ABD-Türkiye ilişkileri ve terazinin öbür kefesi
TÜRKİYE son birkaç yıl öncesine kadar, ABD’nin yakın dostu, ticari ve askeri ortağı idi. Bugün iki ülke arasında 70 yıldır görülmeyen sertlikte bir gerginlik yaşanıyor. Fikir ayrılıkları iki ülkeyi de birçok yönden olumsuz etkileyecek noktaya geldi.
Gerçekte bu süreç Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlatılabilir. Soğuk Savaş tehdidi kalktığında, Ankara ile Washington’u birbirine bağlayan bağlar da çözülmeye başlamıştı. ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin ve iki ülkenin birbirlerinin hasmıyla işbirliği yapmasının görece bu kadar kolay hale gelmesinin Erdoğan’ın veya ABD Başkanlarının tarzından kaynaklandığını düşünmek çok yüzeysel olur. Bu yeni durum Soğuk Savaş’tan çeyrek yüzyıl sonra, uluslararası siyasetin nasıl düzenleneceğiyle ilgilidir.
Önce, iki ülke arasında son yıllarda yaşanan karşılıklı hamleleri kısaca bir gözden geçirelim. ABD’nin Türkiye’yi rahatsız eden girişimleri;
- Suriye olaylarında Türkiye’yi yalnız bırakması,
- Suriye’deki terörist grupları (YPG/PYD) silahlandırması,
- FETÖ elebaşısının iade talebine karşılık vermemesi,
- Reza Zarrab davası, bu kapsamda Halk Bankası yöneticilerinin tutuklanması ve eski Bakan Zafer Çağlayan hakkında iddianame hazırlanması, tapeleri dava delili sayması, dolayısıyla davayı Sayın Erdoğan’a bağlama çabaları,
- Sayın Cumhurbaşkanı’nın korumalarının tutuklanma kararı,
- Türkiye’nin arabuluculuğu ile başlayan ve İran’la yapılan nükleer anlaşmayı reddetmesi,
- Türk vatandaşlarına vize uygulamasını askıya almasıdır.
Buna karşılık Türkiye’nin de ABD’ye karşı hamleleri;
- Papaz Andrew Brunson’un tutuklanması ve WSJ muhabiri Ayla Albayrak’ın mahkûm edilmesi,
- İran ve Rusya’yla yakınlaşması,
- Rusya’dan karadan havaya füze savunma sistemi alması,
- Venezüella Devlet Başkanı Maduro’yu Türkiye’de ağırlaması,
- ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda çalışan Metin Topuz’un tutuklanması,
- ABD vatandaşlarının vize almalarını geçici olarak askıya alması oldu.
ABD gazetelerinde genellikle Sayın Erdoğan’ı suçlayan yazılar ve Türkiye’ye karşı sert eleştiriler yayımlanıyor. Önceleri Türkiye’deki tutuklamaların FETÖ elebaşısının takas edilmesi için yapıldığına dair iddialarda bulunuyorlardı. Son günlerde ise Topuz’un tutuklanmasının ve telefonuna el konulmasının, 27 Kasım’daki mahkemeden önce Zarrab’ın serbest bırakılması için bir koz kazanma girişimi olduğu yorumları yapılıyor. Dolayısıyla ABD’nin Türkiye aleyhine girişimlerini görmeksizin Türkiye’yi suçlamaya ve itibarını zedelemeye çalışıyorlar.
Bu noktada, şimdiye kadar yaptıkları yanına kâr kalan Amerika’nın öfkesinin gerçek nedeninin, boyun eğdirme çabalarının karşılıksız kalması ve terazinin öbür kefesine malzeme toplaması olduğu söylenebilir.
Nitekim ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey, İngiliz Financial Times Gazetesi’ne verdiği demeçte “Hiçbir Amerikan yönetimi, muhatabı diğer ülke ne kadar önemli olursa olsun, kendisine bu şekilde baskı uygulanmasına izin vermeyecektir. Bu, Türk sisteminde kasten ABD’yi hedef alan unsurlar üzerine yaşanan bir anlaşmazlık. Bunun Erdoğan ve Trump seviyesinde çözülmesi gerekir. (Vize kısıtlamaları) Oldukça sıra dışı bir adım ve bunu Rusya’ya bile yapmadık” dedi.
Aslında, yaşanan krizden sadece Sayın Erdoğan’ı sorumlu tutmak, hiç doğru olmadığı gibi ahlaki de değil. Her iki ülke karşılıklı olarak birbirlerine olan güveni sarsacak adımlar atmış durumda. Ancak burada altı çizilmesi gereken husus, güvensizlik sürecini, Türkiye’deki ve bölgedeki değişimi fark etmeyen ABD’nin başlatmış olmasıdır. 1 Mart tezkeresinden sonra ortaya çıkan çatlak, 2011 yılına kadar her iki tarafın çabalarıyla iyileşmeye başlamıştı. ABD, Suriye olaylarından sonra Türkiye’yi sürekli hayal kırıklığına uğratan taraf oldu.
Ancak bu süreç içerisinde iki önemli kırılma noktası var. Zarrab olayı ile Türkiye’nin S-400 füzelerini alma kararı, her iki ülkenin de bardağını taşıran hamleler oldu.
Zarrab olayı daha çok baş ağrıtacağa benziyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) 1929 sayılı kararı, İran ile banka bağlantılarını ve işlemlerini yasaklıyor. Ancak 1929 sayılı karar çıkarken, BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olan Türkiye ret oyu kullanmıştı. Bu nedenle Türkiye kendini karara bağlı hissetmedi, İran’la bankacılık işlemleri yaptı. Ancak olayı sıkı takip eden ABD, şimdi bu karar için hesap sormaya çalışıyor. Bu olayın Türkiye’ye (ve bazı Türk sorumlulara) zarar verecek boyutlara ulaşması, gerginliği çok daha fazla artıracaktır.
Rusya ve İran’la iyi ilişkilerin özellikle Suriye ile bağlantılı ve konjonktürel olduğu düşünülebilir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa hadisesinde, silah vermeyen İngilizlere karşı Osmanlı’nın tepkisi de Rusya ile yakınlaşmak olmuştu. Uzun sürmedi. İran ise kadim zamanlardan beri Turan’ı kendine rakip görür. Dolayısıyla Rusya ve İran ile Türkiye dostluğunun ne kadar süreceği kestirilemez.
Bütün bunlar bize dünyanın ve ABD-Türkiye ilişkilerinin değiştiğini kabul etmenin zamanının geldiğini gösteriyor. Türkiye artık sadece ABD ile değil, aynı zamanda Avrupa ülkeleriyle de özellikle Ortadoğu’da stratejik rakip haline geliyor.