Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İktidar karşısında muhalefetin tek şansının ‘Altılı Masa’ kompozisyonu ve temsil ettiği değerler olduğunu düşündüğümü daha önce defalarca belirttim. Ancak belki bu kadar anlam yüklediğim içindir, Altılı Masa eleştiri oklarımdan da defalarca nasibini aldı. “Dikkat çekmeden iktidar olmaya çalışmak’ gibi satirizm içeren ithamlarım da oldu, yavaşlıkla itham ettiğim de.

        Nitekim, 5 Ocak toplantısında varılan kararlar konusunda aklım ve duygularım farklı şeyler söylüyor.

        Önce duygulara yol verelim.

        Ey Altılı Masa, yine en önemli şeyleri bir sonraki toplantıya erteledin. Hiç acıman yok mu?

        Ey Altılı Masa, yine cumhurbaşkanı adayını açıklamadın. Ortak adayın istişare edilmesine dair karar ise sahiden ‘gülümsetti’. Hiç insafın yok mu?

        Aylardır konuşulan ‘geçiş süreci yol haritası’ ve ‘ortak politikalar metni’ni de 30 Ocak’a ertelemişsin. Bu kadar naz biraz fazla değil mi?

        Sürekli ilkelerimiz, prensiplerimiz diyorsunuz ama hala sokağın diline pelesenk olabilmiş bir sloganınız yok. “Bizde hukukun üstünlüğü var, demokrasi var, devlete karşı vatandaşı daha güçlü kılınması var, eşit yurttaşlık var, çoğulculuk var, seçimli krallık ise yok, geliyorsan gel, gelmiyorsan sen bilirsin” tavrını ben şahsen pek havalı buluyorum ama halk nasıl bulur, kibir gibi görebilir mesela, korkun çekinmen yok mu?

        Neyse ki bunlar sadece duygularım. Her gün Bebek’te boğaza bakarak Irish Coffee içmeye para yetirebilen imtiyazlı gazetecilerden ya da Ankara’nın en lüks sitesinde oturup aldığı ‘büyük riskleri’ anlatmaya doyamayan akademisyenlerden olsam bu duygular aynı anda düşüncelerim de olurdu. Hafazanallah.

        ALTILI MASA ELEŞTİRİLEMEZ DEĞİL, ANCAK MUHALEFETİN ALTILI MASA DIŞINDA BİR ENSTRÜMANI DA YOK

        Aklımla baktığımda ise şunları görüyorum.

        Altılı Masa'yı oluşturan partilerin nerede uzlaşıp nerede ayrıştığını tecrübe etmesini sağlayan süreç bu şekilde yaşanmasaydı, çok yakın bir zaman önce yaşanan tartışmalar masayı çoktan dağıtmıştı.

        Günün sonunda sağlamlığını, bizim "Hadi, hadi ama…” diyerek sürekli doğuma zorladığımız zaman dilimini şimdi yine eleştirdiğimiz ‘yavaşça’ yol almasına borçlu.

        Bu arada sürekli ‘küçük’ diyerek aşağılanmaya çalışılan partilerin harç olabilmek için yaptıkları katkılara…

        Öte yandan içinde bulunduğumuz ‘seçimli otoriter’ rejimin dinamiklerini tam anlamamış olanların göremediği bir gerçek var ki, aslında Altılı Masa'yı oluşturan partiler Demokles’in kılıcıyla karşı karşıya, göğüs göğüse çarpışarak çalışıyor.

        An itibariyle ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanı Ekrem İmamoğlu siyasi yasağa maruz kalma ve cezaevine girme tehdidi ile karşı karşıya.

        An itibariyle HDP’nin hazine yardımını alacağı hesapların bloke edildiği bir ülkede yaşıyoruz.

        An itibariyle ülkücü Türk gençleriyle haşır neşir olurken suikasta kurban giden akademisyen Sinan Ateş’in, bu yetmezmiş gibi bir de FETÖ'cü olduğunu ima eden kaynağı şaibeli fısıltı gazetesi zorbalığına tanık oluyor, Ateş’in ‘iki kez’ katledildiği bir ülkede yaşıyoruz.

        Bence Temel Karamollaoğlu da geçen hafta kendisiyle yaptığım röportajda "Altılı Masa'yı by pass edelim ve ismi geçen iki belediye başkanından biriyle seçimi kazanalım" diyenlere bu yüzden "Bunlar cahilce iddialar" demişti. “Erdoğan’ın imkanlarını küçümsüyorlar” derken de aslında bu sistemde , her kim cumhurbaşkanı olursa olsun, cumhurbaşkanının sahip olduğu orantısız yetkilerden bahsediyordu. Altı partiyi bir araya getiren tek şeyin bu orantısızlığı gidermek olduğunu defalarca vurguladı.

        Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde herhangi bir seçim yarışının adil olma imkanı yok.

        Söz konusu koşullarda iktidar tarafının orantısız gücüne muhataplık sağlayabilecek, güç birliği edebilecek Altılı Masa dışında başka bir enstrüman da yok.

        Masa sakinleri eleştirilemez ya da dokunulamaz değil. Ama yerden yere vurulası yahut "Altılı Masa fazla kalabalık" denilerek, dağılıp çatlaması için agresif anti propagandalara konu edilmesi de hiç değil.

        Peki bu enstürman nasıl kullanılacak?

        İlk görevi bir ortak aday çıkarmak. İkinci görevi onun kazanmasını sağlamak. Üçüncü görevi yukarıda bahsettiğim gibi, sistemin orantısızlığını giderme ve devleti oluşturan güçler arasında muvazene sağlayacak yeni bir sisteme geçerken, ülke hakkında acil önlemleri almak, yani gemiyi suyun üzerinde tutmak.

        Geçiş süreciyle ilgili tartışılan bazı mevzular da var.

        AHMET DAVUTOĞLU: “SÖZLERİMDEN VESAYET ÇIKARANLAR CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET MODELİNE ZİHNEN TESLİM OLANLARDIR”

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa'nın nasıl yöneteceğini anlatırken kurduğu "Beraber yöneteceğiz" cümlesi tam olarak bugün "Geçiş süreci nasıl olacak?" sorusunun cevabı olarak tanımlanan ve tartışmalara neden olan durumu anlatıyordu.

        Ancak ‘beraber yönetme’nin şekli şemali üzerindeki arayışlar kamuoyu önüne taşınmaya başladıkça bazı sert itirazlar söz konusu oldu.

        Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun İsmail Küçükkaya’nın yayınında yaptığı bir açıklama "Ne o, yoksa vesayet mi?" gibi sorular sorulmasına neden oldu.

        Ahmet Davutoğlu’nu aradım ve sordum.

        “Cumhurbaşkanı içeriden veya dışarıdan olsun, genel başkanlar her stratejik kararda imza yetkisine sahip olacak." şeklinde bir ifadeniz oldu. Altılı masadaki parti genel başkanlarının anketlerin öngördüğü şekilde oy almaları ihtimalinde %51’in oyunu alarak cumhurbaşkanı olmuş kişiyle eşit söz hakkına sahip olmaları, vesayet olarak değerlendiriliyor. Bu eleştiriye cevabınız nedir?

        Davutoğlu’nun cevabını aktarıyorum:

        Bu konuda söylediklerim çok açık aslında. Geçiş sürecinde genel başkanlar yürütme mekanizmasının içinde etkin bir şekilde yer alacaklar ve karar alma ve imza süreçlerinde yetki sahibi olacaklardır. Buradan bir vesayet çıkaranlar zihnen tek kişinin tek akılla tüm yetkiye sahip olduğu Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi mantığına zihnen teslim olanlardır.”

        “Geçmişte çarpık da olsa uygulanan parlamenter sistemde dahi Bakanlar Kurulu kararlarına bütün bakanlar imza atarlardı ve imzalar tamamlanmamışsa Bakanlar Kurulu kararı yürürlüğe giremezdi. Ayrıca üçlü kararnameler de vardı. Koalisyon hükümetlerinde de durum buydu. Bu durumda bakanlar başbakana vesayet mi kurmuş oluyordu?”

        “Ayrıca tek başına tüm yetkiyi kullanmak isteyen bir aday kimseye ihtiyaç hissetmeden tek başına seçime girer ve yetkileri kullanır. Ama altı genel başkanın onayı ve desteği ile seçime giren bir aday, genel başkanların yürütme erkinin kullanımında etkin konuma sahip olmalarını da kabul etmiş demektir.”

        “Genel başkanların yürütmede etkin rol almaları seçim sonrasında Cumhurbaşkanı-TBMM ilişkileri açısından da önemlidir.. Burada bir vesayet ilişkisi değil ortak akıl-ortak sorumluluk anlayışı vardır.”

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar