İsmi Hamza Yusuf. 37 yaşında. 27 Mart günü İskoç milliyetçisi SNP’nin yani Milliyetçi İskoç Partisi’nin yeni genel başkanı ve İskoçya’nın ilk Müslüman başbakanı oldu. Kendisi bir Paki, yani Pakistan kökenli bir göçmen. Partinin adından da anlaşılacağı gibi, Hamza Yusuf’un siyasi çizgisinin en temel aksı İskoçya’nın bağımsızlığını savunmak.
Hamza YUSUF Tam bu noktada karşımıza çıkan tablo oldukça enteresan. Çünkü İngiltere'deki başbakan da Hindu bir Hintli. Rishi Sunak. O da göçmen bir ailenin çocuğu. Maliye bakanı iken 20 Ekim 2022’de parti liderliğinden istifa eden Başbakan Liz Truss'ın yerini almak için mücadele verdi ve iktidardaki Muhafazakar Parti'deki liderlik yarışında ipi göğüsleyerek İngiltere’nin başbakanı oldu.
İlginç tablo dediğim ise şu: İskoçya’nın bağımsız olup olmayacağı konusu bir müslüman Paki Hamza Yusuf ile Hindu Hintli Rishi Sunak arasında tartışılıp karara bağlanacak.
Rishi SUNAK HAMZA YUSUF, RİSHİ SUNAK, SADIQ KHAN, RAFFİA ARSHAD…
Bu arada, Londra’nın belediye başkanı Sadıq Khan’dan bahsetmemek de olmaz. 52 yaşında. O da Pakistan kökenli göçmen bir ailenin çocuğu.
İçki içmemesine rağmen Londra belediye başkanlığı için yürüteceği kampanyasını bir "pub"tan başlatması çok konuşulmuştu. Sadıq Khan, rakibi Rotschild ailesinin oğlu Zac Goldsimith olmasına rağmen ona karşı ezici bir üstünlükle zafer kazanarak 2016 yılında Batı Avrupa ülkelerindeki büyükşehirlerde belediye başkanı olan ilk Müslüman siyasetçi olmuştu. İkinci dönemde de seçildi ve görevini başarıyla sürdürüyor. Yani ortada "Ay woke'cu Batılılar yine bir kimliğe imtiyaz tanımışlar, lol…” diye bir şey yok. Bileğinin hakkıyla kazanıyor adam.
Sadıq KHAN Khan’ın seçim kazandığı yıl yaptığı balkon konuşması bugün hala hatırlanıyor: “Bu seçimler çekişmeli geçti ama Londra, korkunun yerine umudu ve bölünmelerin yerine birlik olmayı seçtiği için gururluyum. Umarım bir daha böyle keskin bir seçim yapmak zorunda kalmayız. Korku bizi daha güvende kılmıyor, aksine zayıflatıyor. Ve korku siyasetinin şehrimizde yeri yok. Londra'ya bir söz verdim. Bütün Londralıların belediye başkanı olacağıma söz verdim. Geçmişine bakmadan her Londralı için hayatı daha iyi hâle getirmek amacıyla çok çalışmaya söz veriyorum. Ve bu muhteşem şehrin bana verdiği fırsatlara sizin de ulaşacağınıza söz veriyorum.”
EMPERYAL VİZYON 21. YY DEĞERLERİ İLE GÜNCELLENİNCE…
İşte bunlar hep emperyal vizyonun kendisini 21.yy’a adapte etmesidir.
Büyük küresel bir güç olmanın şanlı hatırasıyla kendi kendini afyonlamayı hamasete boğmayı reddedip o deneyimden insan hakları, farklılıklara saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerle meczedilmiş yeni bir pratik ortaya çıkarmaktır.
Tabii ki kolay değil.
Sadıq Khan korkulardan bahsederken doğru bir yere temas ediyordu.
Ancak emperyal vizyonu özgürlükçü eşitlikçi ve farklılıkları kucaklama anlayışla taçlandırabilen ABD ve Britanya gibi ülkeler bunu zor da olsa, yavaş da olsa aşabildi.
Sadece farklı kökeni olan erkekler için değil, inançlarının gerektirdiği pratiklerde direnen kadınlar için de.
Geçen hafta bir çok kişi New Jersey eyaletinin ilk başörtülü hakimi olan Suriye kökenli Nadia Khaf’ın Kur’anı Kerim’e el basarak yemin etmesini konuştu. Ancak başörtülü Raffia Arshad’ın, İngiltere’nin Midlands bölgesine hakim olarak atanması daha önce, 2020’de. Raffia Arshad Britanyalılığı öylesine benimsemiş ki, hiçbir haberde kökeni ve nereli olduğu ile ilgili bilgi yer almıyor. Ancak Britanyalılığı benimserken kendisi olmaktan taviz vermemesi de Raffia’nın hikayesini biricik yapıyor.
Raffia ARSHAD Henüz 11 yaşında iken hukuk alanında bir kariyer hayal etmeye başlayan Arshad, ailesi üniversite burs mülakatlarında "başörtüsü takmamasını" tavsiye ettiğinde kabul etmemiş. Aile yavrum idare ediver, bunlar gavur ve bizden korkuyorlar sen de idare ediver demişler belli ki. Ama Raffia kararlı çıkmış ve yürüyüşünü farklı kökene sahip herkes için başarı olabilecek bir finale ulaştırmış.
Evet. Farklılığı kucaklamakla, "kendisine benzemeyen" tarafından yönetilme ya da hakkındaki en hayati kararı "öteki" olarak kodladığın birinin ellerine teslim edebilme arasında epey bir fark var. Peki, o farkın yarattığı korkuları tarihsel pozisyonuna sıkışıp kalmayan, köken ve inanç ayrımcılığı yapmadan herkesi bir değerler sistemine entegre edebilen bir vizyonla aşabilen Britanya örneği bütün örnekleriyle gözümüzün önünde dururken Türkiye’de ne oluyor?
Türkiye tarihte kurmuş olduğu imparatorlukla, onun adaleti ile büyüklüğü ile kapsayıcılığı ile övünüyor. Ancak gelin görün ki, bin yıllık parçamız olan aleviliği göğüsleme şekli “Alevi cumhurbaşkanına oy verilmez” şeklindeki sinsi kampanyalara gönül indirmekten öteye gitmiyor.
Hepimiz biliyoruz ki, kazanacak aday/kazanamayacak aday tartışmalarının gizli öznesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun kökeni ve mezhebiydi. Kendisinden bahsederken “Dersimli” denmesine bile itiraz eden aşırı sağcı kafanın ürünü olan bu yaklaşım, halen devam ediyor, kâh ima yoluyla kâh el altından dolaşıma sokulan bir karşı kampanya kozu olarak kullanılıyor.
Ayıp demek yetmez, ayıptan çok daha fazla bir şey bu.
“Adil davranır mı?” “İyi bir hakem olur mu?” “Gereken donanıma sahip midir?” soruları bile Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökenini bir "sorun" olarak niteleyen fısıltılara teyelleniyor. “Kazanamaz” çünkü Alevi. “Yönetmeyi beceremez” çünkü Alevi.
Ön yargılardan arınıp baksanız şunu bütün çıplaklığıyla görebilirsiniz oysa.
Rejimin ‘öteki’ olarak kodladığı, sağ ve sığ bazı muhayillelerde de yanına ünlem işareti eklenmiş bir kimliğe sahip olup da, CHP gibi her kafadan bir ses çıkan ve yönetmesi oldukça zor bir partide genel başkanlık koltuğuna tırmanıp orada 13 yıl kalabilmiş birine söylenmemesi gereken tek şey "beceriksizlik" sözcüğüdür.
MAKBUL VATANDAŞ TARİFİNİN YOLCULUĞU
Bakın, tekçi ve ulus esasına dayalı millet tasarımı için rejimin yaptığı "makbul vatandaş" tarifinin kodları yıllarca şu şekildeydi: “Türk olacak. Erkek olacak. Sünni kökenli ama laik olacak”…
Deniz Baykal olunacaktı yani.
Ama Erdoğan diye biri çıktı ve bu tarifin altını üstüne getirdi.
Erdoğan’a da "beceremez" "muhtar bile olamaz" demişlerdi. Bunları bu kadar özgüvenle söylerken aslında "çünkü o bir gerici" diye döşeniyordu bütün satıraraları. Çünkü o "İslamcı"… Çünkü o makbul vatandaş değil.
Şiir okumuş, okuduğu şiir İslamcılığını "fena halde" ele vermiş, ve bir kimliğin değil de sanki bir suçun ifşası olmuş, "rejim" de bunu yakalamış ve "gereğini" yapmıştı. Hala unutmam bunu ekranlarda konuşanların gevrek gevrek gülmesini.
O günden bugüne neler neler oldu oysa. Erdoğan yara yara güç kazandı.
Eh, çünkü ayrımcılık yapan, eşitlikçi bir kapsayıcılık geliştiremeyen sistem aslında sadece kendisini zaafa uğratır. Haklı olmak mağduriyeti zafere ulaştırır.
Nitekim Erdoğan, önce Kürtlerin, Alevilerin, Başörtülü kadınların, gayri müslimlerin yani ezilmişlerin sivil hakların savunan bir çizgi takip etti. Hatta onlar için dayak da yedi.
Sonra baktı ki aslında millet de hasta edilmiş, kendileri için dayak yediği adamlar çözüm sürecini bozuyor, kendileri için dayak yediği insanlar şehrin meydanlarını doldurup küfürlü pankartlar falan açıyor, dedi ki peki, benim zaten bir "çoğunluğum" var, ben aradan çekileyim, siz dayağınızı yemeye devam edin. Hatta dayak atmak da yemekten daha tatlıymış ben de döveyim.
Makbul vatandaş tarifi o gün bugündür şu şekilde: "Türk olacak, erkek olacak, Sünni olacak”
Bu yeni tarifin daha fazla fanı olması onu doğru yapmaya yetmiyor.
Bu şekildeki daracık kimlik tarifleri ile bir devi ayaklarından keserek kendi yatağına sığdırmaya çalışıyorsunuz sadece. Günün sonunda elinizde kan kaybından ölmüş bir dev ve kirli bir yatak kalıyor. Elinizdeki testereyle verdiğiniz görüntü de cabası.
Her zaman söyledim: Siyasetin kimliklerden sıyrılımasının, kimlik siyasetinin son bulmasının tek yolu bütün kimlikleri kucaklamaktır.
İslamcıdan nasıl cumhurbaşkanı olduysa, aleviden de olur. Kadından olur. Yarın öteki gün bir Suriyeli göçmenin çocuğundan da olur. Daha sonraki gün yine Atatürkçü bir figür cumhurbaşkanı olur. Demokrasi oyunu dürüst oynayan adil yarışan ve gerçekten millete nefes aldırıp cebine, nesline, aklına, bedenine ve ruhuna iyi gelecek şeyler yapabilecek herkesin cumhurbaşkanı ya da başbakan olabileceği bir sistemdir. Öyle olması gerekir.