Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsan yaşamının doğal parametrelerinden oluşan hiçbir dengenin ayakta kalamadığı sosyal ve ekonomik dengesizliklerin ülkesi Türkiye’de böyle ortamlarda doğal ortaya çıkan kavram karışıklığı da yoğun sürüyor.

        Orta sınıftan olmanın en net göstergelerinden biri olması gereken ev sahipliği bu ortamda nerdeyse utanılacak bir durum haline geldi.

        Oysa Türkiye’de ev sahipliğinin kısa tarihini bir hatırlamak bile her ev sahibi insanın zengin (ve çağrışım yoluyla kötü taraf ) ile özdeşleştirilmesinin ne kadar hatalı olduğunu gösterecektir diye düşünüyorum.

        Benim çocukluğumda, gençliğimde annemlerin gittiği misafirliklerde veya aile dostlarıyla bizim evde toplanıldığında sohbetlerde çok sık duyduğum cümleydi "Bize bir göz ev yeter" lafı.

        Bizim gündelik yaşam dilimize ait olan bu "Bize bir göz ev yeter" lafı bu ülkede meslekleri olup da uzun çalışma yıllarından sonra yaşlılıklarını planlamaya girişen orta sınıf insanlarına özgü bir kavramdı.

        Misafirliğe gitmenin hala daha olabildiği o yıllarda meslekli çiftler çocuklarını büyüttükten, kendileri de emekli olduktan sonra bir de küçük ev yatırımı yapabildikleri takdirde ülkelerinde huzurlu bir yaşlılık geçirebileceklerini düşünürlerdi.

        REKLAM

        Nitekim o bir göz evlere yatırımlar yapıldı sonra emekli de olundu, ama sonra yıllar geçtikçe bakıldı ki o emekli maaşları yetemiyor, yaşlılığı geçirmek için düşünülmüş o evler de o yetmeyen emekli maaşlarını telafi etmek için kiraya verildi, o bir göz evlerin sahipleri de kirası düşük diye kendileri için hayal etmiş oldukları evden çok daha düşük düzeyde evlerde yaşamaya başladılar.

        Bir göz evlerinden aldıkları kirayı, emekli maaşı ile destekleyip yaşamaya çalışan ve hayatlarını kredi kart asgari ödemeleri yaparak devam ettirmeye çalışan orta sınıf, bir süre önce kartlardaki asgari ödeme oranının arttırılması ile bir darbe daha yedi. Bazen alınan kararlara baktığımda acaba orta sınıfı ortadan kaldırmak yönünde bilinçli bir politika mı sürdürülüyor diye bile düşünüyorum.

        Şimdi bakın etrafınıza hepinizin bu yaşam deneyiminden geçmiş bir çok tanıdığınız olmalı. Bir çoğu aç olmayabilir ama hiçbirisi hayal ettikleri yaşlılık günlerini bu günlerde yaşayamıyorlar. Kira tartışmaları ile birlikte üstelik ev sahibi yani çağrışımla kötü taraf da oldukları için utanmaları gerektiği de düşünülmeye başlandı.

        Oysa suç ne kirayı bir araya germekte zorlananda ne de aldığı kiraya emeklilik maaşını koyduğu halde bile geçinemeyende.

        Asıl suçlu yaşam planlarının doğal parametrelerinden oluşan bütün dengelerin bozulmuş olmasında ve hepimizin hayatlarının bir dizi dengesizlikten ibaret hale getirilmesinde. Orta sınıfın bu şekilde yok olması sürerse Türk ekonomisinin sanıldığından çok daha derin darbe alacağı kesindir.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Misafirliğe gitmek

        Misafirliğe gitmek
        0:00 / 0:00

        Türkiye'nin kamu aydını İlber Ortaylı 'İnsan Geleceğini Nasıl Kurar (Kendini İnşa Etmenin Yolları)' kitabında İtalya'da oluşturulan ve oradan Fransa'da da çok tutan 'salon' sisteminden bahsediyor. Bu salonlarda dönemin çeşitli mesleklerinden önde gelen düşünürler yazar çizerler bir araya gelip çeşitli konularda sohbetler yapardı.

        Batı aleminde fikirlerin geliştirilmesi ve yeni fikirlerin ortaya çıkabilmesinin temelinde salonlarda yapılan sohbetlerin de önemli yer tuttuğunu anlatan İlber Hoca, bu salon geleneğinin Fransa dışında ayrıca Moskova ve St. Petersburg'da da var olduğunu söylüyor.

        İlber Hoca daha sonra salon geleneğinin bizde hiç var olmamışa benzediğini, meclisler, sohbetler olduğunu ama onların da salon geleneğinin yerini dolduramadığını söylüyor.

        Hocanın bu satırlarını okurken ben çocukluğumda ve gençliğimde var olan misafirliğe gitme geleneğinin bir ölçüde salon geleneğinin boşluğunu doldurması ihtimalini düşündüm.

        Orta sınıfların misafirlik geleneğinde evine gidilecek insanlar meslekli ve sizinle eşit düzeyde eğitimi olduğunu düşündüğünüz insanlardan seçilirdi. Tabii ki misafirlikte bilimsel konular konuşulacak diye bir kural yoktu ama hayata dair her gelişme, fikir ve yeni düşünce sohbetlerin konusu olabilirdi. Misafirlikteki sohbetlerden tarafların daha bilgili daha donanımlı çıktığını söylemek mümkündü.

        1970'li yılların sonuna doğru zayıflamaya başladığını söyleyebileceğim misafirliğe gitme geleneği ondan sonra ortadan kalkma sürecine gayet tabii ki girmişti ama misafirlik geleneğinin bence ölüm fermanını sosyal medya vermiş olmalı.

        Şimdi özellikle benim yaş ve civarı kadın arkadaşlarıma bakıyorum çoğunun elinde bir tablet özellikle Instagram üzerinden haberleşiyorlar. Misafirlikte olabilen insani dokunuş ve insani sıcaklık artık maalesef hiç yok.

        Bunun hem bizlere birer birey olarak zarar verdiğini hem de ülkede sağlıklı fikir tartışmasını daha da öldürdüğünü görmeliyiz.

        Surata 200 bin yumruk yemek

        Surata 200 bin yumruk yemek
        0:00 / 0:00

        Başlığa bakıp da bunun yok olma sürecine girmiş orta sınıflara vurulan ekonomik ve sosyal darbeler ile ilgili bir yazı olduğunu sanmayın.

        Tansu Çiller başbakanken (1993-96) Hürriyet gazetesinin Washington temsilcisiydim. Başbakan eşi Özer Çiller ile birlikte oğullarının üniversite mezuniyeti için Boston’a gelince takip için Washington’dan Boston’a geçtim.

        Amerika’da adettir üniversiteler mezuniyet törenlerine konuşma yapmaları için meşhur olan insanları davet ederler. O gün Muhammed Ali davetliydi törene.

        Gazeteciler bir olayı izlerken boş kaldıklarında daima bir arada durup çevrede olup biten hakkında konuşur dedikodu yaparlar.

        Biz de grup olarak bahçede dururken Tansu Hanım sohbet için yanımıza geldi.

        Onunla konuşmaya çalışırken ben sol tarafımda aniden hava sanki birden ağırlaşmış gibi bir duygu hissetim. Sanki yanı başımda aniden bir dağ oluşmuş gibi bir duyguydu bu.

        Panik içinde ne olduğunu anlamak için sola döndüğümde Muhammed Ali’nin Tansu Hanım ile konuşmak için orada durmakta olduğunu gördüm.

        Adam gerçekten dağ gibiydi bütün vücudundan bir güç fışkırıyor gibiydi.

        Bu adama yolda kazayla çarpan bile düşüp bayılır ve eğer adam bir de koşuyor olsa çarptığında insanı öldürebilir bile diye de düşündüğümü hatırlıyorum.

        Yanlış anlaşılmaktan korkmasaydım adamın vücuduna dokunup çelikten olup olmadığını anlamayı bile düşündüğümü hatırlıyorum. Ürkütücü bir güç vardı tüm vücudundan fışkıran.

        Sonra ağır sıklet boks maçlarını düşündüm elimde olmayarak. Raging Bull filminde yönetmen Martin Scorsese’nin bizlere yakın çekimde gösterdiği vahşetin maçlarını hatırladım.

        Bu adamın hepsi de en azından yüz kilometre hızla gelen ağır kamyonunun çarpması etkisinde olması gereken tam 11 yumruğu rakibine sadece 3 saniye içinde vurmak kabiliyetinde olan bir atlet olduğunu okumuştum

        Muhammed Ali’nin vücudundaki tüm gücünü tek bir kola yükleyip 11 adet yumruğu attığı karşısındaki insana neler olabileceğini hayal etmek bile zordu.

        Onun kafaya gelen tek bir yumruğunun bile öldürücü olması gerekirken üst üste gelen darbelere nasıl dayanabildikleri bana meçhuldü.

        Sonradan ortaya çıktı ki Muhammed Ali de kariyeri boyunca kafasına tam 200 bin adet yumruk yemiş.

        Şimdi biliniyor ki boksörler boksu bıraktıktan ortalama 16 yıl içinde beyinlerine aldıkları darbeler yüzünden ‘yumruk sarhoşluğu’ diye adlandırılabilecek ‘Dementia Pugulistica’ sendromları yaşıyorlar.

        Andy Warhol ve pop-ölüm

        Andy Warhol ve pop-ölüm
        0:00 / 0:00

        Pop sanatçısı Andy Warhol neşeli sanat ürünlerinin yanı sıra ölüm ve felaketler konusuna da takıntılıydı bu başlık altında birçok eser de üretti ve bahsettiğim ‘Felaketlerin Dayanılmaz Çekiciliği’ estetiğiyle yaşayan insanlara bu eserlerini yüksek fiyattan pazarlayabildi.

        Bu yazı için onun bu konudaki eserlerinin fotoğrafların bakarken ‘Suicide, Fallen Body’ adlı eseri dikkatimi çekti. Warhol başkalarının çekmiş olduğu fotoğraflar ile çalışırken kullandığı teknik genellikle tek bir kanvas üzerinde aynı fotoğraf karesini çok kez tekrardan göstermektir.

        Bu eserine bakarken birçok kez tekrar edilen fotoğrafta insanın tüylerini ürperten bir görüntü bulunduğunu gördüm ve gayet tabii ki bu fotoğrafın hikayesini de öğrenmeye giriştim.

        1 Mayıs 1947 yılında Evelyn Francis McHale henüz 23 yaşındayken muhasebeci olarak çalıştığı Empire State binasının 83. katındaki Gözlem Güvertesi'nden, yaklaşık 255 metre yükseklikten atladı ve bir arabanın üzerine düştü.

        Mucize olsa gerek cesedi parçalanmadı ve hatta bir damla kan bile akmadı, genç kadın tesadüfen orada bulunan bir gencin çektiği fotoğrafta sanki hurdalıktaki bir arabanın üzerine yatmış uyuyan bir kadın gibi görünmektedir.

        O fotoğrafın otaya çıktığı günden itibaren Life dergisinin başlığından sonra insanların global bilinçaltında bu olay 'Tarihin en güzel intiharı’ diye tanımlanmaya başlandı bu fotoğraf popüler kültürde yıllardır etkisini gösteriyor. Radiohead’in müzik videosunda Taylor Swift ve David Bowie’nin albümlerinde bu fotoğrafa göndermeler var. Hatta Hadise’nin Hay Hay parçasının videosunun başında bu fotoğrafı çağrıştıran görüntü de bulunuyor.

        Diğer Yazılar