Yol ayrımı
İKİ seçim şansım var. Biri hayatı müthiş duygusallıklar, yüklenen büyük anlamların içerisinde bir o yana bir bu yana hoplayan bir yürekle yaşamak, bir de akıl yardımıyla yaşayabileceğim daha zahmetsiz, tek düze, daha az komplike, daha az travmatik bir hayat. Sonbahar bana böyle geldi. Bu ikilemin ortasında bir yerlerdeyim bugünlerde. Büyüyorum tabii, zaman geçtikçe hayatın önem sırası kendiliğinden değişiveriyor. Eski ve tanıdık duyguları daha iyi zaptediyor, kendi üzerimde daha iyi hâkimiyet kurmayı başarıyorum. O eski fırtınalar şimdi çok daha sönük, gözyaşları daha gizli. Artık eskisinden daha çok sırrım var. Dışarıdaki dünyamı içime taşımışım gibi geliyor. Elbette henüz her şeyi içeride tutacak kadar iyi değilim bu konuda. Daha hâlâ dürüst olmak için zamanım var. Bazen ağlamak isterken kahkaha atabildiğim oluyor. Ama onu daha öncelerde de birkaç kere becerebilmiştim sanırım.
BÜYÜK KAVGA
Sadece bu konuda henüz yeterince iyi değilim. İnsanız işte; her birimiz bir şeylere bulaşıyoruz. Fakat kalabalığın içerisinde birilerine çarpmadan yürüyebilmek o kadar zor ki... İnsanın içinde dağ gibi bir duygusallık varken, onu gizlemek, sakin kalmaya çalışmak ne kadar zor. Önceleri bu duygusallığın her daim dışarı vurulması taraftarıydım. Bugün böyle düşünmüyorum. Çünkü bugün benimle alakalı olmayan bir kavganın orta yerinde buldum kendimi. Arnavutköy yokuşunda yol çalışması var. Bu yüzden yol aşağıdan kapatılmış. Normalde ters yön olan tarafa geçit verilmiş. Bizde hep olur ya, normal yolun kapandığını fark etmeyen ya da belki yol boştur diye o yola giren araçlar ve en önde ben olmak üzere yukarıdan gelen araçlar kilitlenip kaldık.
Önümde yanlış yola sapmış bir bayan ve arkasında bir dizi araba daha. Arkamdaki taksi şoförü olaya müdahale etti: "Ters yöndesiniz hanımefendi." Kadının arkasındaki beyefendi de taksiciye müdahale etti: "Ne var canım yol verseniz, yazık değil mi kadıncağıza." Olay birkaç saniye geçmeden büyüdü. Kendimi korkunç bir kavganın orta yerinde buldum.
KALPLER NASIRLI
Normalde ben de müdahale etmekten hiç çekinmem fakat bütün bu hırçın duygusallık hayatımda ilk defa arabamın kapısını kilitlememe sebep oldu. Afili arabasından taksi şoförüne doğru şöyle haykırdı adam: "Siz taksiciler zaten her boku yaparsınız, çalarsınız, çırparsınız, kadın da satarsınız, nezaket bilmezsiniz". Taksici şöyle cevap verdi: "Yanlış yola giren sizsiniz beyefendi. Siz de ancak bir taksi şoförüyle böyle konuşursunuz."
Bir öğretmeni andıran bayan "Kadınlara işte böyle davranıyorlar bu ülkede" diye ağlıyor, taksi şoförünün yemediği hakaret kalmıyor, zengin ve arabasının megafonundan (evet, megafon) taksi şoförüne bağıran adam da adalet, nezaket falan gibi şeylerden bahsediyor. Konuşmasını uzaktan dinleyen biri adamın adaletine ve asaletine inanamayacak neredeyse. Halbuki taksi şoförü ve benim dışımda hepsi ters yoldalar. Müthiş bir duygusal facianın tam orta yerinde kaldım. Öyle kırıcı kelimeler sarf edildi ki, birbirlerine küfür etseler daha iyiydi. Küfür bile, söylenenlerin yanında çoğu zaman kişisel saldırıdan çok daha iyi tolere edilebilir. İnsanların anlaşmak yerine birbirlerini parçalamaya hazır olduğu bir dünyada duygusallık sanırım kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü duygusal oldukça, söylenen her şeyi kişisel algılayabiliyoruz. Ve böyle bir yaşam her gün yaşanan duygusal bir işkenceden öteye gitmez. Bugünlerde insanları daha iyi anlıyorum. Aramızda gezinen o umursamazlığın, soğukluk sandığım uzaklığın ve vurdumduymazlığın nereden geldiğini daha iyi anlıyorum.
Kalpleri paramparça insanların. Bu sebeple de çoğu nasır tutmuş halde. Nasır tutmuş bir kalpten ne beklenir ki? Onu eline alsan, onarmaya çalışsan, yaralara dokunsan daha çok acı vermez mi? Yamuk kaynamış bir yarayı tekrardan kesip onarmaya çalışmak delilik değil mi? Hem açık yarayla de dolaşılmaz bu sokaklarda. Her halükârda mikrop kapar. Geç oldu sanırım ama bu yol ayrımını anladım ben şimdi...