Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Lübnan'ı yeniden düşünmek
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gazze’deki insanlık dışı katliam ve dram devam ederken, geçen hafta itibarıyla dikkatlerimiz Lübnan’a çevrildi. İsrail, çağrı ve telsiz cihazlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırıların ardından Lübnan’a ağır bir bombardımana başladı. Dahası, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah başta olmak üzere, örgütün lider kadrosundan pek çok isim de bu saldırılarda hayatını kaybetti.

        7 Ekim sonrasında Hizbullah, İsrail’e yönelik saldırılarını kontrollü bir stratejiyle devam ettirirken, benzer bir dengeyi daha büyük ölçekte İran’ın da kurmaya çalıştığını hep birlikte izledik. Hizbullah, Gazze’deki katliam devam ederken, İsrail’e karşı gerçek anlamda bir cephe açmayı tercih etmedi. Gelinen nokta, bu kontrollü stratejinin işe yaramadığını gösterdi ve İsrail bu kez Lübnan’ı doğrudan hedef aldı.

        Elbette şu noktayı dikkatten kaçırmamak gerekiyor. İsrail’in Hizbullah’a ve dolayısıyla Lübnan’a yönelik son saldırıları, istihbari, askeri ve teknolojik açıdan uzun yıllar planlanmış özelliklere sahip. Çağrı cihazı ve telsizler konusunda bu durum bambaşka boyutlar kazandı. Çünkü bu saldırıların, aynı zamanda örgüte yönelik geniş bir bilgi ve istihbarat elde edildiğini göstermesi, çok geçmeden pratiğe dönüştü. Hizbullah’ın lider kadrosunu hedef alan saldırıların, özellikle içeriden ciddi bir istihbarat sızıntısına dayandığı da çok açık.

        ABD, FRANSA VE HİZBULLAH

        İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmalarla ilgili, ABD Başkanı Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un üç haftalık ateşkes önerisini okuyunca, 30 yıl öncesini hatırlamadan edemedim. Kısaca aktaracağım bu hadiseleri okuyunca, ABD ve Fransa’nın böyle bir ateşkesi gerçekten isteyip istemeyeceğine siz karar verin.

        Tarih 18 Nisan 1983. Beyrut’ta ABD büyükelçiliğine yönelik bombalı saldırıda, aralarında büyükelçilik ve istihbarat çalışanlarının da bulunduğu 63 kişi öldü. 23 Ekim 1983’te ise bomba yüklü bir kamyon, Beyrut’taki Amerikan Deniz Piyadeleri Kışlası önünde patladı. Yaklaşık 2 dakika sonra bu defa Fransız askerlerinin kaldığı bina önünde ikinci araç infilak etti.

        220’si deniz piyadesi olmak üzere 241 Amerikan askeri öldü. Fransızların askeri kaybı ise 48’di. Kısa süre sonra ABD, bölgeden tüm askerlerini çekti. Bu saldırıları Hizbullah üstlenmese bile, tarihin kayıtlarına İran destekli Hizbullah eylemleri olarak geçti.

        Lübnan’daki son hadiselere dair, özellikle de Hizbullah’ın Suriye rejimine verdiği destek ve eylemleri üzerinden yoğun bir tartışma var kamuoyunda. Daha geniş tartışmak kaydıyla şu notu düşmek istiyorum. Hizbullah, bir direniş örgütü olarak gördüğü ilgi ve sempatiyi, mezhepçilik koridorunda hayli tüketti.

        ATEŞKEŞ NEDEN UZAK?

        Amerikan yönetimi Lübnan’a ve Hizbullah’a yönelik saldırılar konusunda, Hamas’ta olduğu kadar kendi kamuoyunda baskı altında değil. O nedenle kısa sürede ateşkese dair bir beklenti içinde olmak gerçekçi değil.

        Her durumda bölgede en doğru adım Gazze’de ateşkesin sağlanması olacak ve Türkiye’nin de temel çabalarından biri bu noktada yoğunlaşıyor. Sahada iki resmî arabulucu var; Katar ve Mısır. Bir taraftan da Amerikan yönetimi. Daha çok strateji kuruluşlarının ürettiği metinlere yansıyan bazı bilgiler, ABD’nin özellikle Ekim ayında yoğun bir diplomasi yürüteceğini ifade ediyor. Elbette Hamas’la doğrudan değil, bazı Arap ülkeleri üzerinden konuşmaya devam ederek. Haniye suikastından sonra bunun ne kadar inandırıcı olacağı da gayet açık.

        FİDAN "SÖYLEDİKLERİMİZ YAŞANIYOR"

        Bu çabaların hemen tamamı, özellikle Lübnan’daki son durumla birlikte farklı öngörüler ve arayışlara ihtiyaç duyuyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son TRT röportajındaki şu mesajlarının altını çizelim: “İsrail durdurulmazsa Gazze'de, Filistin'de bu savaşı başka yerlere de taşıyacak diye söylemiştik. Bir sene önce ne söylediysek maalesef onlar yaşanıyor.”

        Bakan Fidan, son saldırılara yönelik ise şu dikkat çekici değerlendirmeyi yaptı: "Nasrallah bölgenin önemli figürüydü. Lübnan için önemli bir figürdü. Onun yokluğunun bıraktığı boşluğun zor doldurulacağını ben açıkçası düşünüyorum. Hem Hizbullah için hem İran için Nasrallah'ın ölümü büyük bir kayıp oldu.”

        CUMHURBAŞKANI: "LÜBNAN HALKI VE YÖNETİMİ"

        Türkiye’nin meseleye yaklaşımını ele alırken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara dikkat çekerek bitirelim:

        “İsrail’in, Gazze ve Ramallah’ta uyguladığı cinnet siyasetini Lübnan’a ve diğer bölge ülkelerine yayma girişimlerine artık ‘dur’ denilmelidir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere görevi küresel barış, istikrar ve güvenliği temin olan tüm yapıları, tüm insan hakları kuruluşlarını süratle harekete geçmeye çağırıyoruz. Türkiye olarak bu zor günlerinde Lübnan halkının ve hükûmetinin yanında olmayı sürdüreceğiz.”

        Bu açıklamada üç nokta önemli. İlki, İsrail’in soykırım ve işgal politikalarının bölgede yayılmasına dikkat çekiliyor. İkincisi, Ankara’nın ısrarla gündeme getirdiği BM ve benzeri kuruluşların harekete geçmesi çağrısı yenileniyor. Üçüncüsü ve en önemlisi, Lübnan konusunda çizilen çerçevenin tüm halkın ve hükümetin de içinde olduğu biçimde tanımlanması.