Suffe Nedir?
Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde yoksul sahâbîlerin barınması için yapılan ve giderek bir eğitim kurumu haline gelen yer.
Sözlükte “gölgelik” anlamına gelen suffe, Mescid-i Nebevî’nin giriş kısmında Medine’de evleri ve kalabilecek yakınları olmayan sahâbîlerin barınması için yapılan mekânın adı olmuştur. Burada kalan ve çoğunluğunu muhacirlerden oluşan topluluğa “ashâbü’s-Suffe / ashâb-ı Suffe” veya “ehlü’s-Suffe / ehl-i Suffe” denilmiştir. Ashâb-ı Suffe, ihtiyaçları Resûl-i Ekrem ve zengin sahâbîler tarafından karşılandığı için “adyâfü’l-İslâm” (müslümanların misafirleri), çeşitli kabilelere mensup olmaları dolayısıyla “evfâd” diye de isimlendirilmiştir.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicretinin ardından Mescid-i Nebevî’yi inşa ettirirken ailesine ait odaların yanı sıra mescidin güney tarafına düşen giriş kısmında kimsesiz fakir sahâbîlerin barınması için bir gölgelik yaptırdı. Kâbe’nin kıble olmasıyla birlikte bu gölgelik mescidin kuzeyine alındı, daha sonra genişletilen Mescid-i Nebevî’ye dahil edildi. Gerek Mekke muhacirlerinden gerekse daha sonra İslâm’ı kabul edip Medine’ye hicret edenlerden yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahâbîler burada kalıyordu. Ayrıca ensardan ve Abdullah b. Ömer gibi evleri olan muhacirlerden bazılarının Suffe ehline imrenerek onlarla birlikte kaldıkları ve onlardan sayıldıkları bilinmektedir (Buhârî, “Ṣalât”, 58; Nesâî, “Mesâcid”, 29). Yeni katılanlar veya evlenip ayrılanlar olduğu için ashâb-ı Suffe’nin sayısı sürekli değişiyordu. Kaynaklarda Suffe’nin mekân olarak genişliği tam olarak bildirilmemiş olsa da burada aynı anda yetmiş kişinin kaldığına dair rivayetler bu konuda bir fikir vermektedir. Çeşitli zamanlarda kalanların toplam sayısının 400’e ulaştığı ifade edilmektedir. Medine’ye gelip orada bir tanıdığı bulunmayanlar ve Medine’ye gelen heyetler de genellikle Suffe’de ağırlanırdı. Dolayısıyla heyetler çoğaldıkça burada kalanların sayısı da artıyordu. Hatta bir defasında Temîm kabilesinden seksen kişinin Suffe’de misafir edildiği zikredilmektedir (Müsned, III, 371).
Geçimlerini sağlayabilecekleri bir işleri olmayan ehl-i Suffe’nin geçimiyle bizzat ilgilenen Resûlullah akşam olunca karınlarını doyurmak için onları birer ikişer ashaba taksim eder, kalanları da kendi evine götürürdü. Bu uygulama müslümanların maddî durumu düzelinceye kadar devam etti (Buhârî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 41; İbn Sa‘d, I, 255). Resûl-i Ekrem kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderir, hediyeleri ise onlarla paylaşırdı (Müsned, II, 515; Buhârî, “Riḳāḳ”, 17). Onların ihtiyaçlarını aile fertlerinin ihtiyaçlarının önüne alırdı. Nitekim Hz. Fâtıma kendisine yardım etmek üzere bir hizmetçi istemiş, Hz. Peygamber ehl-i Suffe’nin ihtiyaçlarını giderebilmek için kızının arzusunu geri çevirmişti (Müsned, I, 197; Buhârî, “Farżu’l-ḫumus”, 6). Hurmaların hasat zamanı gelince herkes gücüne göre hurma salkımlarını getirir, mescide asar, ehl-i Suffe karınlarını bunlarla doyururdu. Bu arada sürekli hurma yemekten usanıp şikâyet edenler de olurdu (Müsned, III, 487). Ashâb-ı Suffe’den güç sahibi olanlar, gündüzleri mescide su taşıyarak ve dağdan getirdikleri odunları satarak ihtiyaçlarını temin etmeye çalışır, geceleri de Kur’an tilâveti ve ilimle meşgul olurlardı (Müslim, “İmâre”, 147; Müsned, III, 270). Bununla birlikte ashâb-ı Suffe geçim darlığı içinde zâhidâne bir hayat yaşıyordu. Hatta pek çoğunun üzerine giyebilecek uygun bir elbisesi dahi bulunmadığına ve bazılarının açlıktan dolayı namazda ayakta durmakta zorlandıklarına dair rivayetler vardır. Kur’an’da “kendilerini Allah yoluna vakfedip yeryüzünde dolaşarak geçimlerini sağlama imkânı bulamayan yoksullar” ifadesiyle (el-Bakara 2/273) bütün zamanlarını Resûl-i Ekrem’i dinlemeye ayırmaları sebebiyle geçimlerini kazanamayan ashâb-ı Suffe’ye işaret edildiği bildirilmektedir (a.g.e., I, 255).
Suffe, ashâb-ı Suffe’nin vakitlerini Resûlullah’ı dinleyip ondan İslâm’ın esaslarını öğrenerek geçirmeleri dolayısıyla kısa zamanda bir eğitim kurumu haline geldi. Zaman zaman Kur’an’ın nüzûlüne şahit olan Suffe ehli, Hz. Peygamber’e sorular sorarak birçok meselenin aydınlanmasına vesile olurdu (Buhârî, “Ṣalât”, 84). Ashâb-ı Suffe’nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Resûl-i Ekrem Suffe’de dersler veriyordu. Ayrıca onlara yazı yazmayı ve Kur’an okumayı öğretmek üzere Ubâde b. Sâmit gibi hocalar tayin etmişti. Ebû Hüreyre, diğer sahâbîlerin neden kendisi kadar hadis rivayet etmediklerini soranlara muhacirler çarşıda ticaretle, ensar da malları ve mülkleriyle meşgulken ehl-i Suffe’den biri olarak Resûlullah’ın yanından ayrılmadığını, diğer sahâbîlerin bulunmadığı meclislere katılıp onların duymadığı hadisleri duyup ezberlediğini söylemiştir (Buhârî, “Büyûʿ”, 1). Onlar dinledikleri hadisleri diğer sahâbîlere de naklederek ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunuyordu. Hadislerdeki birçok sened silsilesinin birinci halkasını ehl-i Suffe’ye mensup isimlerin teşkil etmesi bunun bir delilidir.
Ehl-i Suffe özellikle İslâm’ı tebliğ için ihtiyaç duyulan yerlere gönderiliyordu. Hicretin 4. (625) yılında Medine’ye gelen Benî Âmir b. Sa‘saa’nın reisi Ebû Berâ Âmir b. Mâlik, Resûl-i Ekrem’in İslâm’a davetini kabul etmemekle birlikte ondan kabilesine İslâmiyet’i anlatacak bazı kimselerin gönderilmesini istemiş ve onları himayesine alacağını söylemişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber Suffe’de yetişmiş, Kur’an’ı iyi bilen ve kendilerine “kurrâ” denilen yetmiş kadar sahâbîyi onun yurduna gönderdi. Ancak bu sahâbîler Bi’rimaûne mevkiinde Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir b. Tufeyl ve adamları tarafından şehid edildi. Resûlullah’ın hayatının en büyük üzüntüsünü bu hadise yüzünden yaşadığı rivayet edilmiştir (bk. Bİ’RİMAÛNE).
Suffe ehlinin İslâmî ilimlerin gelişmesine doğrudan etkisi olmuştur. Başta Ebû Hüreyre olmak üzere çok hadis rivayet eden sahâbîler ehl-i Suffe’dendir. İslâm hukuku alanında ortaya çıkan ehl-i hadîs ve ehl-i re’y ekollerinin ilk temsilcileri kabul edilen Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Mes‘ûd gibi birçok sahâbî de Suffe’den yetişmiştir. Bunun yanında ilk dönem zühd hareketlerinin ehl-i Suffe ile başladığı, Suffe’nin tasavvufun nüvesini teşkil ettiği kabul edilmektedir. Bazı tabakat müellifleri eserlerinde ehl-i Suffe’yi geniş bir şekilde tanıtmış, bunlardan Ebû Nuaym el-İsfahânî, Ḥilyetü’l-evliyâʾ adlı eserinde Suffe’de kalan 100 kadar sahâbî hakkında bilgi vermiştir. Bu konuda müstakil bir eser yazan Şemseddin es-Sehâvî ise ehl-i Suffe’den 104 kişiyi tanıtmıştır (Rücḥânü’l-kiffe, s. 87-319). Bu hususta pek çok araştırma yapılmıştır. Suffe, Hz. Peygamber’in vefatından sonraki yıllarda Mescid-i Nebevî’ye katılmış ve tamamen mescidin içinde kalmıştır. Kaynaklarda “Suffetü’n-nisâ” adını taşıyan bir başka suffeden söz edilmektedir (Müsned, II, 145; Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 11; Nesâî, “Ḳaṭʿu’s-sâriḳ”, 8). Hanım sahâbîlere mahsus olduğu anlaşılan bu suffenin yeri ve buraya katılanlar hakkında bilgi bulunmamaktadır.
KAYNAK