ADINA ister “Barış İçin Yol Haritası”, dilerseniz diplomasideki adıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) “2554 Sayılı Kararı” diye tanımlayın…
Arap Baharı’nın ardından Suriye sahasında isyanlar başlayıp, iç savaş çıkınca, BMGK 18 Aralık 2015 günü oybirliği ile “Suriye’de ateşkesi ve siyasi çözümü hedefleyen” bu karara imza koydu.
Kararla, tüm taraflara sivil hedeflere yönelik saldırıları durdurma çağrısıyla birlikte, Ocak 2016’da da taraflara müzakerelerin başlaması için bir araya gelme çağrısı yapıldı.
Bu kapsamda Cenevre’de başlayan görüşmelerden de BM’nin tüm girişimleri gibi yine sonuç çıkmadı…
ŞAM’A HAKİM OLANLAR, KARARDA OLMAYANLAR
O gün BM tarafından 2554’ün dışında bırakılanlar ve müzakerelere dahil edilmeyip terörist ilan edilenler, bugün sahaya ve Şam’a hakim olanlar…
İşin ilginç tarafı, bir yıl sonra Ocak 2017’de Astana Süreci’ni başlatan Türkiye’nin arasında bulunduğu ülkelerin dayandığı temel de 2554 Sayılı Karar…
Şimdi şu 3 gerçeği görmemiz gerekiyor…
1- BMGK’nın 2554 Sayılı Kararının temeli yok olmuştur…
2- Buna dayalı olduğu için Astana Süreci de bitmiştir...
3- Cenevre görüşmelerinde alınan kararların da geçerliliği yoktur…
MUHALİFLER BİRLEŞİR Mİ?
Peki bundan sonra ne olacak?
Şam’a hakim olan, İdlib’deki adıyla Ebu Muhammed el-Culani veya bugünkü asıl adıyla Ahmed el-Şara’nın yaptığı açıklamada olduğu gibi bütün muhalif grupların Suriye Savunma Bakanlığı çatısı altında birleşmesi olası mı?
Ya da, “Suriye birleşik kalmalı ve sosyal adaleti sağlamak için devlet ile tüm mezhepler arasında bir sosyal sözleşme olmalı” çağrısı karşılık bulur mu?
Türkiye’nin ardından birçok ülkenin görüşme sırasına girdiği el-Şara, ülkede yeni bir yapılanma inşa etmesi mümkün mü?
DÜRZİLER KATILDI MI?
Ahmed el-Şara, Dürzi topluluğuyla yaptığı görüşme sonrası çağrısına uyulacağını açıkladı.
Suriye’nin güneybatısındaki Süveyda bölgesinde “Güney Harekat Odası” adı altında faaliyet gösteren Dürzi savaşçılar, Hinduizm ve Gnostisizm felsefesini de bünyesinde barındıran farklı bir İslami inanışa sahip bir grup…
Yeni kurulan ve Şam’a hakim olan muhaliflerle birlikte hareket ettiklerini zaten açıklamıştı.
Ancak dünkü açıklamalarına bakınca gördüm ki öyle kendilerini feshedip, Savunma Bakanlığı’nın komutası altında faaliyet göstermek gibi bir tarafları yok; sadece işbirliği içinde kalacaklarına dair verilmiş sözü var...
PYD VE PKK’NIN DURUMU
Benzer durum, ABD’nin desteğiyle şu an ülkenin Kuzey Batısında yerleşen ve adlarını Suriye Demokratik Güçleri koyan PYD/PKK için de söz konusu.
Ahmed el-Şara, televizyon demecinde Kürtler ile terör gruplarını ayırdıklarından söz etti; ancak PYD’nin PKK olup olmadığı konusuna girmedi…
Türkiye ise uzun süredir bu iki örgütün aynı olduğunu belgeleriyle ortaya koyuyor.
SDG de Güney Harekat Odası gibi HTŞ’ye biat edip, Şam Savunma Bakanlığı’nın bir unsuru olarak bünyesine girme açıklamasından uzak duruyor…
Benzer bir durum Türkiye’nin desteğinde olan Suriye Milli Ordusu için de geçerli; onlar da kendilerini feshedip, Şam Savunma Bakanlığı’nın uhdesinde görev üstleneceklerine ilişkin bir açıklamada bulunmadı.
Bu konuda Türkiye ile de müzakerede bulunulduğu ve iki farklı görüş üzerinde kafa yorulduğu haberleri geliyor.
Bunlardan birinci kendisini feshedip Suriye Savunma Bakanlığı’nın ana omurgasını oluşturmak, bir diğeri ise bir süre daha bekleyip, acele etmeden gelişmelere göre karar almak.
Bir diğer grup olan DAEŞ bir diğer adıyla IŞİD ise yer altına inmiş vaziyette…
Her ne kadar HTŞ’ye Humus, Hama ve Şam saldırılarında destek vermiş ve bir zamanlar Esad’a destek vermiş eski orduya mensup 54 kişiyi öldürmüş olsa da kendini feshedip Şam’a katıldığı yönünde açıklamada bulunmadı…
HİZBULLAH’IN DURUMU…
Bütün bunların yanında Şam’a hakim olanlarla düşman olan, Esad’ın devrilişiyle güçlerini yitirip yer altına inmiş olmakla birlikte hala Rusya ve İran’ın desteğinde varlığını devam ettiren başka Hizbullah olmak üzere vekalet savaşçıları var…
Her ne kadar Şam’a hakim muhalifler Rusya ve İran ile ilişkilerini azaltmış olsalar da Hmeymim Hava ile Tartus Deniz üstlerindeki Rus varlığını uzaklaştırmalarının olası olmadığını görüyor.
Moskova da zaten ilk günden buralardan çekilmeyeceğini açıklamış bulunuyor…
Dolayısıyla bugünden yarına Şam’ın kendisine doğrudan bağlı olan, sınırlara hakim bir ordu yapılanmasını kurmasını beklemek hayal olur…
Bu işin bir yanı…
Baştaki noktaya dönersek…
Şurası unutulmamalı ki 2003 II. Körfez Savaşı sonrası başlayan Arap Baharı ile bölgenin kurulu düzeni yıkıldı; Suriye de bu yıkıntının odağında yer aldı…
Ancak yıkılanın yerine yenisi konulamadığı için bölgedeki demokratik yapılar ve ulusal sınırlar çürümeye başladı.
Veya başta İsrail olmak üzere birileri tarafından yerle yeksan edildi…
Golan Tepeleri de en iyi gösterge…
BARIŞ YAPICILAR DEĞİŞMELİ…
Chatham House’da da kıdemli danışman olan Oxford Üniversitesi Doktora Araştırmacısı Galip Dalay önceki gün kaleme aldığı yazısında önemli bir noktaya parmak bastı…
Suriye’nin yakın gelecekte nasıl bir bölgesel düzenin kurulabileceğini sorguladığı yazısında şu önemli noktaya vurgu yaptı:
“Şam'da mezhepsel olmayan bir geçici hükümet ve siyasi sürece, yeniden yapılanmaya ve yeniden yapılanmaya yardımcı olacak yeni bir bölgesel ve uluslararası blok ile başlamalıdır. Bu blok, Moskova ve Tahran'daki eski Esad yanlısı güç simsarlarının yerini, Türkiye, Suriye'nin Arap komşuları, Katar ve Suudi Arabistan'ın yanı sıra Avrupa Birliği ve ABD'yi de içeren bir grupla değiştirmelidir…”
EN TEHLİKELİ OLAN DEVLETİN ÇÖKMESİ
Bu olmadığı anda olabilecekleri de yakın geçmişten, Libya örneğini vererek gösterdi ve “En büyük tehlike. Libya’da olduğu gibi bir devlet çöküşüne dönüşmesidir” dedi.
Devlet kurumları korunmadığı ve yeni bir yapı kurulmadığı takdirde bölgesel bir kaosa, Suriye için de kasvetli bir geleceğe yol açacağının altını çizdi…
Bu kapsamda HTŞ’nin geçici bir hükümet oluşturup göreve başlatmasını kıymetli bulduğunu da kayda geçirdi.
Dalay’ın da üzerinde durduğu konu, Esad varken oluşturulan yapıların bugün işlerliğinin kimlerle ve nasıl sağlanacağı üzerine kurulu…
Bu yapının başında da kabul edelim ki Astana Formatı geliyordu; Ankara, Moskova, Tahran ve Şam, Suriye sahasındaki siyasi geçişi ve yeni yapılanmayı oluşturmak için önemli bir kolaylık sunuyordu.
Ancak BMGK 2554 ve ona dayanan Astana süreci kendini tamamladı…
RUSYA VE İRAN’IN DURUMU
Dalay’ın bu aşamada vurguladığı şu nokta da oldukça önemli:
“Moskova ve Tahran artık Suriye'nin geleceğinde önemli bir rol oynayacak güce veya meşruiyete sahip değil. Kısa vadede, Rusya Suriye'deki gelişmeler üzerinde bir miktar nüfuz sahibi olmaya devam edebilir. Ancak, bu nüfuzun zemini sallantılı olacaktır. İran'ın pozisyonu daha da tehlikelidir.”
Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için farklı bir aktör grubuna ihtiyaç olduğu görüşünde.
Aslında tarif ettiği, Ürdün’de Dışişleri Bakanları kapsamında toplanan ve 6+1 olarak da tanımlayabileceğimiz ABD, AB, Irak, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin katılımıyla oluşan yapılanma…
YENİ BÖLGESEL DÜZEN
Dalay, Astana üçlüsü Arap ülkeleri olmadığı için karar alıp bunun uygulanmasında zorluklar yaşandığı görüşünde.
Yeni yapılanmada Arap ülkeleri de olduğu için sürecin daha sağlıklı işleyeceği kanaatinde.
Kendisinin de yazısında vurguladığı gibi, aradan geçen 20’inci yılın sonunda bölge yeni bir dönüm noktasında…
Ancak bugüne kadar yıkılan bölgesel düzenin yerine ne konulacağı konusunda kimse hemfikir olamadı.
Irak görünürde bütünleşik kaldı ama içinden parçalandı; Suriye’nin de aynı akıbete uğrarsa şaşmamak gerekir.
Bunu görünler de bu günden ne kazanırsak kardır bakışıyla hareket ediyor.
Bu da yeni bir bölgesel düzenin kurulabilmesini sıkıntılı hale getiriyor.
Suriye sahasında herkes yoğurdu üfleyerek yiyor…