Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birkaç gün önce İstanbul'un olimpiyat adaylığı sembolünün lale olmasının ne derece bu kenti çağrıştırdığı üzerine bir yazı yazmıştım.

        Yazım üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanı İhsan Şimşek'ten çok nazik bir bilgilendirme e-postası aldım.

        İhsan Bey'in verdiği bilgiye göre, artık Hollanda'dan ithal edilmiyormuş İstanbul'un laleleri.

        Konya'nın Cumra İlçesi'ndeki bir üreticiden getiriliyormuş.

        Hatta bu üretici Hollanda'ya da lale ihraç ediyormuş.

        ANIT BİNALAR VAR

        E tamam, işte ben de bunu diyorum zaten.

        Her yıl en fazla 20 gün İstanbul'umuzu lalelerle kaplamak için getirilen laleler Konya lalesiymiş.

        Yani İstanbul, dünyaca bilinen bir lale üretim merkezi değil.

        Ya da ülkemizin bu yönde uluslararası bir ünü yok.

        Belediyenin bu alımı yerel bir üreticiden yapıyor olması takdire şayan bir hareket.

        Ama benim zaten eleştirdiğim şey, İstanbul'un lalelerle süslenmesi değil.

        Sembolü lale olarak gösterilen bir kentin lalelenmesi için taşıma lale getiriyor olmamız.

        Yani şehr-i İstanbul'un yüzyıllardır hep aynı yerde duran onlarca sembol anıt binası varken taşıma suyla döndürdüğümüz bir değirmenin sembol olması hakikaten tuhaf geliyor bana.

        Çocukları yakmak isteyenler kim?

        BU ülkede ihale alıp sonra yanlış yunluş, eğri büğrü hareketlerle üç kuruş için insan hayatına kastedenlerin büyük bir kurtarıcısı var.

        "Allah korudu" cümlesi.

        Bu sıradan bir cümle değil bizim için.

        Bir yaşam felsefesi.

        Eğer korkunç bir olayda insanlar kıl payı hayatlarını kurtardıysa bu cümle hemen devreye girip olayın faillerine kol kanat geriyor.

        HATIRLI ABİLER DEVREDE

        Allah korudu müessesesi şimdi de bir çocuk parkını yanıcı maddeyle kaplamış olanların yanında.

        Önceki gün gazetemizin birinci sayfasında korkunç bir fotoğraf vardı.

        İlk bakışta insanın tüylerini diken diken eden bir yangın fotoğrafı.

        Coşku dolu alevler dört bir yanı sarmış, iskelete dönmüş parkın oyuncakları ise yanmış kollarından kalan demirleri hayalet gibi ateşin dışına uzatmışlardı.

        Ankara Eryaman'da gerçekleşen olayda tabii ki hiçbir çocuğun kılının ucuna zarar gelmemiş olması büyük teselli.

        Ama hemen ve büyük bir kararlılıkla bir çocuk parkının böylesine coşkuyla yanabilecek bir malzemeyle nasıl olup da kaplandığının araştırılması gerekir.

        Eğer sorun yasada, yönetmelikteyse çocukları böylesi bir tehlikeyle baş başa bırakan sorumlular yargılanmalı ve standartlar yeniden yapılandırılmalı.

        Yok hata bu işin ihalesini alan şirketteyse suçlular hem cezalandırılmalı hem de teşhir edilmeli.

        Biliyorum bizde olaylar hiç böyle gelişmiyor.

        Allah korusun devreye girmezse hatırlı abiler devreye girip koruyor böylelerini.

        Biz yine de yazıp tarihe notumuzu düşmüş olalım.

        Elimizden gelen bu.

        Sıcak kalpler, kalplerimizi ısıtabilir

        FRAGMAN izlemeyi sevmek gibi bir durumum var.

        Eskiden sinema seansları öncesi neredeyse filmden çok büyük coşkuyla fragmanların başlamasını beklerdim.

        İnternet çağında daha kolaylaştı bu keyfi yaşamak.

        Neyse işte yine böyle bir fragmandan fragmana zıplaya zıplaya birkaç ay önce "Warm Bodies" (Sıcak Kalpler) filminin fragmanına denk gelince ekrana yapışıp kalmıştım.

        Bir zombinin yaşayan bir kıza âşık olup iyileşmesini anlatan filmin fragmanı çok zekice ve eğlenceli bir metinle hazırlanmıştı.

        Hele zombinin ve âşık olduğu kızın bir anda zombilerle etraflarının sarılıp kıza zombi gibi yürümeyi öğrettiği sahneye çok gülmüştüm.

        Gelecek hafta bu film vizyona giriyor.

        Merakla bekliyorum.

        Umarım bir fragman harikası değildir.

        En kötü, John Malkovich'in yüzü suyu hürmetine izlenir diye ümit ediyorum.

        O tazminat nasıl tahsil edilecek?

        KÖTÜ bir olaydan doğan ümit gibi bir haberdi.

        Erzurum Atatürk Üniversitesi Hastanesi'nde bir profesörün ameliyat ettiği iki hastanın felçli hale gelmesi üzerine ailelerin açtığı davadan rekor tazminat kararı çıkmıştı.

        İki zavallı hasta, faiziyle birlikte 4 milyon liraya yakın tazminat alacaktı.

        Bu para ikisinin de yürüme kabiliyetini geri getirmeyecekti belki ama hayatlarını bir parça olsun konforla yaşamalarını sağlayacaktı.

        ÜZERİNE YATILMASIN

        Ancak televizyonda hasta yakınlarından birinin tazminat kararı çıkmasına karşın devletten ses çıkmadığını söylüyordu.

        Haksız da sayılmaz.

        Çünkü 1 Ocak 2006'dan beri uygulanan 5018 sayılı kanun çerçevesinde merkezi yönetim bütçesine dahil bütün idare ve kurumların mallarının haczedilemeyeceğinin altını çiziyor.

        Kamu tüzel kişiliklerine ait mallar haczedildiklerinde hizmet devamlılığını sekteye uğratacağından böyle bir yasa var.

        E peki bu tazminat ne olacak?

        Davacıların elinde haciz kozu da olmadığına göre devletin üzerine yatmamasını beklemekten başka çare yok galiba.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar