmak üzere muazzam bir hareketlilik var Ankara’da. Türkiye ölçeğinde ve gücünde bir ülkenin stratejik öncelikleri elbette birdenbire değişmez. Ancak yaşadığımız bölgede hiçbir şey bir yıl öncesindeki gibi değil. Mevcut dengelerin her geçen gün daha fazla sarsılacağını öngörmek için de büyük analizlere ihtiyaç yok.

        İÇ CEPHE NEDEN ÖNEMLİ?

        Türkiye, bu gidişatın ortasında hadiseleri etkileme kapasitesi en yüksek ülkelerden biri. Bir türlü günlük siyasi tartışmaların ötesine taşıyamasak bile, gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, gerekse MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son dönemde ifade ettiği uyarılar, hamleler ve öneriler hayati önem taşıyor.

        “İç cepheyi sağlamlaştırmak”, yeni süreçte daha dirençli olabilmenin, dolayısıyla da ortaya çıkması muhtemel yeni sorunlara hazırlıklı olabilmenin arayışı. Kaç gündür tozlu rafları karıştırmanın vesilesi olan “DEM Parti’ye el uzatma” dahil, atılan her adım ve planlanan her süreç bu dikkatle ele alınmak zorunda. Müflis tüccar misali eski defterleri karıştıranların, Türkiye’nin geleceğine odaklanması daha hayırlı olur.

        TÜRKİYE NE YAPMAK İSTİYOR?

        Meclisteki el sıkışmanın ardından ortaya çıkan tartışmalar, birkaç tez üzerinden yürüyor.

        Birincisi, Erdoğan-Bahçeli hattının kendi iktidarlarını korumak için yaptığı bir hamle olduğu. En kaba haliyle “Kürt oylarını alabilmek” diye tarif ediliyor. Açıkçası ciddiye alınacak bir yanı yok.

        İkincisi, “Kürt sorunu”nun çözümüne yönelik yeni bir yaklaşım olduğu ve iktidar için ciddi riskler taşıdığı. Meselenin böyle bir boyutu olsa da, bundan çok daha fazlası var.

        Bir üçüncüsü, benim de savunduğum tez. Bölgede ortaya çıkan çatışmaları ve muhtemel sonuçlarını da dikkate alarak, kronik bir sorunun yeni yaklaşımlarla ele alınması. Bu durumun şartların dayattığı boyutları var mı, evet. Ancak bundan ötesi Türkiye’nin siyasi sınırlarının dışındaki Kürtlerle olan ilişkisini yeniden tarif edip yola çıkabilmesi, gücünü artıran, bölgede barışa dair nefes alanları oluşturan bir hamle olabilir.

        SÜREÇ SANCILI VE UZUN

        Terörle mücadele konusunda Türkiye’nin kararlılığı ve başarısı, bu süreci doğru yönetebilmesindeki en büyük avantajlarından. Bu iradede en küçük bir geri adım ya da zayıflama söz konusu bile olamaz. Sözünü ettiğim değişim/dönüşüm süreci sancılı ve uzun geçecek.Sadece buna işaret etmeye çalışıyorum.

        Yazdıklarımın da, ortaya çıkabilecek risk ve maliyetlerin de, en önemlisi bunların çok hassas adımlarla ve iç cephenin sağlam tutulmasıyla mümkün olduğunun farkındayım. Ancak karşımızdaki tablonun ne denli vahim olduğuna dair şu saatlerde yaşanan bir örneği aktarmak istiyorum.

        İsrail’in Lübnan’da Birleşmiş Milletler Geçici Barış Gücü binasına saldırıp tanklarla yürüdüğü bir dönemdeyiz. İsrail’in zaten hiçbir zaman tanımadığı uluslararası hukuk, insani değerler ve savaş suçları konusundaki pervasızlığı akıl almaz boyutlara erişti.

        BM’ye yönelik saldırı, küresel ölçekte işin seyrini değiştirir mi? ABD’den gelen sinyaller İsrail’in güvenliği adına, bu soykırım ve vahşetin yanında durmaya devam edeceklerini gösteriyor