Biden'ın açıklaması uluslararası hukuk açısından hiçbir anlam ifade etmez
ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın yayınladığı soykırım mesajı Türkiye ile bir türlü kuramadığı ilişki adına çok kötü bir başlangıç.
Aptalca ve üzücü bir kavram seçimi yaptı Biden.
Çünkü zatı şahaneleri soykırım var dedi diye, 15 Temmuz 2016’dan beri bir hayli milliyetci, ulusalcı hatta ABD aleyhtarı olmuş Türkiye ahalisinin kafasını iki eli arasına alıp "Hmm, soykırım yapmışız, tamam o zaman" diyecek hali yok.
Biden, hem kendisinin başkanlığı için çalışan Ermeni lobilerine borcunu ödüyor hem de Türkiye’yi yönetenlere mesaj veriyor, ama bu arada ABD nefreti zaman içinde iyice artmış Türk halkını da karşısına alıyor.
Hem ‘soykırım’ gibi, 1915’te olanları tam olarak karşılamayan bir terim kullandığı için.
Hem de bu açıklamayı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Ermeni meselesi üzerinden dövülmeyi hak edecek son parti olan AK Parti’yi hedef alacak şekilde yaptığı için.
ERDOĞAN TAZİYE MESAJI YAYINLAYAN İLK BAŞBAKANDI
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca 1915’te ölen Ermeniler için ‘taziye’ yayınlayan ilk siyasi lider Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Takvimler 23 Nisan 2014’ü gösterirken 1915 olaylarının yıldönümüne bir gün kala, o dönem hayatını kaybedenlerin torunlarına başsağlığı diledi Erdoğan.
Ermenice dahil dokuz dilde yapılan taziye açıklaması bu açıdan benzersizdi, daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı ve gerek ulusal basın gerekse uluslararası basın, bu benzersizliğe dikkat çekerek attılar manşetlerini.
Dahası var. Biden o açıklamayı yaparken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Emreni Patriği Maşalyan’a barış, diyalog çağrısını ve başsağlığı dileklerini yenileyen bir mesaj gönderiyordu.
O mesajda şu ifadeler vardı:
“Birinci Dünya Savaşı'nın zor şartlarında hayatlarını kaybeden Osmanlı Ermenilerini saygıyla yâd ediyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum”.
“(…) Türkler ile Ermenilerin yüzyıllarca süren ve insanlığa örnek olan birlikte yaşama kültürünün unutulmasına izin veremeyiz”
“(…) Kimliğimizi sadece, ruhumuzda geçmişin bıraktığı sancılar üzerine inşa etmenin yeni nesillere de büyük bir haksızlık olduğuna inanıyorum".
“Türkler ve Ermeniler olarak bütün engelleri birlikte aşacak olgunluğa eriştiğimizi artık ortaya koymamız gerekiyor”.
Elbette Biden’ın yaptığı açıklama soykırım iddiasından Erdoğan’ı ya da AK Parti’yi ya da bugünün Türkiye’sini sorumlu tutmuyor ve yapılan açıklamanın hiçbir hukuki sonuç doğurma gücü yok.
Ama siyasi sonucu var.
O siyasi sonucu buradan süzmeye çalışmak ise pek sığ ve çirkin oldu.
Türkiye’yi yönetenlerle problemin var, mesaj vermek ve "Bundan sonra oyun değişti, one göre" demek istiyorsun ve bu mesajı Ermeni meselesi üzerinden veriyorsun. Ama mesaj vermek istediğin yönetim, gerek yukarıda bahsettiğim ‘taziye’ gibi, gerek gayri müslim vakıf mallarının ilk sahiplerine iadesi gibi, cumhuriyet tarihinde bu meseleyle ilgili az çok duyarlı adımları atmış tek yönetim.
Tam olarak adaletin bu mu dünya denilecek bir durum.
SOYKIRIM TERİMİ DE YANLIŞ “TÜRKLER ASLA YAPMAZ” TUTUMU DA…
Gelgelelim, şahsım adına diyeyim, ittihatçı kadroların o dönem sebep oldukları acıları "Türk öyle şey yapmaz" parantezine alanlardan değilim.
Devletimiz isyan, kalkışma vs yoksa böyle şeyler yapmaz, ama bu koşullar varsa, hele savaş anında düşman tarafa geçme gibi durumlar söz konusu ise acımaz. Karşılık verir ve bu karşılık son derece sert hatta orantısız olur.
En basit örnek 37-38 Dersim olayları.
Gerçek şu ki, 1. Dünya Savaşı sırasına Çanakkale’de ayrı, Doğu cephesinde Rusya’ya karşı ayrı bir savaş yürüten, her taraftan sıkıştırılmış çaresiz bir Osmanlı vardı ve aynı zamanda Rusya’da oluşturulmuş Ermeni gönüllü tugaylarıyla ve Taşnak ve Hınçak partizanlarından oluşan müfrezelerle yani Ermeni milisleriyle çarpışıyordu. 14 Kasım 1922 tarihli New York Times gazetesi, Birinci Dünya Savaşı'nda 200.000 Ermeni'nin İtilaf Devletleri ordularında veya İtilaf Devletleri tarafında yer alan bağımsız birliklerde savaştığını boşuna yazmamıştı.
Öte yandan, her şeye rağmen kuzuyu kurtla aynı torbaya dolduran tehcir kararı son derece tartışmalı bir karardır ve tehcir sırasında tarihçilere göre değişen sayıda fakat en azından yüz binlerce sivil Ermeni'nin, saldırılar ya da açlık /susuzluk gibi sebeplerle çoluk çocuk kadın kız demeden ölümü söz konusudur.
Devlet tehcir edilenlere yapılan saldırıları ve rakamların bu boyutlara gelmesini kimine göre göz yumma yoluyla onaylamış, kimine göre ise engelleyememiştir.
Nereden baksanız trajedi söz konusu.
Ve şimdiye kadar çoktan yeni bir sayfa açılabilmeliydi.
Ne Biden’ın ne Macron’un ne şunun ne bunun ne dediğine nasıl etiketlediğine bakmadan. Kimsenin torununu, kimsenin dedesine bakarak mimlemeden.
Açamadık ya da açtırmadılar.
HRANT DİNK’İN HAKKANİYETLİ DURUŞU BUGÜNLER İÇİN KILAVUZ OLMALI
Aklıma Hrant Dink’in cümleleri geliyor.
“Benim geçmiş tarihimin ya da bugünkü sorunlarımın Avrupa’da Amerika’da sermaye yapılması zoruma gidiyor. Bu öpmelerin ardında bir taciz, bir tecavüz seziyorum. Geleceğimi, geçmişimin içinde boğmaya çalışan emperyalizmin alçak hakemliğini kabul etmiyorum artık” diye yazmıştı Hrant Dink.
'Soykırım' kelimesini kullanmaz, 'kıyım' da demez, ısrarla 'yıkım' derdi Hrant Dink.
Yıkıma sebep olanlara da, maşa olanlara lanet ediyordu. Yıkımı doğuran nefreti ve habisliği anarken de “Onu tarihteki karanlık inine bırakıyorum, olduğu yerde kalsın, onu tanımak istemiyorum” diyordu.
Ermenistan yurttaşlarının ve Ermeni diasporasının tüm varoluşlarını ‘soykırım’ anlatısı üzerine kurmalarını eleştiriyordu.
Ne zaman Dink’in, o vicdanlı; Türkiye'nin geleceğini ancak hep beraber yazabileceğimizi söyleyen ve hiç durmadan bunun için uğraşan Ermeni dostumuzun sokak ortasındaki katli aklıma gelse, bu cümlelerini hatırlarım.
‘Soykırım’ sermayesini ya da sopasını bu ülkenin tepesinde sallayarak mesaj vermeye çalışan küresel mütehakkimlere en güzel cevabı Hrant Dink veriyordu.
Öldürülmesini planlayanların, onun ortadan kaldırılmasını planlayanların motivasyonu da belki buydu.
TEK VURUMLUK SOPA, TEK ATIMLIK KURŞUN
O sopayı, sermayeyi bu kez de Biden kullanmış oldu.
Rusya, Almanya, Fransa, İtalya, İsveç, Hollanda, İsviçre, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Yunanistan, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Paraguay, Polonya, Portekiz, Slovakya, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay’dan sonra bu listeye bir de ABD eklendi.
Hiçbir hukuki sonuç doğurmayacağı için, bu sopa tek vurumluk, ‘tek atımlık kurşun’ demek daha doğru.
Kullandığın anda bitiyor.
Neden mi?
Günümüzde soykırım gibi ‘insanlığa karşı işlenmiş suçları’ yargılayan tek mahkeme Uluslararası Ceza Mahkemesi. Ancak anlaşmayı imzalayan ülkeler üzerinde yetki kullanabiliyor. Ancak suçu işleyen bireyleri yargılayabiliyor ve cezalandırabiliyor. Türkiye bu anlaşmaya taraf değil ve tanımından bağımsız olarak suç her ne olursa olsun, işledikleri iddia edilecek kimselerin hiçbiri hayatta değil.
İkincisi, ‘soykırım’ kavramı Nazi Almanya’sının Avrupa Yahudilerine uyguladığı kitle katliamları sonrası ortaya çıkan ve 1951’de yürürlüğe giren "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” ile ortaya çıktı. 1951’den önce yaşanan hadiselerle ilgili olarak kimse sizi -kimi felaket tellallarının iddia ettiği gibi- toprak taleplerine karşılık vermeye yahut yüklü tazminatlar ödemeye zorlayamaz.
21. YÜZYIL'DA HAKLI OLMANIN YOLU ÖZELEŞTİRİDEN GEÇİYOR
Ancak tekrar ediyorum, bu mesele bizim, bir zamanlar millet-i sadıka dediğimiz Ermenilerle olan meselemizdir. Soykırım kavramına karşı duyduğumuz tepkisellik haklı da olsa meseleyi “Hiçbir suçumuz olmadı hayır hayır iddiaların hepsi yalan" tavrına indirgemek düzgün ve ahlaki bir tavır değil.
21. YY’da orta ölçekli medeni bir devlet ve uygar bir toplum olmanın yolu moral üstünlüğe sahip olmaktan geçiyor.
ABD gibi büyük zengin ve güçlü bir devlet iseniz moral üstünlüğü satın alır, kültür emperyalizmi ile icat eder, bir yolunu bulursunuz
Ama geri kalanlar için yukarıdaki ilke geçerlidir. Yani hem suçlu hem güçlü olma devri geride kalmıştır. Güçlü olmak istiyorsan aynı zamanda haklı da olmak zorundasın şiarı geçerlidir.
Haklı olmanın yolu da özeleştiriden, itiraf kültürünü geliştirmekten, hadiselerdeki payını kabul etmek / serinkanlı bir biçimde onlarla yüzleşmekten ve diyalog zeminini oluşturan taraf olmaktan geçiyor.
Bırakın devleti, özeleştiri yapan bir yazarı bile tükürük hokkasına çeviren toplumun bulunduğu yer dikkate alındığında, sözlerimin çok büyük bir ‘lüks’ içerdiğinin farkındayım. Ama ben doğru bulduğum tutumu önermekle mükellefim.