Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

BENCE en kutsal yazarlık görevi, insanları güldürmektir. Hele bu, gülmenin oldukça zorlaştığı Türkiye gibi ülkelerde çok daha önemlidir. Çünkü gülemeyen toplumlar düzgün yaşayamazlar, gelecekleri bile tehlikeye düşer.

Kendimi daima bir mizah yazarı olarak tanımladım. Yazıdan anlayan ustalarım bana, “Sende doğal mizah yeteneği var” derler. İnşallah haklıdırlar.

Ciddi konulardaki yazılarımın ağırlığı bazı dönemlerde zorunlu olarak artınca ve mizah geri plana düşünce, o ustalardan biri bana mutlaka telefon açar ve “Sakın ha mizah duygunu kaybetme” der. Ben böyle bir tehlikenin olduğunu düşünmüyorum; çünkü ben hayata her durumda bir mizahmış gibi bakar, yaşamın her detayında bir komedi görür ve bunun kıymetini bilirim. Surat ifademe bu ruhum pek yansımaz; çünkü ben beyniyle gülen insanlardanım.

Bugünlerde benim hem beynimi güldüren hem de surat ifademi değiştiren tek bir komedyen var: Şahan Gökbakar. Onun yaptığı filmler beni çok mutlu ediyor.

Çoğunluk beyinlerini gerektiğinde “kompartmentalize” etmeyi beceremediğinden, bugün Recep İvedik karakterini beğenmeyi itiraf etmek insanları korkutuyor gibi. Onu seyrederken aslında kendilerini kapıp koyuverseler ve streslerini atsalar bile, iş konuşmaya geldiğinde onu hiç sevmediklerini söylemeyi kendi kalite göstergeleri olarak görüyorlar. Bu, mizahı yanlış anlamaktan kaynaklanan yaygın bir yanlıştır.

Stephen King, Daphne du Maurier için, “Her popüler olmak ve çok okunmak isteyen yazar onu mutlaka okuyup anlamalı” demişti. Ancak bugün Recep İvedik karakterine verilen tepki, döneminde ona da verilmişti. Maurier de romanlarını Recep İvedik gibi okuyucularını/ seyircilerini rahatsız etmek için kurguluyordu. Örneğin, karısını öldüren katile sempati duymamızı gerektiren kurgular yaratıyordu.

Okuyucu ise bu nedenle kendisinden nefret bile edebiliyor ve yazara karşı agresif reaksiyon gösterebiliyordu. İvedik’i seyrederken “Ben bunun yaptıklarına nasıl gülerim” reaksiyonu da buna benziyor. Maurier’in kıymeti çok sonradan anlaşılmıştı. Neyse ki Recep İvedik karakterini benim gibi çok seven var ve sahip çıkıyorlar.

“Bu film benim kaliteme uygun değil” reaksiyonu, tipik bir küçük burjuva korkaklığı ve kalitesizliğidir. Hepimizin içinde biraz olsun hırtlık mutlaka vardır ve biraz hırtlık olmazsa insan mutlu bile olamaz. Maurier de, Recep İvedik de bu hırtlığımızı ortaya çıkarıyorlar. Bizi mutlu ediyorlar.

Mizahın bir başka anlaşılmayan yönü de her mizahçıya meslek hayatının bazı dönemlerinde mutlaka, “Neden kendine hakaret ediyorsun?” sorusunun sorulmasıdır. Bu da kaçınılmaz aslında. Mizahçılar kendileriyle dalga geçmek zorundalar. Gerektiğinde kendinize ağır laf edeceksiniz ki başkalarına ağır laf ettiğinizde “Hakaretlerimden herkes, kendim de dahil nasibini alır” deme şansınız olsun.

Örneğin, stand-up komedi gösterisine kendinize ve evliliğinize hakaretle başlayıp sonra başkalarına geçmek en sağlam metottur. Hemen hemen bütün esprilerine, “Bana hiç saygı göstermiyorlar” diye başlayan komedyen Rodney Dangerfield kendi kendine hakaretin uzmanıdır.

“Ben öyle çirkindim ki, doğduğumda doktor ağlamaya başlayayım diye popom yerine suratımı var gücüyle tokatlamıştı” diye başlar ve saatlerce çirkinliği üzerine konuşabilir. (Bunu, neden çirkinliğim ve şaşılığım, karımın ve babamın tuhaflığı üzerine yazdığımı soranlara iletiyorum.)

Ayrıca “Kız bana telefon edip ‘Evde kimse yok, haydi gel’ dedi. Çıktım gittim, gerçekten evde kimse yokmuş, kimse kapıyı açmadı” da Dangerfield’in komedi rutini içindedir. Diğer büyük komedyen Henny Youngman ise karısı için, “Biz kırk yıldır evliyiz. Kırk yıldır da aynı kadına âşığım... (Biraz durakladıktan sonra punch-line gelir.) Bunu sakın ha karıma söylemeyin, bunu öğrenirse çok kızar bana” da onun meşhur esprilerinden biridir.

Babam ve karım bunları bildiklerinden yazdıklarımdan dolayı bana hiç kızmazlar, siz de kızmayın.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar