Bayram Oteli, ülkenin deprem ikiyüzlülüğünün sembolü oldu
DAHA çok taze acılar.
Sanki 2011 Kasım'ında değil, geçen kasım olmuş gibi Van-Erciş depremi.
Yüreğimizin kavrulması, gelen her fotoğrafa kahroluşumuz, enkazların önünde ağlayan insanlarımızın görüntülerinin üzerinden sanki azıcık zaman geçmiş gibi.
Oysa bir yılı çoktan geçti.
Hâlâ bölgede insanlar acılarını unutmaya, kayıplarının acısıyla başa çıkmaya çalışıyorlar.
Biz o bölgede yaşamayıp acıyı uzaktan izleyen ve manevi olarak paylaşanların ise gözü adalette.
KİMSE DERS ALMAMIŞ
Çünkü 1999 depremi sonrası adalet alanında yaşanan tüm zafiyet hâlâ yüreğimizin bir köşesinde sıkıntı vermeye devam ediyor.
Onca yapının kâğıt gibi yıkılmasına, binlerce insanın hayatını kaybetmesine karşın bir tek ismin hakkıyla yargılandığına tanık olduk.
Ama sanki tüm bölgenin imarındaki hatalardan o sorumluymuş gibi başka isimlerin yargı karşısında terlediğine tanık olmadık.
Güya o depremin ardından hem devlet hem biz vatandaşlar ders aldık.
Ama olmamış.
Ne vatandaş ders almış ne de devlet.
Bakın şimdi Van depremi sonrası yaşanan süreç, depreme bakışımız konusunda bir turnusol kâğıdı görevi görüyor ve ne acı ki hep ikiyüzlülüğü işaret ediyor.
Bayram Oteli olayını hatırlıyorsunuzdur.
Hani depremde tam yıkılmayan ve ikinci depreme kadar faaliyetine devam ettiği için içinde 24 kişiyle birlikte çöken Bayram Oteli.
Bayram Oteli'nin deprem yüksek şiddette olmamasına karşın yıkılması şüpheleri yükseltmişti. Sonra görüldü ki meğerse otelin taşıyıcı kolonları kesilmiş depremden çok önce.
Ve daha fenası, ilk deprem sonrası sorumlular tarafından detaylıca incelenmesi gerekirken incelenmeyip açık tutulduğu ortaya çıkmıştı.
Savcılık görevini harika bir şekilde yerine getirerek Van Valisi'nden başlayıp bir seri isim hakkında suç duyurusunda bulundu.
Ancak bu isimlere soruşturma açılabilmesi için Yargıtay Başsavcılığı'nın onayı gerekiyordu.
Bu sadece bir formalite gibi görünüyordu. 24 can ihmalkârlık yüzünden terk-i diyar eylemişti, Yargıtay muhakkak ki izin verecekti bu soruşturmaya.
Ama bırakın izin vermeyi, suç duyurusu işleme koyulmamış bile.
UMARIM HATADAN DÖNÜLÜR
Olacak şey değil.
Bu kadar da göz göre göre insan hayatından sorumlu olan devlet görevlileri korunmaz ki.
Marmara Depremi'nde onlarca dava zamanaşımına uğrarken yüreğimiz yanıyordu.
Demek hiçbir şey değişmemiş.
Şimdi top Adalet Bakanı Sadullah Ergin'deymiş. Umarım bu kez hatadan dönülür. İnsan hayatını ihmal etmenin bu ülkede de suç olabileceğini birlikte görmüş oluruz. Kim bilir belki...
Oh, bulmuşlar beleş otoparkı!
HEP yazıyorum. Ama masal gibi geliyor.
İstanbul'da son birkaç yıldır trafikte tamamen kendi halimizde takılıp gidiyoruz. Kendi imkânlarımızla hayatta kalmaya, evimize işimize ulaşmaya çalışıyoruz. Bunlardan herhangi birini başarıp günü atlatabildiğimizde ise sevin Allah seviniyoruz.
Ha bir de elimizden geldiğince kurallara uyuyoruz.
Çünkü biliyoruz ki biz sıradan ölümlü vatandaşlar bir kurala uymazsak, ne bileyim mesela otomobilimizi yanlış yere park ettiğimizde çekileceğini, ciddi rezil olacağımızı ve para kaybedeceğimizi biliriz. Ama trafikte kollanan bir kesim var ki onlara ne kural geçiyor ne kanun.
Alabildiğine özgürler. Kuşlar gibi mesutlar. Canları ne isterlerse yapıyorlar ve kolluk kuvvetlerinden ne bir sitem ne bir şeyle karşılaşıyorlar.
Bakın bu fotoğrafı Karanfilköy'den ikinci köprünün Avrupa yakası tarafına çıkılan sapağında çektim. Bu "yol" iki şeritli ve bir şeridi sağa TEM'e çıkmak için, diğeri de o kavşaktaki birçok seçenekli yollara bağlanmak için kullanılıyor. Son bir haftadır burası açık bir otobüs park alanına dönüştü kendi kendine. Sıra sıra otobüsler sabahtan park edip akşama kadar otoyol manzaralı beleşe otoparkın tadını çıkarıyorlar.
O kavşağı kullananlar zorlanıyormuş, yol tıkanıyormuş, ne onların ne de kısa günde kırk kere oradan geçen trafik polislerinin umurunda.
Bu önemsiz, küçük bir detay gibi görünebilir ama bu küçük detaylar bir araya gelip bu kentin trafiğinin yönetim anlayışını oluşturuyorlar.
Bir de Farah Zeynep Abdullah var
GEÇEN cuma Kelebeğin Rüyası ile ilgili izlenimlerimi aktarmıştım.
Aktarırken filmde rol alan bir isim hakkındaki görüşlerimi bugüne sakladım.
Çünkü filmin büyüsü arasında kaybolup gitsin istemedim doğrusu.
Farah Zeynep Abdullah'ı ilk kez Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinin o muhteşem ilk sezonunda tanıdık. Uçarı Aylin rolünde harikalar yarattı. Hatta bir ara onun karakteri için yazılan Aylin-Soner aşkı hem Zeynep hem de Soner'i canlandıran Mete Horozoğlu'nun müthiş performansıyla dizinin önüne geçip birçok insanın diziyi izleme nedenine dönüşmüştü.
Ancak dizi için Londra'daki okulunu donduran Farah Zeynep geri dönmek zorundaydı. Bu nedenle ikinci sezon öldürmek zorunda kaldılar Aylin'i.
Şimdi Kelebeğin Rüyası filminde Aylin'in tam tersi, hasta ve hastalığı tüm ışığını söndürmüş ama o sıkıntısı içinde âşık olabilmiş bir kadını canlandırıyor Farah Zeynep Abdullah. Ve ilerisi için pırıl pırıl parlıyor. Türk sineması her gün böyle yeteneklerle tanışmıyor.
O yüzden bugüne sakladım onu kutlamayı.
Varsın şımarsın biraz. Hakkıdır.