Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAKANLAR Kurulu toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bülent Arınç’ın en dikkat çekici cümleleri hiç kuşkusuz şunlardı: “Çözüm süreci bahanesiyle ‘Bize sekretaryadan bahsedin’ derlerse yüzlerine bile bakmayız. Kim ne adım atacaksa, o adım atıldıktan sonra bunlardan bahsedebiliriz. Çözüm sürecini bu aralar ağzımıza almama gibi bir ihtiyat içinde olabiliriz. Çözüm sürecine mecbur ve mahkûm değiliz. Çözüm süreci başarısız olursa bunun altında herkes kalır, bitiren taraf biz olmayacağız.”

        Arınç’ın sözleri oldukça sert. Başbakan Davutoğlu’nun, “Biz çözüm sürecine konjonktürel bir mesele olarak bakmadık, sürdürmekte kararlıyız” ifadelerine rağmen, gerek hükümette gerek halkta saklanamayacak bir karamsarlık var ve Arınç’ın sözleriyle daha da vurgulu hale geliyor.

        Lakin anlaşılması zor olmasa gerek. 6-8 Ekim olaylarının dumanı tütmekte iken, saldırıya uğrayanların adreslerinin tek tek tespit edildiği, fişlenen isimlerin can ve mallarına taammüden zarar verildiği yolunda haberler yayınlanıyor. PKK’nın bomba yapımında kullanılan 400 kilo amonyum nitratı gasp ettiği haberleri geliyor. Yüksekova’da alışveriş için sivil kıyafetlerle çarşıya inen 3 asker, arkalarından yaklaşan yüzü maskeli kişilerin saldırısı sonrasında şehit oldu.

        Maskeli YDGH mensupları hâlâ devrede yani. Bu konuda bir şey yapılıyor mu? HDP, KCK gibi yapılar, söz konusu maskeli timi tasfiye yolunda herhangi bir gayret sarf ediyor mu? Bilinmiyor.

        Ağır silahı bırakıp maskeli gençleri silah olarak kullandığında, sadece silah değiştirmiş olursun, silahları susturmuş olmazsın.

        Bakın artık silahları susturmaktan bahsediyoruz. Çünkü önce silah bırakma ve sınır dışına çekilme olarak dile getirilen barış şartları, PKK’nın “Gidersem silahımı da alır giderim” fiili durumunu yaratması “Yeter ki barış olsun” paranteziyle zaten hükümden düşürülmüştü. Ancak silahlı ya da silahsız fark etmedi, çözüm sürecinin birinci şartı olan “sınır dışına çekilme” koşulu bile yerine getirilmedi.

        Buna karşılık bu safhada hükümet paket üzerine paket açtı. Kürtçe dilinin kullanımı ve geliştirilmesi yolundaki engeller ayıklandı. Kürtçe eğitim verecek okulların önünün açılması, geri dönüşlerin kolaylaştırılması ve dönenlerin ekonomik sosyal rehabilitasyonu, yer isimlerinin iadesi, TDK’nın Kürtçe sözlük basması gibi devrim niteliğinde işler. Bütün bunlar olurken, Diyarbakır Belediyesi “Silahlı mücadele miadını doldurmuşsa neden hâlâ çocuklarımızı dağa götürüyorsunuz, silah altına alıyorsunuz?” diye soran annelerin üzerine köpük sıkıyordu.

        Barış olacaksa eğer, “terör örgütü” demeyelim, en azından “Kürt siyasi ve silahlı hareketi” gibi bir tanımı tercih edelim diye dilini, diskurunu bile değiştirdi insanlar. Anlamaya çalıştılar. Öcalan’ın 21 Mart 2013’teki çağrısının bir anlamı olduğunu düşünmeye çalıştılar. Akil İnsanlar Heyeti kelle koltukta bölge bölge gezdi. Bu faaliyet için para aldıkları iftiralarına maruz kalarak Türkiye’yi barış hakkında konuşturdular. İnsanlar bu sayede birbirinin fikrini öğrendi.

        İşe de yaradı. Çünkü barışmak, konuşmakla mümkündü. Türkiye büyük çabalarla, dilini ısıra ısıra barış olacaksa bu örgütün yaptıklarını unutmayı seçebileceğini gösterdi.

        Her şeye rağmen, çözüm süreci diye bir şeye asılıp tutunduk milletçe. Türkler olarak. Kürtler olarak.

        Neden?

        Çünkü hiç değilse silahlar patlamıyordu. Molotoflar atılmıyordu. Yüzü maskeli insanlar şehirleri yangın yerine çevirmiyordu. Çünkü en azından “kamu düzeni” diye bir şey vardı.

        Çok basit değil mi? Barışı konuşabilmek için, insanların birbirini anlamaya başlaması için kendilerini “az da olsa” emniyette hissetmeleri gerekir.

        Barışın sadece bir umut olabilmesi için bile, kamu düzeni denilen asgari güvenlik koşullarına lüzum vardır.

        Yoksullara kurban eti götürmeye çalışan çocukları takip edip döve döve öldüren mensuplarınızı tasfiye etmediğiniz sürece, devlet gibi davranarak haraç kestiğiniz mekanizmayı lağvetmediğiniz sürece, barışın konuşulması, sekretarya, müzakerelerin devamı talepleri hep böyle “lüks” addedilecek. Tepedeki temsilciler “Tamam biz görüşüyoruz, çok da iyi anlaşıyoruz” dese bile.

        O yüzden, lütfen tuzu kuruların ürettiği şu “Kamu düzeni, barışın önüne geçti” tezlerinin peşine takılmayı bırakın. Gerçek bir adım atın.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar