GEÇEN hafta “Muharrem Sarıkaya ile Yolların Hikayesi…” programımızın çekimi için Çorum’daydım…
Hattuşa’yı, Müze Müdürü Resul İbiş ile dolaşırken, Hititler ile Mısır arasındaki o meşhur Kadeş Antlaşması’na geldi…
Yani, adını bugünkü Suriye’nin kentinden alan Birleşmiş Milletler’in girişini süsleyen tarihin ilk Barış Antlaşması’ndan söz ediyorum…
Yazıtlar ve arkeolojik kazılar ve Kadeş Antlaşması da bize gösteriyor ki Suriye, dünyadaki en eski uygarlıklardan biri…
Neolotik dönemin Mureybet kültürünün dikdörtgen evleri ile temsil edildiği bu toprakta bugüne kadar kurulan veya yıkılan devlet sayısı ise saymakla bitmiyor…
Milattan sonraki yıllarda da durumunda farklılık olmamış…
Petrolün bu topraklarda ortaya çıkması, denizyollarının stratejik geçiş noktasında bulunması, Hacca gidecekler için de Fırat Nehri’nin çölün geçilmesine katkı vermesinden olsa gerek hep elde edilecek yer oldu…
“KAYPAK BİR MEFHUM…”
Ondandır ki Sümerler, Mitanniler, Asurlular, Babiller, Mısırlar, Hititler, Kenanlılar, Fenikeliler, Aramiler, Amoriler, Persler, Yunanlar, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar, Fransızlar, İngilizler, ABD’liler bu toprağın üzerinde var olabilmek için canla başla çaba gösterdi...
Devlet olması da hep gel-gitler arasında gerçekleşmiş; Fransızların çekilmesi sonrası 24 Ekim 1945’te BM Antlaşması’nın imzalanmasıyla bağımsız devlet hüviyetine kavuştu.
Hemen ardından, 21 Şubat 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) adı altında Mısır ile birleşti.
Ancak birliktelikleri üç yıl sürmüş, 1961’de tekrar ayrılmış, 1963’te de Suriye Arap Cumhuriyeti adını aldı.
Sürekli yapı değiştirmekle kalmamış, iç kargaşası da 1970’te Esad ailesinin yönetime gelmesine kadar sürdü…
Sonrası da malum, iç çekişmesi bugün olduğu gibi aradan geçen dönemlerde de hiç bitmedi.
Bunun gerisinde çok toplumlu ve çok dinli olmasının yattığı da açık…
Prof. Dr. İlber Ortaylı hocamın da kayda geçirdiği gibi, “Orta Doğu tarifi yapılamayan bir coğrafya olmasının” gerisinde de bu yatıyor.
Cemil Meriç’in, “Orta Doğu kaypak bir mefhumdur (kavram). Çünkü ne zaman doğduğu, niçin doğduğu, hudutlarının ne olduğu konusunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir kavramdır” sözü de durumu özetliyor…
DEVLET KURMA DENEYİMİ...
Ancak şurası da unutulmamalı ki batı yapılı modern ulus devlet biçimlerinden uzak bir olsa da Suriye’deki devlet kurma deneyimi batılı ülkelerden çok daha fazla…
Hatta güç, kuvvet ve devlet kavramları asırlardır, “meşruiyetle bütünleşik aile krallığına” dayandığı için daha otokratik ve kişiye dayalı…
Bütün bunlara karşın da bir o denli modern, batıya açık.
Bunun en iyi göstergesi de 1936’da Fransa’nın çıkışı sonrası Suriye sahasında yaşanan İskenderun Sancağı sorunu…
Mustafa Kemal Atatürk, Suriye devleti ile Fransa arasında yapılan anlaşmada yer almayan İskenderun’un bağımsız bir bölge olması gerektiğini hep savundu.
HATAY KARARININ ÖNEMİ
Fransızların yanaşmaması, Suriye içinden de farklı seslerin yükselmesi üzerine bilinen o meşhur sözü de bu dönemde söyledi:
“Hatay benim şahsi davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz…”
Bu söz Hatay’ın 1938’de Cumhuriyet olarak kurulmasının önünü açtı, 29 Haziran 1938’da da Türkiye katılma kararı aldı…
Bu kararın iki önemli yanı vardı; ilki Atatürk’ün Suriye sahasını ne denli iyi okuduğunun göstergesiydi…
İkincisi ise Halep bölgesinde yaşayanların yüzünün de medeniyete, batıya dönük olduğunun plebisit ile de kanıtlanmış olmasıydı…
BİR MONARŞİ DAHA YIKILDI…
Suriye’de 61 yıllık Baas ve 53 yıllık Esad yönetiminin 8 Aralık’ta muhalifler tarafından yıkılması sonrası şimdi yeni devletin kuruluş çabası sürüyor…
Yeni yönetimin lideri Ahmed eş-Şara, dün ülkedeki tüm muhalif grupların kendini feshedip, Savunma Bakanlığı bünyesine katılacağını açıkladı.
Bu konuda bir anlaşmaya varıldığını bildirdi.
Ancak bunun nasıl olacağı konusunda farklı bakışların olduğu biliniyor.
Çünkü bazı gruplar varlıklarını koruyarak Suriye Savunma Bakanlığı’nın unsuru olmak istiyor.
Ancak eş-Şara ve yakın çevresinin arzusu bunun ötesinde ulusal bir ordu kurmak olduğu da söylemleriyle ortaya çıkıyor.
Çünkü Esad’a bağlı askerlerin son iki gündür yaptığı gibi silahlarını bırakarak Bakanlık bünyesinin bir ferdi olmalarını arzuluyor.
Sorun ise ülke sahasında bulunan Suriyelilerden oluşan gruplardan daha çok, onlara vekalet veren ülkelerin tutumunda yatıyor.
TRUMP VE CENTCOM ANLAŞABİLECEK Mİ?
Başta da ABD geliyor…
Hatırlanacağı gibi ABD Suriye sahasında 900 olan asker sayısını, muhaliflerin Şam’a girmesi sonrası 2000’e çıkardı.
Bu da ABD’nin Suriye sahasında uzun süredir devam eden misyonunu sürdürme eğiliminde olduğu şeklinde anlaşıldı.
Ancak gelecek ay göreve başlayacak olan seçilmiş Başkan Trump, Suriye sahasında olmak istemediğini defalarca dile getirdi.
Geçen dönem Başkanlığı sırasında Suriye temsilcisi olarak görev yapan, eski Ankara Büyükelçisi James Jeffry The New York Times’ta yer alan habere göre Trump’ın görüşünün nasıl olabileceğini de kayda geçirdi.
Hedefin IŞİD ile mücadele olduğunu, “dolayısıyla çölün ortasında onları bombalamak için bu kadar askere gerek olmadığını dile getireceği” yönündeki kanaatini dile getirdi.
WALTZ’IN SÖZLERİ…
Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığına getirdiği, emekli Özel Kuvvetler Subayı, Temsilciler Meclisi üyesi Michael Waltz ise açıklamasıyla kafaları karıştırdı; Suriye’de IŞİD’in yeniden canlanmasını önlemenin bir numaralı öncelik olduğunu belirtti.
Dolayısıyla ABD’nin nasıl bir askeri strateji izleyeceği konusu karmaşık; bu da PYD’nin durumuna yansıyor…
Sanki Suriye sahasında PYD/PKK’yı korumaya dönük bir süre daha kalmayı hedefliyor.
ABD’nin bu bölgede bulunan Merkez Kuvvetler Komutanlığı (Centcom) yetkililerinin görüşünün de farklı olmadığı ileri sürülüyor.
Bunun böyle olması da yadırganmamalı, çünkü Centcom’un PYD’nin bölgede güçlenmesinde ne denli katkı verdiği herkesin malumu…
Suriye’nin yeni yönetimi, yeni devletin kurulması için çabalarken, sahada bulunanlar da kendine göre formüller üretiyor.
Suriye sahası bütün bu nedenle bugünden yarına her şeyin çözüleceği bir alana benzemiyor.
Tarih de buna tanıklık ediyor…