Orta Afrika'da neler oluyor?
ORTA Afrika Cumhuriyeti’nde bir şeyler oluyor. 2013’te başlayan karışıklık, ülkeyi Müslüman topluluğun şiddete, sürgüne ve ölüme mahkûm edildiği bir girdaba sürükledi. Orta Afrika Cumhuriyeti, dünyanın gözü önünde yeni Ruanda olmaya doğru gidiyor.
Kısa bir özet: OFC’de şiddet Mart 2013’te, Müslüman Seleka grubunun darbe yoluyla başa geçmesinin ardından tırmandı. Seleka grubunun lideri Michel Djotodia, devlet başkanı olunca gruba dağılma çağrısı yaptı yapmasına, ama bu hamle grup üzerindeki nüfuzunu kaybetmesine yol açtığı gibi, devrik Cumhurbaşkanı François Bozize’ye bağlı Hıristiyan “Anti Balaka” milisleri ile Müslüman “Seleka Koalisyonu” arasında süren çatışmaları dindirmedi. BM’ye göre iki grup arasındaki çatışmalarda binlerce kişi hayatını kaybetti. Djotodia şiddet olaylarını durduramayınca 10 Ocak’ta istifa etti. Ancak yerine Hıristiyan Catherine Samba-Panza’nın geçmesi de şiddeti durdurmadı. Afrika Birliği ve Fransa’nın 7 bini aşkın askeri, şiddetin artmasını engellemedi.
FRANSA’NIN SALDIRGAN AFRİKA YÜRÜYÜŞÜ
Uzmanlar, çatışmalar ilk başladığında yaşananların dini değil daha çok siyasi ve ekonomik nedenlerden kaynaklandığını savunuyorlardı ama ülkedeki çatışmaların taraflarından Anti Balaka milislerinin Hıristiyan, Seleka Koalisyonu’ndakilerin çoğunluğunun ise Müslüman olması dolayısıyla olayın dini bir boyutunun da olduğunu ve tehlikeyi daha da artırdığını söylemeden geçemiyorlardı. Ayrıca şu ilginçti: Ülke Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1960’lardan beri Fransa’nın desteklediği darbeler eliyle yönetildi ve yönetim hep Hıristiyan kadrolarda oldu. Misal 2003’te Bozize’nin cumhurbaşkanı olması için Çad aracılığıyla müdahale etmişti. Ama 2013 Mart’ında farklı bir şey denedi: Çad ve Kamerun’a Bozize’ye yardım etmemeleri için baskı yaptı ve ılımlı bir Müslüman olan Michel Djotodia ile anlaştı. Sonrası da “Başarısız oldun, mahvettin” diyerek düşük not verdi ve Djotodia’nın istifasına giden yol açıldı, siyasal dengesizliğin ve katliamların ivmesi daha da arttı. Tahmin etmişsinizdir, bütün bunlar Fransa’nın, Mali’nin kuzeyini ele geçiren ve İslami kimliğe sahip Tuareg’lerin isyanına karşı, hükümeti desteklemek amacıyla Mali’ye yaptığı tuhaf ve hızlı müdahaleyle eşzamanlı gerçekleşti.
Uzmanlar, olanları Fransa’nın 2000’li yılların başından beri uyguladığı agresif “Afrika’ya dönüş” eğilimiyle açıklıyor. Fransa 2012’de Mali’ye yaptığı müdahaleye bölgesel kuruluşlardan da destek almıştı. Şimdi Orta Afrika Cumhuriyeti’nde de deniyor. Orta Afrika’yı şekillendiren Çad’ı zaten etkileyebiliyordu, şimdi Orta Afrika Cumhuriyeti’nde de siyasal ve ekonomik etkinliğini artırma peşinde. Hem de ne pahasına olursa olsun.
Olaylar başladığında Müslüman Seleka grubunu silahsızlandıran Fransa, aynı tutumu Hıristiyan Anti Balaka’ya göstermedi. Anti Balaka şu an hem silahlı hem de çatışmanın diğer tarafı olan Müslüman gruplar silahsız olduğu için çok rahat. Bu durum Müslümanların savunmasız kalmasına yol açıyor. BM her iki grubun da silahsızlandırılmasını sağlama yolunda Fransa’ya herhangi bir baskı uygulamış değil. BM konuya dair küresel bir ilgi uyandırmaya çalışıyor görünüyor, ama hayır. Bu ilgi uyandırma çabası, Fransa’nın olaylar üzerindeki denetim yetkisinin artmasını, bölgedeki Fransız askerini meşrulaştırmaya yarıyor. Çok açık ki, maksat da zaten bu. BM’nin soykırım olasılığına dikkat çekmesi bile Fransa’nın askeri teçhizatını artırmak için.
Çok değil, sadece iki yıl önce Türkiye’nin başlattığı bir Afrika açılımı vardı. Fransa’nın Mali’ye müdahalesinden sadece birkaç gün önce Erdoğan Gabon, Senegal, Nijer parlamentolarında söz almış, siyasal istikrar, demokrasi ve sömürüye dayanmayan eşitlikçi kalkınma olasılığı barındıran perspektifler için işbirliği öneriyor, çılgınca alkışlanıyordu. Bunlar çok mu geride kaldı bilmiyorum. Tek bildiğim, gözümüzün de gönlümüzün de Afrika’nın üzerinde olması gerektiği gerçeği.