Yıkılan sadece binalar değil
Kahramanmaraş-Gaziantep depremleri diye anılan ve on ildeki ilçeleri etkileyen depremin yol açtığı can kaybı şimdilik 20 bin 665. Bu sayının artacağı bekleniyor.
Enkazlardan kurtarılan kişi sayısı 80 bin 88. Bu sayının artacağı artık beklenmiyor.
Yıkılan binalar ve kaybolan hayatlar bize geride kalanın suçluluk duygusu diye bir şey bıraktı. 6 Şubat’tan beri hepimiz kendimizi suçlu hissediyoruz.
Ve bırakın suçlu hissetmeyi, felaketi dilediği gibi maniple edemediği için sinirlenen, öfkelenen profillerin repütasyonlarının yıkılmasına tanıklık ediyor, temsil ettikleri kurumlara ilişkin derin bir güven kaybı yaşıyoruz.
8 Şubat akşam saatlerinde başlayan sosyal medya kısıtlamasını nereye koyacağımızı bilemiyoruz mesela.
Bütün ülkenin kalbi deprem bölgesinde atarken, herkes yıkıntının altından bir can daha sağ çıksın diye beklerken, interneti kısıtlı, telefonların yeterince çekmediği bir bölgede betonun altından gönderilmiş bir yardım çağrısı tweeti daha sonuç üretsin diye dua ederken, hükümetin Twitterla pazarlığa oturmak için bula bula o günü bulması ve pazarlıklar sonuçlanana kadar da sosyal medyayı kısıtlaması, aklın alacağı vicdanın kabul edeceği bir iş değildi.
Böyle bir zamanda bir platformun hayat kurtardığını gözardı etmek ve ‘ama orada bize küfrediyorlar’ hassasiyetinin peşine düşmek… Ben bunu kelimelere sığdırmaıyorum.
Yahu, bırakın sövsünler üç gün. Acılı öfkeli insanlar kendilerine bir anda nasıl bu kadar büyük bir felaketin isabet ettiğine bir anlam yükleyemiyor, Allah’la bile kavga etmenin eşiğine geliyorlar, Allah’a bile isyan edecek durumdalar, siz Allah’tan öte misiniz?
Tabii bazı TV kanalları sadece mucize kurtuluş anlarına ağırlık vermeyi seçti. “Aslında çoğunlukla olumlu şeyler oluyor” bile diyen oldu.
İsteniyor ki, sadece bu kanallar izlensin. Kameralar çok şükür 3. gün deprem alanında başlayabilmiş arama kurtarma işlemlerine, çadırlara zoom yapsın, mucizevi kurtuluş anlarına tanık olunsun. Evet, o anlar olmasa deliririz. Ama o alanda bundan fazlası var.
İsteniyor ki yardımlar sadece AFAD ve Kızılay tarafından koordine edilsin. Övgüleri devletin icazet verdiği kuruluşlar toplasın, Haluk Levent ve ‘Ahbap’ına güvenilmesin.
HANİ DEPREMLE İLGİLİ HER ŞEY SİYASET ÜSTÜYDÜ VE ŞİMDİ DAYANIŞMA ZAMANIYDI?
“Ahbap” platformu ile ilgili kritik sorularınız şüpheleriniz varsa bunları bugüne kadar halledecektiniz ağalar. Yeri mi zamanı mı, bugünü mü buldunuz?
Bugün o yangına bir bardak su götürene bile Allah razı olsun deme zamanı değil miydi? “Deprem siyaset üstü bir durum, şimdi dayanışma zamanı” bu anlama gelmiyor muydu?
Kaldı ki aziz milletimiz yardım gönderiyor, insanlar evlerindeki yarım paket çocuk mamasının yarım paket çocuk bezinin bile yanına dualarını not düşüp günderiyor. Milyonlarca liralık ayni ve nakdi yardım akıyor.
Siz oluk oluk deprem bölgesine akan yardımları koordine edecek mekanizmayı kuramamışsınız, bu büyüklükte bir deprem beklendiği halde felaket anında askerle ve sivil aktörlerle uyumlu çalışmanın simülasyonlarına, senaryolarına çalışmamışsınız, yapmanız gereken her şeyde gecikmişsiniz ve bir de bu problemi talimatlı yandaşlarınızı kullanarak sivil toplumdan geriye kalmış üç beş kuruluşun üzerine ihraç etmeye kalkıyorsunuz, öyle mi? Biraz tevazu yahu. Allah rızası için biraz tevazu.
‘Onların kuruluşu/Bizim kuruluşumuz’ yarışı perdahlamanın zamanı mı, yeri mi Allah aşkına?
Elbette AFAD ve Kızılay çalışanları, bölgeye intikal etmiş asker ve polis, madenci vatandaşlarımız sadece hayat kurtarmak için canlarını dişlerine takmış şekilde çalıştılar. Yardım ederken kendileri yardıma muhtaç hale geldiler. Ancak hükümetin açıklamalarındaki tevazuu yokluğu, ‘Onun kuruluşu/bunun kuruluşu’ ayrımcılığına vakit ayırabilmek, dezenformasyon var diyerek Twitter'la pazarlığa oturmak, felaket anında bile kendi siyasi çizgisi lehine PR yapma, kendi şeklini şemalini düşünme olarak görüldü ve kaydedildi maalesef. Böyle yöntemlerle AFAD’ı sahanın tek hakimi, günün kahramanı yapamazdınız, olmadı da nitekim.
İnsanlar günlerce ‘devlet’ dedi, bunu unutmayın.
Muhalif bir tweet atsalar sabaha karşı kapılarında bitiverecek polise rağmen, ‘devlet’e duydukları güvenin sonucuydu bu.
Özellikle ilk iki gün, devlete hükümet edenin bu işlerdeki arayüzü olan AFAD’ı, Kızılay’ı, askeri beklediler. Çünkü depremden önce de sonra da aslında herkesin derdi bu ülke. Kimse sizin umduğunuz gibi hain falan değil. Bu millet devlete şahsen benim hiç anlamadığım ölçekte ‘yücelik’ atfediyor.
Devleti ülkenin ve milletin varlık sebebi gibi görüyor.
Karşılığında da devletten sahiplenme bekliyor.
Buna hakkı yok mu?
Devlet ‘höt’ dediğinde hizaya giren, deprem vergileri dahil vergilerini tıkır tıkır ödeyip o vergilerin nereye gittiğini de pek sorgulamayan, çünkü devletine güvenen insanlar bunlar, en zor anlarında "Devlet nerede" diyecekler elbette. Bundan daha doğal bir talep olabilir mi? Bu seslenişe bile kızıp, milleti azarlamaya kalktığınız için, arama kurtarma için milyonlarca dolarlık bütçe akıttığınız kurumun başındaki kişi daha ilk günden yalan söyleyip "Her şey kontrolümüz altında, bütün konutlar tesbit edildi” gibi bir açıklama yaptığı için, toplanan yardım paraları ‘sizden görmediğiniz’ yerlere akmış olabilir mi acaba?
Elbette bu deprem çok büyüktü, baş edilmesi zor bir yıkıma neden oldu. Elbette devlet var, sahada. Ama gecikti.
Geç kaldı.
Bunu kabul edip insani biçimde "Çok büyük bir afet, iki büyük deprem ardarda oldu" deseydiniz, "Yetişemedik" deseydiniz vatandaşla daha samimi bir bağ kurmuş olurdunuz.
Bu işin sadece diyalog kısmıydı ve yapılmasına hiçbir engel yoktu.
Ama elbette iktidarın kolay kabul edemeyeceği şeyler de var.
Devletin çözüm üretme kapasitesi ciddi şekilde kaybolmuş mesela. 'Ne oldu da böyle oldu?' sorusunun cevabında ise oklar 2017 referandumuyla değiştirilen cumhurbaşkanlığı hükümet modelini gösteriyor.
Yetki ve sorumluluğun uzmanlık alanlarına göre ve liyakat esasına dayanarak bölüştürülmediği, her şeyin tek bir makamın ‘talimatına’ muhtaç bırakıldığı bir sistemde sorunlara hızlı etkin verimli bir çözüm üretmek iddia edildiği gibi kolay olmuyor.
DEPREM ‘ SİYASETÜSTÜ’DÜR, ÖNLEM, HASAR TESBİTİ VE TEDBİR İSE SİYASETİN KONUSU
Deprem yaraları sarmak, yaşanan acıya eşlik edebilmek ve bunu yaparken asla ayrımcılık yapmamak, sadece insanı hayatta tutmayı hedeflemek ve bu hedefe uygun davranmak anlamında siyasetüstüdür.
Ancak 21.yy’ın teknoloji, sağlık ve iletişim imkanları ortada iken 80 bin yerine 200 bin insanı kurtarabilme yolunu tıkayan yavaşlık ve koordinasyonsuzluk siyasetin konusudur.
Daha 2018’de tüm uyarılara rağmen ‘imar barışı’ adı altında projesiz, arsa tapulu gecekondu hükmündeki binaların ‘affedilmesi’ siyasetin konusu.
2018 imar barışında binalar aleyhindeki yıkım kararları bile iptal edilmişti.
“Yol çöktü, pist dağıldı” savunmaları da Amik Gölü üzerine havalimanı pisti yapmayın uyarılarını hainlikle özdeşleştirip püskürtenler nedeniyle siyasetin konusu.
Tarım arazilerine çok katlı imar izinleri veren yerel yönetimler de pek tabii siyasetin konusu olur.
Bunlar konuşulur, bunlara göre tavır da alınır. Bundan daha normal bir şey yok ve bu durumu vatan millet düşmanlığı olarak yaftalayanlar aslında ‘kendisine’ bir zırh oluşturmaya, suç savuşturmaya çalışıyordur, bagajı yüklüdür.
Tabii bir de depremi fırsata çevirmeye çalışan sözde muhalifler var.
“Enkazdan önce AKP’lileri kurtarıyorlar” gibi sefil iddialar ileri sürenlerin yaptığı sadece ahlaksızca değil, aynı zamanda krize müdahele iradesini bloke edebilecek bir provokasyon. “Hatay’a malum sebeplerle yardım gitmedi” iddiasını dolaşıma sokarak depremi sünni-alevi hattını kışkırtmak için kullananları da Allah islah etsin.
AK Parti milletvekili Hüseyin Yayman’ın ailesi de Hatay’daydı. Yayman ablası ve ağabeyi de dahil olmak üzere 11 yakınını bu depremde kaybetti . “Enkazdan önce AKP’liler çıkarılıyor” olsa herhalde ilk iş olarak milletvekilinin yakınlarına gidilirdi . Bu denli hayasız bir iddiayı ileri sürmek için sahiden olağanüstü kötü olmak gerekiyor.
İnsafınız kurusun.