Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

p

Çocukluğunu geride bırakmak üzereyken, ailesiyle birlikte başka şehre taşınan Riley’nin yeni hayatında yüzleştiği zorluklara beyninin içinden bakan fevkalade güzel bir Pixar animasyonuydu 2015’te seyrettiğimiz ‘Ters Yüz’ (Inside Out). Filmin ilerleyen bölümlerinde ortaya çıkan ve kimsenin ne olduğunu anlayamadığı ‘Ergenlik’ butonu, devam filminin konusunu önceden haber veriyordu.

Dokuz yıl sonra gelen ‘Ters Yüz 2’ (Inside Out 2), ergenlik çağının ilk dönemlerinde geçiyor; ama sadece ergenleri ilgilendiren bir hikâye anlatmıyor. İlkinde olduğu gibi her yaş grubundaki seyirciye, kendi beyninde olup bitenlere dışardan bakma isteği uyandıran bir film var karşımızda.

En baştan söylemekte yarar var: Yönetmen Kelsey Mann’ın Meg LaFeuve ve Dave Holstein ile birlikte yazdığı ‘Ters Yüz 2’, ergenlik çağına fiziksel değişimler, karşı cinsle ilişkiler ve ilk romantik deneyimler üzerinden bakmıyor. Pixar, ‘Riley’nin İlk Buluşması’ (Riley’s First Date? - 2015) adlı 5 dakikalık kısa filmin ardından ‘o sulardan’ ayrılıyor ve büyüme çağının en önemli sorunlarından birine, ‘insanın kendi olabilmesi’ne odaklanıyor.

Woody Allen’ın ‘Zelig’ adlı klasik filmi başta olmak üzere büyümenin, olgunlaşmanın ve insanın kendi olabilmesinin sadece ergenlik çağına ait sorunlar olmadığını biliyoruz. ‘Ters Yüz 2’, yalnız kalma korkusu, çevreye uyum sağlama içgüdüsü ve güçlü bir benlik oluşturabilmek gibi bazen ömür boyu bitmeyecek meselelere ergenlik çağının ilk döneminden bakıyor.

Film, buz hokeyi maçı sırasında, 13 yaşındaki Riley için her şeyin yolunda gittiği heyecanlı rekabet anlarında başlıyor. Maç sırasında Neşe’nin liderliğindeki Ana Kumanda Odası’nda, duygular arasında tam bir uyum ve ekip çalışmasına tanık oluyoruz. Maçtan sonra antrenörün, performanslarını beğendiği Riley ve 2 yakın arkadaşını yetenek kampına çağırmasıyla her şey daha güzel oluyor.

Maç sırasında geriye dönüşlerle ilerleyen açılış sekansının en kritik anı, Riley’nin maçta gösterdiği performanstan ziyade benlik duygusunu Ana Kumanda Odası’nda mücevher gibi ışıl ışıl belirmesi aslında… Bütün duyguların ne yapacağını, hangi düğmeye basacağını kestiremediği noktada,Riley’nin en doğru kararı vermekte hiç zorlanmadığını görüyoruz. Bunu, Riley’nin hayatındaki benzer başka anlar takip ediyor. Anlıyoruz ki, Riley yıllar içinde oluşan benlik duygusuyla doğru anda doğru şeyler yapmasını biliyor; kendi kişiliğini bulma yolunda önemli adımlar atıyor. Ta ki, Kaygı, Gıpta, Utanç ve Bıkkınlık duygularının Ana Kumanda Merkezi’nde ortaya çıkmasına kadar.

İlk filme Neşe ile Üzüntü’nün dostluk hikâyesi olarak bakmak mümkündür. Çocukluktan çıkışa biraz da ikisi arasındaki dengenin, uyumun bulunmasıyla ilgili bir süreç olarak bakılır. İkinci film ise çocuklukta oluşan benlik algısının ergenliğin hemen başında yıkılıp yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bir hikâye anlatıyor temelinde. Filmdeki benlik algısına, ahlaki ve etik kararlarımızı belirleyen; kendimize duyduğumuz saygıyı ayakta tutan bir iç pusula olarak bakmak mümkün.

Ergenlikteki yeniden yapılanma nedeniyle kumanda merkezinde yerlerini alan Kaygı, Gıpta, Utanç ve Bıkkınlık; fiziksel dünyada Riley’nin içinde yaşamaya alıştığı konfor alanının ağır darbeler alması üzerine devreye giriyorlar. Çünkü onu 13 yaşına kadar taşıyan ve Ana Kumanda Merkezi’ni yöneten Neşe, Korku, Öfke, Tiksinti ile Üzüntü’nün ‘sorumluluk alanı’nın dışında kalan duygularla tanışıyor Riley. Çocukluk dönemini idare eden Neşe ve ekip arkadaşları, ergenliğin karmaşık duyguları konusunda deneyimsiz, çaresiz kalıyorlar. Yeni gelen ve başlangıçta çok şirin görünen Kaygı ise yeni düzen kurmak,önündeki her engeli kaldırmak istiyor.

Fiziksel dünyaya baktığımızda, Riley’nin krizi, en sevdiği iki arkadaşının başka okullara gideceğini öğrenmesiyle birlikte başlıyor. Yalnız kalma endişesinin ağır basmasıyla Kaygı devreye giriyor ve Ana Kumanda Merkezi’nin kontrolünü ele almakta hiç zorlanmıyor. Gıpta’nın kritik desteğini unutmamak gerek. Riley’nin, katıldığı yetenek kampında daha havalı bulduğu hokeyci kızlara benzemek için çaba göstermesi, Gıpta’nın kontrolü ele almasıyla hayata geçiyor. Kaygı ve Gıpta, kısa sürede eski duyguları devreden çıkarıp Riley’yi yönetmeye başlıyorlar.

Bıkkınlık ile Utanç onlara destek veriyor; ama daha geride ve pasif konumdalar. Yeri gelmişken, Utanç’ın fiziksel gücüne, Bıkkınlık’ın kibrine ayrıca bakmak gerekiyor. Belli ki yazarlar ergenliğin fiziksel olarak en güçlü duygusu olarak utancı görüyorlar ama filmde gördüğümüz Utanç, doğruyu sezebilecek çocuksu bir bilgeliğe de sahip.Bıkkınlık ise ‘yetişkin kafası’nın ilk sinyallerini veren snop bir karakter olarak resmediliyor. Onun tek bir dokunuşuyla beyinde büyük depremler olması, yazarların kayda değer yorumlarından biri. Belli ki o depremlerde çocukluk yıkılıyor; gerektiğinde ikiyüzlü olabilecek, maskeler takabilecek ergen beyninin inşaatı hızlanıyor. Riley, Bıkkınlık’ın desteğiyle alaycı espriler yapmaya başlıyor.

İlk filmin ‘ilk perde’si, çocukluk çağını yöneten Neşe duygusunun Üzüntü’nün ortaya çıkmasını kabullenememesi ve Ana Kumanda Merkezi’nden uzaklaştırılmasıyla sona erer. İkinci filmin ilk perdesinde Neşe bir kez daha Ana Kumanda Merkezi’nden sürülüyor.

İlk bakışta ‘sürgüne gönderiliş ve oradan eve dönüş’ çabası üzerine bir hikâye var ortada. Joseph Campbell’in ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda sözünü ettiği, kadim mitleri akla getiren bir labirentten çıkış yolculuğu bu Öte yandan, fantastik anlatıların çoğunda olduğu gibi yeniden eve götürülmesi gereken çok değerli bir ‘nesne’nin aranışını anlatıyor film. Neşe ve diğerleri, güzel anılardan oluşan benlik algısını kumanda odasına getirmeye çalışıyorlar. Kaygı ve ekibi ise alternatif bir benlik duygusu üzerine çalışıyorlar.

Fiziksel dünyada Riley, topu topu birkaç günlük bir duygusal gelgit yaşıyor. Bilimkurgu filmlerinin akla getiren iç dünyasında ise Neşe ve ekip arkadaşlarının maceralarla dolu yolculuğunu seyrediyoruz. Bilinç akışı nehri, hayalgücü ülkesi, kötü anıların saklandığı zindan gibi yerler bir yana, Neşe ve arkadaşlarının Riley’nin gelecekteki kariyer hayallerinden aldığı lojistik destek, gerçekten çok anlamlı ve hoş bir detay. İlk filmde olduğu gibi Pixar yazarları çocukluğun hayallerini, saflığını ömür boyu bize rehberlik yapabilecek değerler olarak görüyorlar. Haksız da değiller.

Öte yandan, çocukluğun düz mantığından çıkmadan, büyümenin imkânsız olduğunu da vurguluyorlar. İlk filmde, yaşanan sorunları büyüten, Üzüntü’yü işlevsiz ve gereksiz bulan Neşe’dir aslında. Büyümenin duygusal karmaşasını kabullenmez Neşe. ‘Çocuk kafası’nda ısrar eder. Yeni filmde de Riley’nin hokey maçında ceza alırken yaşadığı kaygıyı bilinç dışına atmak istemesi, benzer bir çabanın ürünü. Kaldı ki Neşe, her tür olumsuz anıyı gereksiz görüyor; hepsini ortadan kaldırmak istiyor. İşte tam da bu nedenle Riley’yi ve onun yeni duygularını yönetmekte yetersiz kalıyor. Her iki filmin de değişime direnen, çocukluktan çıkışı gereksiz gören Neşe’nin sürgün edilmesi ve eve dönüş yolculuğu üzerine kurulu olması, Pixar yazarlarının yaklaşımını özetliyor. Yeni koşullara adapte olamayınca Neşe mecburen yönetimden gidiyor ama onun yokluğunda kriz derinleştikçe derinleşiyor. İkinci filmde Neşe’nin gönderilişi, daha sonra kumanda merkezine dönüş yöntemi, ironik ve metaforik anlamlar taşıyor.

‘Ters Yüz 2’nin en sevdiğim yanı, Kaygı’nın kontrolden çıkan, hatta bir ara manyetik alanları akla getiren inanılmaz gücü… Kaygı, ilk bakışta zararsız görünüyor ama beynin kontrolünü ele aldığında öncelikle kendi üzerindeki denetimini kaybediyor ve panik içinde hareket ederek benlik duygusuna zarar veriyor. Tam da bu nedenle, Pixar’ın sadece çocuklara seslendiğini düşünmüyorum. Aslına bakarsanız, yetişkinlerin, hatta ulusların en büyük sorunlarından biri kaygı değil mi? Kaygı’nın beynin karanlık odalarında yaptığı propaganda çalışmaları sahnesinde, günümüzde birçok siyasi liderin seçmenlerin kaygılarını derinleştirerek, onların içine korku salarak ülkelerini yönettiğini hatırlamamak elde değil. Mesela, ırkçılığın yükselişi, başlı başına bir ‘kaygı operasyonu’ değil mi?

İlk filmin gönlümüzde kuşkusuz hep ayrı bir yeri olacak ama ‘Ters Yüz 2’ hayal kırıklığına uğratmayan bir film. Üçüncüsünü çekerlerse, umarım Neşe’nin yolculuğu izleğini bir kez daha kullanmaz, daha farklı bir hikâye yapısı üzerinde çalışırlar. Çünkü Pixar yazarlarının tahayyül ettiği beyin coğrafyası, daha birçok ilgiye değer hikâyeye ev sahipliği yapacak kayda değer bir potansiyele sahip.

7/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar