Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Elimden geldiğince buna muhatap olmamaya çalışsam da, arada bir bu ülkede gücü eline tutanların siyasi konuşmalarını baştan sona dinlediğim de maalesef olabiliyor.

Her konuşmayı dinlerken acaba distopik bir rüyada mı yaşıyorum düşüncesi hakim oluyor bana kaçınılmaz olarak. Yaşanılan gerçeklikle söyleyen cümleler o kadar birbirine zıt olabiliyor ki, bazen acaba konuşan kişi yeni ve özel bir dil mi yarattı diye de düşünüyorum.

Bu duygu bende özellikle ekonomi ile ilgili konuşmaları dinlerken oluyor. Konuşanın anlattığı ile yaşadığımız ekonomik gerçeklik öylesine farklı ki konuşanın farklı bir dünyada yaşadığını bile düşünebiliyorum.

Konuşulanların kendi iç yapı tutarsızlıkları da oluyor daima. Konuşanın başlangıç noktalarını kendimizi zorlayıp kabul etsek bile onlardan vardığı sonuç bilinen tüm mantık kurallarını, rasyonel neden sonuç ilişkisi sistemlerini yıkabiliyor.

Bu tür konuşmalar beni distopik duygulara itebiliyor da acaba aynı konuşmayı dinleyen diğer vatandaşların beyninde bunlar nasıl algılanıyor, acaba başkaları bunları duyunca ne hissediyor diye de düşünüyor insan.

Ludwig Wittgenstein’ın düşüncesi gündelik dil felsefesi olarak tanımlanan analitik felsefenin zirvesi kabul edilebilir.

Wittgenstein dilin sürekli kandırmaları, yanılgıları, büyüleri olduğunu söylemiş düşüncemizi dilin sürekli bu kandırmalarından yanılgılarından arındırma görevimiz olduğunu ve dil ortamında tutsak olduğumuz ve asla bundan tam olarak dışarıya çıkamayacağımız için, arındırma çabasının sonsuza kadar süren bir görev olduğunu da söylemiştir. (Hans Joachim Störig, ‘Dünya Felsefe Tarihi’ s.618-199)

Anlayacağınız bizlerin Türkiye’nin bugünkü siyasi koşullarında kullanılan diller nedeniyle birer tutsak olduğumuzu söyleyebiliriz..

Otoriter sistemlerde bu tutsaklık yoğunluğu artmaktadır. Çünkü bu sistemlerde güç sahipleri '1984' eserinin yazarı George Orwell’in 'çitftdüşün' düşünme ve konuşma stilini de geliştirmişlerdir. Çiftdüşün birbiriyle çelişen iki düşünceyi de zihinde bir arada tutma ve bu düşüncelerin ikisine de aynı anda inanma durumudur.

Örneğin ekonomimizin iyi durumda olduğunu bize anlatabilen veya Osman Kavala kararından sonra bu ülkede adaletin olduğunu anlatabilen bir konuşma çiftdüşün örneğidirler. AK Parti’ye hala daha oy vereceğini söyleyen insanlar bu çiftdüşün sistemini kendilerine içselleştirmiş görünüyorlar. Çünkü onlar dinlenilen konuşmaları rasyonel anlamlandırma sistemi dışında başka bir sistemle bunları anlayıp içselleştiriyor gibiler.

Bu ülkede gücü elinde tutanlar bir kısım insana ne kadar tuhaf, irrasyonel gelse de bazı konuşmaları hala daha yapabiliyorlar çünkü bu konuşmanın farklı bazı kesimler tarafından tamamen rasyonel ve mantıki algılanacağını biliyorlar.

Fakat çiftdüşün düşünce sisteminin ve konuşmaların yaygınlaştığı toplumlarda nedenler ile sonuçlar arasında illiyet bağı (nedensellik bağı) kurulması sistemleri de tamamen çökebiliyor. Buna alışan insanlar bir süre sonra tamamen irrasyonel ve Braudrillard’ın deyimiyle ne dünü ne de yarını olan sadece bugünü, o anlık düşünen biçimde (hiper-gerçeklikte) yaşamaya başlıyorlar.

Bu geldiğimiz aşama Türkiye açısından tehlikelidir. Çünkü bu ülkenin ekonomisini ve adaletini yeniden kurmak için rasyonel düşünceye ihtiyacı olacak. Ancak bu imkan her gün dinlemek zorunda kaldığımız siyasi konuşmalar ile gün geçtikçe daha imkansız hale geliyor.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar