İtiraz hakkı ve üniversiteler
1088’de kurulmuş dünyanın en eski üniversitesi olan İtalya’daki Bologna Üniversitesi'nden bu yana üniversiteler eğittikleri insanlara içinde bulunulan toplumlarda doğru olarak kabul edilenleri sorgulamayı ve bilimsel doğruyu bulmak için itiraz etmeyi öğretmişlerdir.
Üniversite ortamı bilim insanlarının ve öğrencilerin hep birlikte bir camia olarak toplumların doğru olarak bildiklerini sorgulamaya ve gerçek bilgiye ulaşmak için çalışmayı teşvik eder.
Bugünlerde üzerinde çok konuşulan akademik özgürlükler işte üniversitenin bu fonksiyonunu doğru bir şekilde yerine getirmesi için gereklidir. Dünyanın en eski üniversitesi olduğunu söylediğim Bologna Üniversitesi kuruluşundan hemen sonra ‘Constitution Habita’ adı verilen akademik metni yazmış ve bu da akademik özgürlükler kavramının temelini oluşturmuştur.
PROTESTO VE ÜNİVERSİTELER
Bu tanımladığım ortamda üniversiteler sürekli bilimsel sorgulama ve özgürlükler nedeniyle oldukça huzursuz ortamlardır. Vicdani ve akla dayalı sorgulamaların sürekli olmasının ve gerçek bilim insanının itiraz etmesinin beklendiği akademik ortamlarda huzursuz beyinlerin bulunması normal olarak görülmelidir. Bu huzursuzluk aslında gerçek bilgiye ulaşmanın yolunu açan bir durumdur da. Ama aynı zamanda sık sık üniversiteleri protestoların mekanı haline de getirir bu tanımladığım ortam.
Bu Türkiye'ye özgü olan değil evrensel olarak geçerli olan bir durum tespitidir.
Yani doğru bilinenleri sürekli sorgulayan ve gerçek bilgiye ulaşmaya çalışan beyinlerin yaşadığı huzursuzlukların bazen protestolara dönüşmesini evrensel geçerliliği olan bir normal olarak görmeye alışmalıyız.
Üniversitelerin bu çok zor oluşabilen akademik özgürlükler, itiraz kültürü ve bazen protestolara yol açabilen kültürel ortam dengesinde en önemli faktör otoritelerin bu ortama nasıl tepki vereceğinin iyi ayarlanmasıdır.
STANFORD DENEYİMİ
Bu bağlamda üniversitelerin itiraz ve sorgulama hakları ile protestolara polisiye tepkilerin bütün olarak ele alınıp ciddi sorgulanarak doğru olanı bulmak için kapsamlı bir çabanın gerçekleştirildiği Amerika’nın Stanford Üniversitesi’nde yaşananları bence iyi öğrenip anlamaya çalışmalıyız.
Modern kampus polis işlevinin önemli düşünürlerinden bir tanesi olan Marvin Herrington, Stanford Üniversitesi kampus polisinin başına şef olarak atandığında bir takım kriterler koydu.
Kriterlerinin ana ilkesi yaşanan olay ne olursa oldun polis hemen bunu suç olarak tanımlamak yerine, alternatif tanım ve tedbirler üzerine düşünecekti.
Örneğin bir protestoda öğrenciler bir binayı işgal ettiklerinde polis bunu uzlaşmaya açık bir mülkiyet hakkı ihlali problemi olarak değerlendirip hemen güç kullanarak müdahale etmek yerine mülk sahibine yani üniversite yönetimine ne yapmak istediklerini soracaktı. Mülkün sahibi olanlar eğer işgali yapanlarla konuşup anlaşma yoluna gitmek isterlerse polis arabulucu gibi davranacaktı.
Böylelikle tepki-karşı tepkilerle olayların hızla büyümesinin önü alınmaya başlandı.
Burada amaç polisin daima tepki vermeden önce yaratıcı biçimde düşünmeye ve şiddet içermeyen tepkileri formüle etmeye fırsat vermek için alan ve zaman bırakmasıydı.
DAYANIŞMA MİTİNGİ
2011 yılında ‘Occupy' hareketi başlayınca Berkeley kampusunda polis öğrencilere şiddet kullanarak müdahale etti, Stanford Üniversitesi öğrencileri Berkeley öğrencilerini bir dayanışma mitingi için kampuslarına davet etiler.
Stanford polisinin yılardır ‘değerlere dayalı polislik’ yapma deneyimi olduğundan mitinge Berkeley polisinden çok daha değişik tepki verdi. Polis üniversite yönetimine ne yapmak istediğini sordu. Acaba üniversite yönetimi mitingi kampus alanındaki geçiş haklarını ihlal eden bir eylem olarak mı görüyordu yoksa öğrencilere bir alan ve zaman verilip olay potansiyelinin hafifletilmesini mi istiyordu.
Üniversite yönetimi ikinci yolu tercih edince öğrencilere yürüyebilecekleri bir güzergah tesis edildi ve polis ellerinde sıcaktan bunalabileceklere verilecek su şişeleriyle öğrencilerin gözetim altında yürümesine eşlik etti. Hatta üniversite yönetimi onlara isterlerse toplanabilecekleri bir stadyum bile açtı.
Sonuçta büyük olaylar çıkabilecek bir gösteri barış içinde başlayıp bitti.
Günün sonunda bazı göstericilerin polise sarılıp teşekkür ettiği bile görüldü bu olayda.
CHICAGO İLKELERİ
Boğaziçi Üniversitesi'nde olan biteni izlerken bence bu Stanford deneyimine ek olarak Chigago İlkeleri diye tanımlanan Chigago Üniversitesi’nin İfade Özgürlüğü Komitesi tarafından 2014 yılına kaleme alınan metni de iyice anlayıp içselleştirebilmek gerekiyor.
Üniversiteler akademik özgürlüklerini kullanıp hür vicdanları ile bilimsel doğruya varırken meseleleri her yönüyle derin düşünebilmelidirler.
Bu da sadece ifade özgürlüğü ilkesine tavizsiz uyulması ile yani azınlıkta kalan görüşlerin de duyulmasına izin veren bir ortam oluşturmaktan geçer.
Üniversitelerde global düzeyde fikir özgürlüğü, akademik özgürlükler ve rasyonel düşünce hakimiyeti olduğundan genelde sol düşünce güçlüdür. Bu hakimiyet benim genelde memnun olduğum bir durumdur ama bunun aynı zamanda hakim sol düşünceye bir sorumluluk da verdiğini de görmek gerekir. O da marjinal olabilen karşı fikirlere eşit söz hakkını tanıyacak özgürlük ortamını yaratma sorumluluğudur.
Bugün mücadelelerini ve tepkilerini izlediğimiz Boğaziçi akademik ortamında tepki verilen konu hakkında kapsamlı ve eğer varsa karşı görüşlerin de duyulduğu kamuya açık bir tartışma yapılmamasını ben doğru bulmuyorum. Eğer öğrenciler dünyanın her yerindeki gençlerde olabileceği gibi muhalefetin ve tepki vermenin çekiciliğine, şehvetine kapılırlarsa ve meselenin düşünce tartışması boyutunu ihmal ederlerse arzu edilen özgürlükler ortamının oluşması sürecine darbe vurmuş da olabilirler. Bunun için Chigago ilkelerinin de iyice incelenmesini önerdim.