GARİBAN EDEBİYATI
MO Yan, 2012 Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasından sonra bizim ülkede de epey ilgi çekti.
İyi ilginin dışında, Nobel Edebiyat Ödülü'nün 'gariban edebiyatına' neden bu kadar meyilli olduğu da düşündürdü. Çoğu kişi, yasaklanmış kitaba sahip yazarların yahut kitaplarının içeriğinde ülkesine ya da ülkesinin insanına bir tür karşı geliş sergileyen kişilerin Nobel'e daha yakın olacağını savundu. Orhan Pamuk da Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığında bu tür bir karşı gelişten mustarip olmuştu.
İLGİ BÜYÜK
Burada bir doğruluk payı var. Fakat bu doğruluk payı ülkelerine ya da sistemlerine karşı gelen insanların Nobel tarafından kanat altına alınması gibi bir durum değil. Bu, daha çok gariban edebiyatına olan ilgi. Bu aralar bunun üzerine çok düşünüyorum çünkü bu gariban edebiyatı, bizim en iyi yaptığımız iş. Batı'nın da buna ilgisi büyük. Neden mi?
Çok fazla baymadan birazcık geriye gidecek olursak, Batı edebiyatının eski Yunan ve Latin edebiyatından gelme olduğunu görürüz. Bu geniş hatlarıyla insan üzerine yoğunlaşan, insan sevgisi, kini, acıları, yiğitlikleri üzerine işlenmiş konuları içerir. Yani insancılık ve erdemli olma her zaman ön plandadır. 11 'inci yüzyıldan sonra kilise ve din görüşü her şeyin üzerine geçmiş, kişinin yaşam ve düşünce biçimini kısıtlayan 'balat' diye tabir edilen ulusal destanlar ortaya çıkmıştır. Bize bir hayli tanıdık bir tablo.
DOĞU VE BATI
Bildiğimiz fakat çoğumuzun tanımadığı bir tablo daha var. O da Rönesans. Rönesans'la beraber halk ve devlet yeniden düzenlenir. Krallar ve derebeylerinin dine dayalı sınırsız güçleri kırılır. Bu yenilenme döneminde kişinin insanca ve özgür yaşama isteğini gerçekleştirme dönemine girilir, insan tekrardan el üzerinde tutulur. Rönesans'la beraber 'insan' olgusu bambaşka bir anlam taşımaya başlar.
Batı'ya bu taraftan bakacak olursak, insan gururu her şeyden daha önemlidir. Haysiyet, şahsiyet gibi değerler orada daha öndedir. Bu yüzden başarı hikâyelerini, güçlü karakterleri, zaferle biten her tür hikâyeyi daha çok içselleştirirler. En azından öyle olduklarını bilmek onlara kendilerini iyi hissettiriyor. Hollywood'u yaratanlar aşkına! Onlar insanlarını ezilmiş görmek istemiyorlar. Buna izin vermiyorlar.
Doğu'ya bakacak olursak, bizler madalyonun başka bir yüzünden bakıyoruz dünyaya. Ve bu tamamen kültürel bir fark. Bizlerdeki bu teslimiyet, yaşanmışlıkları bu derece ortaya koyabilme becerisi ve bu drama onlara adeta büyüleyici geliyor. Çekindikleri şeyi görmek hoşlarına gidiyor da denebilir. Batı, bu gariban edebiyatını hem anlamakta zorlanıyor, hem de ona karşı bir çekim duyuyor. Bu sadece bizim kültüre ait bir durum da değil, Doğu'ya özgü bir durum.
GERÇEKLİK...
Bu yüzden çoğu zaman 'Batı kompleksi' olan insanları anlamakta zorlanıyorum. Bu ister roman, ister film, ister resim olsun Batı'ya ait iyi bir kopya olmak hiç akıllıca bir şey değil. Bizler sanatsal anlamda kopyanın üzerine gidemiyoruz. Çoğumuz kopyayı değiştirmeye, kendimize adapte etmeye bile çalışmıyoruz. Bu yüzden Doğu'nun göbeğinden çıkan gerçeklik onların ilgisini çekiyor.
Mo Yan da bu gerçekliklerden biri. Sanrısal gerçeklikte bir hayli başarılı bir gerçeklik. Gerçeklik derken hikâyenin içerisindeki gerçeklikten bahsetmiyorum. Ait olduğun yerdeki insan olabilme gerçekliğinden bahsediyorum, kendi özünü koruyabilme gerçekliğinden bahsediyorum.
FARKIN BAŞARISI
Başarı fark gerektirir. Ve bu fark, dünya çapında başarılı biri olabilmek için yaşadığın toprakların tadını o toprakları tanımayanlara verebilmekten geçer. Kültürünü iyi tanıyıp onu olduğu gibi aktarabilmekten geçer. Anlayacağınız bunun ülkene karşı gelmekle, kitabının yasaklanmasıyla, içeriğinin ülkeni tehdit edici unsurlar taşımasıyla bir alakası olduğunu sanmıyorum.
Biz hâlâ daha gerçekleri kabullenemeyen bir toplum olduğumuzdan bazı şeyleri yazmaya elimiz bile varmıyor. Oysa son derece revaçta olan bu gariban edebiyatıyla her alanda ne ödüller alırdık. İnsanların kendi özlerinden ve gerçekliklerinden kaçmadığı bir ülke hayal ediyorum. Batı kopyacılığı yerine, kültürünün insanlarının duyulmasını ümit ediyorum...