Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Henüz gezip, görmedim ama kitabım “Kütüphanemdeki Sesler” bu aralar kitapçılarda raflarda yer almış olmalı.

        Bu tür kurmaca(fiction) türü dışında olan yazı çalışmaları bana göre; yapacak daha iyi işleri olan başkaları adına, makul zekaya sahip birine hizmet sektöründe zaman verilmesi anlamına gelir.

        Bu tanımı yazar David Foster Wallace yapmıştır ama kitabı yazarken olan ruh halimi de aynen tarif ettiğinden bana da çok uydu bu tespit.

        Çalışmanın içinde ağır konular vardı ama benim amacım çok daha mütevazi, hatta magazinsel sayılabilecek türdeydi. Özetle; yaratıcı beyinlerin nasıl yaşadıklarını ve yaratma aşamasında nasıl ruh hallerine sahip olduklarını öğrenmek ve öğrendiğimi anlatmaktan ibaretti "Kütüphanemdeki Sesler"in ana fikri.

        Eğer bir gün kitabı karıştırmaya fırsatınız olursa çalışmada sıkça modern sanatın bana fazla anlamlı gelmediğini ve çağdaş olanı fazla anlayamadığımı ifade ettiğimi görebilirsiniz.

        Ama kitabın sonuna doğru bu yaklaşımı kendime yakıştıramadığımı ve modern sanatı da anlamaya, onu bir çerçeveye oturtmadan rahat duramayacağımı söylüyorum.

        Nitekim bu dediğim de oldu bile, daha önce planlamış olduğum okuma listemi tamamen yeniden düzenledim ve listemi sadece modern sanatçıyı ve sanatı anlamamı sağlayacak çalışmalarla doldurdum ve yavaştan bunları okumaya başladım bile.

        REKLAM

        Yavaştan dediğime de bakmayın siz. Hayatta hiçbir şeyi iyi yapamasam da okumam iyi düzeydedir ve hakkını vererek oldukça hızlı da okurum.

        Hızlı okuyabilsem bile modern sanatı anlama yolunda uzunca sürecek bir yolculuğa çıktığımı sanıyorum. Çalışmamın henüz başındayken üzerinde en az bilgiye sahip olduğum dal olan şiir dünyasına da bir şekilde girmem gerektiğini de gördüm

        Çünkü Baudelaire’yi biraz anlamaya çalışmadan moderni anlamanın mümkün olamayacağını baştan gördüm.

        Onu biraz anlamaya başlamak için okurken şairin “Az az yapılmazsa hiçbir şey yapılamaz” demiş olduğunu da öğrendim.

        Gerçi şair bu cümleyi empresyonist ressamların zamanındaki denemelerine cesaret vermek için söylemiş olsa da bu cümle bana Türkiye’de siyasi alanda şu anda yaşananlardan duymakta olduğum hayal kırıklığını hatırlattı.

        Seçim süreçleri üzerine abartılı hayallerim, beklentim filan yok. Ama ne kadar güncel olanla boğuşmak üzerine kurulsalar da seçim süreçlerinde her ülkede gelecek yaşamların daha iyi, daha modern olabilmesi için bazı fikirlerin yavaştan tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

        Bu açıdan baktığımda yaşamakta olduğumuz seçim süreci benim açımdan tamamen bir hayal kırıklığı oluyor. Çünkü bana önemli gelen modern hayatı belirleyen yaşam tarzları konusunda bir kapsamlı tartışma yapılmıyor. Bunların ne olduğu her insana göre değişebilir ama benim için, her türlü cinselliğin toplumda tüm doğal haklarıyla yaşanılabilmesi, bugüne kadar insanı her halükarda yaşatmak için örgütlenmiş tıp dünyasının istendiği takdirde insanın acı çekmeden korku yaşamadan ölmesine yardımcı olacak şekilde örgütlenmesi ve düşünce ifade etme özgürlüğünün mutlak biçimde, yani sınır konulmadan serbest olması gibi konular var.

        Bunları söylediğimde genelde karşı karşıya kaldığım tavır bunların şimdi zamanı olmadığı ve Türkiye gerçeklerinin bunlara hazır olmadığı şeklinde oluyor.

        Bu doğru da olabilir ama Baudelaire’nin dediği gibi; “Az az yapılmazsa hiçbir şey yapılamaz.” Yani olumsuz koşullara rağmen bazı şeyleri yavaştan tartışmaya başlayamazsak zaten moderniteyi ıskalamaya başlamış ülkemizde bunu bir daha yakalama şansımız bir süre sonra maalesef hiç kalmayabilir.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar