"Ne işin var orada?" sultası
Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu Adıyaman’ı ziyaret ettiğinde son derece tatsız müdahalelerle karşılaşmıştı. Şiddetin kendisiyle değilse bile şiddet dili dediğimiz şeye bir kez de değil üç kez maruz kalmıştı. “Senin ne işin var sahabe türbesinde? Sizi burada istemiyoruz” dediler.
Dün Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’na karşı yapılan ise şiddetin ta kendisiydi. Önceden kenara yığılmış taşlar, kolluk kuvvetlerinin hiçbir önleme girişimi sergilemediği alanda, cezasızlık husule gelsin diye yaşı küçük çocuklar tarafından İmamoğlu’na ve onu dinlemeye gelen insanlara atıldı.
Buna rağmen, suçlu ilan edilen mağdur olandı. İmamoğlu kitleyi provoke etmekle itham edildi.
Hatta ve hatta yandaş korosu "İmamoğlu’nun Erzurum’da işi ne?" diye bir tempo tuttu.
Tıpkı bundan birkaç yıl önce Çubuk’ta yaşanan linç girişimi gerçekleştiğinde “Kılıçdaroğlu’nun ne işi vardı Çubuk’ta?” dedikleri gibi.
“Senin Adıyaman’da ne işin var?” dedikleri gibi.
Sanki ülkenin bazı alanları muhalefete kapatılmış da bunu ilan etmeye bile gerek görmemişler gibi.
Memleketin bazı yerleri muhalefete yasaklanmış ama o bunu bile bile yasağı çiğnemiş, dolayısıyla başına geleni hak etmiş gibi.
"SOSYOLOJİ” İLE BÖLMEK, "SOSYOLOJİ" İLE DÖVMEK
Ülkenin dağlarla nehirleri ayıran bir "fiziki" haritası, illerle bölgeleri ayıran bir "siyasi" haritası var. Bunlar dışında, herkese zımnen dayatılan bir de ‘sosyoloji haritası’ var sanki. İnsanlarla insanları, ahaliyle ahaliyi ayıran.
“Sosyoloji” üzerinden kimi kavramları, kutsalları tekeline alan, sonra tekeline aldığı alan üzerinden aynı sosyolojiyi muhalefete tepki vermeye teşvik eden bir yönetme anlayışı ile karşı karşıyayız.
Dikkat ederseniz dini de iktidarın tekelinde olan, muhalefetin ise asla giremeyeceği bir kamusal alan haline getirmeye çalıştılar.
Kılıçdaroğlu başörtüsünün yeniden yasaklanmasını önleyecek bir kanun teklifi sunduğunda kıyametin kopması bu yüzdendi. Nitekim karşılık anayasa teklifi olarak gelmiş, “Sen kim oluyorsun da bizim bildiğimiz yerden bizi sınamaya kalkıyorsun” diye bir öfke de belirmişti. Çünkü iktidara göre başörtüsü de, başörtüsünün altındaki de iktidarın tekelindeydi.
Hakeza seccade ile ilişkiyi de sadece onlar bilirdi. Halıyla aynı renk aynı desende de olsa ve görmeyip basarsan kutsalı ezmiş olursun! Evveli ezelden Müslüman olan bu topraklarda namaz kılınan alanı temiz tutmaya yarayan ve evlerde de kaldırılması sık sık unutulduğu için üzerine pekala basılan, sonra çamaşır makinesine atılıp yıkanan seccadeyi Mushaf ile aynı kefeye koyma olayı ilk kez yaşanıyordu. Öyle buyrulmuştu. Seccade ile nasıl hukuk geliştirileceğini size mi soracaklardı. O da iktidarın tekelindeydi.
Hakeza muhalefet seçim sürecinde defalarca LGBT olmakla, hatta bir ara "Biliyorsunuz bu işin içinde hayvanlar da var” denilerek türlü sapkınlıkla suçlandı. Çünkü "Aile" kavramını da sadece onlar iyi bilir. Aile iktidardan sorulur. Diğer insanlar ağaç kovuğundan çıkıyor, lahananın içinde oluşuyor. Kadın konusu da pek tabii, pek çok ‘kutsalla’ ilişkili bir varlık olduğundan iktidarın tekelinde. Kadınla ne yapılacağına da onlar karar verir. Kadının nerede duracağına, ya da durup durmayacağına. Olup olmayacağına.
Ulusçuluk, ulusalcılık ve milliyetçilik de pek tabii müsterih olamayacaktı. O da iktidarın 15 Temmuz sonrası el çabukluğu ile gerçekleştirdiği tasarruflar sayesinde çoktan iktidarın tekeline geçmişti.
Aynı el çabukluğu, şimdi bu siyasi davranış tarzına dindarlığı ya da milliyetçiliği ile bilinen illeri, ilçeleri dahil etme işinde de çalışıyor.
TEKEL KIRILMAYA BAŞLAYINCA….
Eskiden her analizde işe sosyoloji kelimesiyle başlayan ve sonra "Sosyoloji böyle, CHP de bunu kabul etmek zorunda. Naapacak başka ülkeden halk mı ithal edeceksiniz?” denilirdi. CHP yanına beş ayrı partiyi de aldı, halkın ayağına gidiyor, kendisini anlatmak istiyor, değerlerinizle değerlerimiz arasında bir uçurum yok diyor, bu kez de "Ne işin var senin orada?” haritasına tosluyor.
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır gezisiyle başlayan, Adıyaman’la derinleşen, Van mitingiyle zirveye vuran ve Erzurum'da sonuç veren bir histeri var.
CHP sahil kentlerine gitsin, Ege’yi gezsin, İstanbul’da takılsın, Ankara’da da el mahkum katlanacağız ama sakın Sivas’ın ötesine geçmesin.
CHP sadece laiklikten bahsetsin, sadece Batılı, snob yaşam tarzının taşıyıcısı olsun, ama sakın başörtülülere, dindarlara, muhafazakar gençlere göz hizasından bir şeyler söylemeye kalkmasın.
Bakmayın siz iki dengesizin mitinglerin ve tüm bağlamların dışında attıkları yersiz sloganları Millet İttifakı'nın eksi hanesine yazarak rüzgar yapanlara ve "sosyoloji"yi bir sopa olarak bir muşta olarak bir gürz olarak muhalefete karşı kullanmalarına. Asıl dert bu.
İktidar sahil kentlerine sıkışmış, en fazla iç Ege’ye kadar genişleyebilen ve sadece ama sadece "Laikliğimiz, yaşam tarzımız, alkollü içkimiz" CHP’sini çok sevmişti.
Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayı ve beraberindekiler ayrışma görüntülerini geride bıraktıklarını belli eden, beraber gayet iyi çalışabilecekleri mesajını veren pozitif bir kampanya yürüttükçe, maden işçilerini evinde ziyaret edip, köylü çocuklarının elini öptükçe, yoksulluğa dokunup insanların soğana ve patatese erişimi hakkını savundukça iktidar tarafında asabilik baş gösteriyor.
O kadar ki Erdoğan’ın İstanbul mitinginde topladığı yüzbinlerce kişi konuşulacak iken, kullandıkları dilin ve siyaset biçiminin Erzurum’da yol açtığı şiddet nedeniyle gündem bir anda değişiyor. İstanbul mitingi başarısının bile tadını çıkaramıyorlar.
Rüzgar eken fırtına biçer çünkü.
Temenni edelim de gördüklerimiz, olabileceklerin tamamı olsun. Seçim stresi tansiyonun daha da yükselmesine sebebiyet vermesin.