Bir günlüğüne "The Walking Dead" setine gittim
Suriye’deki operasyondan, Amerika’yla krizden önce, tam da yazın sonunda birkaç günlüğüne kendimi Atlanta’nın 45 dakika uzağında Senoia’da buldum. Hemen herkesin golf arabalarıyla dolaştığı bu küçücük şehir (aslında kasaba) alelade bir yer, herhangi bir yer, adını hiç kimsenin bilmesine ya da ziyaret etmesine gerek yok. Ama 10 sezondur devam eden “The Walking Dead” dizisinin hayranları için bir anlamda Kabe.
Diziyi izleyenler Woodbury olarak biliyorlar burayı üçüncü sezondan. TWD sayesinde hem adı biliniyor, hem de ekonomisi canlanmış. Çekim yapılan yerlerde yürüyüş turları düzenleniyor, beni yoldan alan Uber sürücüsü hemen bu şehrin özelliğini bilip bilmediğimi soruyor ve neredeyse “Buralar eskiden dutluktu” diye anlatmaya başlıyor.
TURİST DURAKLARI
Senoia’da TWD hayranlarını oyalayacak birkaç durak var. Dizinin yıldız oyuncusu Norman Reedus ve yapımcı ve yönetmenlerinden Greg Nicotero rüzgardan paylarına düşeni almak için “Nic & Norman’s” adlı bir hamburgerci açmışlar. Diziye ait hediyelik eşyaların da alınabileceği bu mekanda bugüne kadar gördüğün en çok pişmiş az pişmiş hamburgeri yiyorum.
Bir diğer TWD durağı ise The Woodbury Shoppe. Burada da TWD logo ve temalı bol bol hediyelik eşya almak mümkün. Daha ilginç olanıysa müzeye dönüştürülen alt kat. Daryl’in motosikleti, Penny’nin kafesi, hücreler ve Andrea’nin bir saat üzerinden hiç kalkmadığı sandalyesi de burada.
Senoai’da tren raylarının hemen arkasında ise şehrin içinde küçücük bir başka şehir var. İzleyiciler burasını Alexandria olarak biliyor; bahçe içindeki birbirine benzer müstakil evlerden oluşan, tam orasında sahte bir gölü olan bir site aslında. Bütün evler dizi için inşa edilmiş, ama sadece set değil çünkü kimi evlerde yaşayanlar da var.
Dileyenler buradan ev alıp oturabilir, ama bir dizi setinde yaşadıkları gerçeğine itiraz etmeden. Sabahın erken saatinde başlayan koşuşturma, gecenin bir yarısında yanan kuvvetli ışıklar, setteki koşuşturma, işçiler, oyuncular… Zaten evler de bu şartla satışa sunulmuş.
Burada oturmanın bir şartı da dizi çekilirken tanık olunan sahneleri dışarıya sızdırmamak, “spoiler” vermemek.
*
Bir zombie kaç farklı şekilde öldürülür
TWD yapımcıları bu “spoiler” konusunda aşırı hassas zaten. Aralarında benim de olduğum ve dünyanın farklı yerlerinden seti ziyarete gelen 10 gazeteciye spoiler vermeme konusunda çok ciddi uyarılarda bulundular, hatta ağır bir tazminat bedeli olan bir belge bile imzalattılar. Her adımımızda en sıradan sorulara bile “Aman spoiler olur,” diye geçiştirdiler. Görüntü almamız, telefonu taşımamız bile yasaktı.
Bu kadar tedbir olunca Greg Nicotero’nun yönettiği bir sahneyi izlerken çok önemli bir sırra tanık olacağımı düşünüyordum. Onun yerine karakterlerden birinin bir zombie’yle kavgasını gördük birkaç saniye sürecek bir sahnede.
TWD’deki karakterlerden birinin bir zombie’yle kavga etmesi “spoiler” olabilir mi?
Bütün dizi bundan ibaret değil mi zaten?
SORMUŞ OLMAK İÇİN SORDUM
Dokuzuncu sezondan beri dizide “showrunner” olarak görev yapmaya başlayan Angela Kang’e kendilerini tekrar etmemek için ne yaptıklarını sordum. Malum, 10 sezon boyunca habire zombie öldürüp duruyorlar ve insan ister istemez bir zombie’yi öldürmenin ne kadar farklı yöntemi olduğunu merak ediyor.
Bu gibi sohbetlerde dizi yapımcıları ya da oyuncular önceden ezberlenmiş standart cevaplar veriyorlar. Ben de bir yanıt beklentisiyle değil, sormuş olmak için sordum Kang’e. O da “Bazen tekrara düşüyoruz, ama her seferinde ‘acaba bunu yaptık mı, şimdi şöyle mi yapsak’ diye kendi aramızda tartışıp birbirimizi zorluyoruz,” diye standart bir yanıt verdi. Sonra başkaları da sormuş olmak için bazı sorular sordu, benzer standart yanıtlar aldı ve yolumuza devam ettik.
Zaten TWD setine ben de gitmiş olmak için gitmiştim. Bu kadar büyük bir prodüksiyon nasıl çekiliyor, insanlar neler yiyor, set hayatı nasıl diye…
*
Dizi krizi aşabilecek mi
Angela Kang dizide sürekli yenilikler yapmaya çalıştıklarını söylüyor söylemesine… Ama izleyiciler bu yeniliğin ne kadar farkında bilmiyorum, çünkü birkaç sene önce zirveye ulaşan diziden bugüne çok kişi kalmadı. Hem oyuncu hem de seyirci açısından…
Etrafımdaki herkes beş ya da yedinci sezondan sonra bıraktıklarını söylüyor. Başroldeki Andrew Lincoln’ün gitmesinden sonra da epey bir izleyici kaçtı. 10. sezonda dizinin toparlanması bekleniyordu, ancak tarihin en kötü izlenme oranları geliyor ABD’de yayınlandığı AMC kanalından.
10 SEZONUN YORGUNLUĞU
Kimi bölümlerin kanalın abone olunan hizmetinde önceden yayınlanmasının etkisi olduğu da düşük izlenme oranlarında etkiliymiş, deniyor. Ama TWD’de 10 sezonun yorgunluğunu görmemek de mümkün değil. Bir kuşak büyüdü adeta.
Bir sonraki sezona yenilenecek mi daha belli değil. Dizinin iptal edileceği teorileri ise hayranlar tarafından tartışılıyor ama resmi bir açıklama yok.
Öte yandan, “Fear of The Walking Dead”den sonra 2020 için diziden doğacak bir başka dizinin çekildiği de duyuruldu. Ana karakter kadın olacak, önceki iki diziden de daha farklı bir temayı işleyecek.
Bir dizi nasıl çekilir
·Dünyanın bütün setlerinde olduğu gibi sabahın çok etken saatlerinde başlıyor çekimler ve uzadıkça uzuyor.
·Öğle yemeği arasında prefabrik yemekhanede bütün oyuncular ve sette çalışalar birlikte yemek yiyor. Tabii ki herkes kostümüyle.
·Kafasından kanlar damlayan, bir gözü çıkmış, suratı lekeler içinde korkutucu bir yaratıkla açık büfede yan yana durmak ürkütücü. Zombie rolündeki figüranlar sadece takma dişlerini çıkararak aynen oldukları gibi yemek yiyor.
·Sinek ve böcek ilacı hayati önem taşıyormuş meğerse. Baktım, settekiler koca bir şişeyi boşaltarak sıkıyorlar, bir bildikleri vardır diye ödünç aldım ve herhalde vücuduma fazladan bir katman sıkmışımdır. Ama sprey gelene kadar bile saldırıya uğradım. Ekipteki kimi çevreci ve hayvan sever dostlar ise ısrarla sıkmadılar, birkaç dakika içinde acıları gözlerinden okunuyordu.
·“Kafandaki kask oynadı, yeniden çekelim,” veya “Tam vururken omzun iyi görünmedi, baştan,” gibi standart set sözcükleri yönetmen koltuğundaki Greg Nicotero’nun ağzından da duyuluyor tabii. Küçücük bir sahne için iki saat uğraştılar.
·Normalde TWD yayınlandığı sırada çekiliyormuş, ilk kez bu sezon sıra şaşmış, aynı günde birkaç bölümden sahneler çekmeye başlamışlar.
*
Set ancak dışarıdan güzel görünür
Çekimler arasında manasız uzun boşluklarda yapılacak hiçbir şey yok. Günün en sıcak saatinde, vıcık vıcık güney havasında, güneş tam tepedeyken koşturmak gerekebilir.
Mayıs ve Kasım ayları arasında durmadan çekim yapıyormuş TWD ekibi. Oyuncuların çoğu Senoia civarına yerleşmiş, ev almışlar hatta. Kalan aylarda kimi oyuncular başka iş alıyormuş, yazar ve yapımcılar ise Şubat gibi yeni bölümleri yazmaya başlıyormuş.
Los Angeles veya New York gibi büyük bir şehirden uzakta çekim yapıldığı için de bütün kadro yapay bir aileye dönüşmüş.
Özellikle eğlence sektöründe çalışan gazetecilerin de dışarıdan hayatı çok çekici gözükür. Halbuki gerçeklik tıpkı set gibi bambaşka. Gazeteciliğin kimi ayrıcalıkları olduğunu düşünenler bu gibi set ziyaretlerinde gerçeklikle yüzleşiyorlar.
YASSAH HEMŞERİM
Oturmak, su içmek, hatta tuvelete gitmek bile mümkün değil. Evet, Alexandria’daki o lüks evlerin içinde oyunculardan birinin gelmesini beklerken tuvaleti kullanmamız yasaktı. Salondaki dört-beş sandalyeye oturanlar ise uyarıldı, çünkü oyuncularınmış ve başkalarının oturması yasakmış. Henüz inşaatı bitmeyen evde bekleyiş uzadıkça tek çare yere çömelmek, hatta uzanmaktı.
Sette zaman mevhumu olmadığı için ve ünlüler de kendilerininki dışında hiç kimsenin vaktine kıymet vermediğinden yerlerde bekledikçe bekledik. Telefonlarımız zaten “spoiler” ve “sızıntı” endişesiyle elimizden sabah 7’de alınmış, bir poşete konmuş, o poşet de birinin sırt çantasına yerleştirilmişti.
“Hemen geliyormuş, merak etmeyin”den “Gelebilir ama gelmeyebilir”e uzanan muğlak açıklamalar, “Gelmesini bekliyoruz ama gelmeyebilir” veya “Beş dakika içinde geliyor” lafları… Norman Reedus nihayet geldiğinde hiç kimsenin konuşacak hali yoktu artık.
*
Dünyanın en ‘cool’ adamı aslında hiç ‘cool’ değil mi?
Tuvalete gitmek ve sandalyeye oturmanın yasak olduğu TWD setindeki uğradığımız küçük düşürücü muameleye herkes kayıtsızdı. Norman Reedus dışında… “İyi misiniz, nedir bu haliniz,” diye en azından sempati gösterdi.
Kendisine tahsis edilen sandalyede otururken 10 gazeteci yerde çömelmiş adeta ona ibadet eder gibi bakıyorduk. Benim göz hizam onun dizindeydi sanırım, Birkenstock’tan görünen ayak parmaklarını gayet net inceleyebiliyordum.
Reedus dünyanın en cool adamı herhalde. Sadece TWD’deki rolü değil, gerçek hayatta da bu cool rolünü çok güzel oynuyor.
1969 model Camaro; her şeyi orijinalmiş, motoruna bir şeyle yaptırmış falan…
Ayağında Birkenstock işte… (Gerçi yazın Bebek Otel’e gelse almazlar.)
Gri, eskitilmiş bir kot pantolon… Üzerinde sanki çamaşır sepetinden rastgele alınmış gibi duran, özenle rastgeleymiş havası versin diye seçilmiş bir siyah t-shirt…
Cool’luğun kitabını yazsanız kapağına fotoğrafını koyacağınız bir erkek.
KULLANDIĞI O İFADEYE SİNİR OLDUM
Motosikletlerden, silahlardan falan bahsediyoruz, karakteriyle nasıl özdeşleştiğinden falan… Yine gelir geçer cümleler, öylesine sarf edilen sözler. Ayrıca çok içten ve samimi. Üç-dört sene önce de yine böyle bir TWD vesileyle sohbet etmiştik, hala aynı.
Kapının önünde geçenlerde Londra’da olduğunu söylüyor. “Aaa ne yaptın,” diyorum ve verdiği cevapta kullandığı bir ifadeyi aklımdan bir türlü çıkaramıyorum. Ben mi abartıyorum, bilmiyorum, ama cool’luğuna hiç yakışmayacak çiğlikte, basitlikte geliyor bana.
“My girl” film çekiyormuş, onun yanına gitmiş. Bu “my girl” ifadesi “kızım, sevgilim, kız arkadaşım” diye masum bir çeviri değil, belki karşılığı “kadınım” olabilir. Ama daha çok sokak dili, kendi erkekliğini kanıtlamak isteyen genç erkeklerin sık kullandığı bir ifade. Hele hele koskoca Diane Kruger’ı “my girl” diye anmak, onu “my girl” seviyesine indirgemek…
Hiç ama hiç cool gelmedi bana.
Steve McQueen ne derdi acaba?