Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son 20-25 gün içinde İslam adına ortaya konulan ‘hassasiyetler’ son derece yıkıcı bir görüngü arzetti.

        Araştırmacı yazar Ebubekir Sifil Yılmaz, Diyanet İşleri’ne seslenerek Yılmaz Özdil gibi sürekli dine hakaret edenlerin cenazesinin camiden kalkmaması gerektiğini buyurdu. Sifil’in bunu söyleme gerekçesi Özdil’in yazısında ‘yağmur duası’na hakaret edildiği varsayımıydı. Özdil’in inançlara saygılı bir yazar olduğunu iddia etmeyeceğim. Ama mezkur yazısında kesinlikle yağmur duasına hakaret yoktu.

        Sakarya Üniversitesi Öğretim üyesi Ebubekir Sofuoğlu, üniversitelerin bulundukları şehri ya da bazı bölgelerini fuhuş yuvasına çevirdiğinden bahsetti. Sofuoğlu’nun görüşü devletin en yüksek yerleri de dahil olmak üzere çok ciddi tepki gördü. Ancak sonra kendisine tarihçi diyen ama ‘İstanbul Sözleşmesi’, kadın hakları, sosyoloji, siyaset herbokologlarından biri ‘yahu bizim adamımız, sahip çıkalım’ diye ıslık çaldı ve Sofuoğlu, daha özür bile dilememişken aklanıp paklandı.

        Derken "Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geldi” diyen Marmara İlahiyat Fakültesi Dekanı Ali Köse’nin dekanlık görevinden alındığını öğrendik. Gerçekten, cemaat ve tarikatlerin güç temerküzüne dikket çektiği için mi olmuştu bu?

        Tesadüfe bakın ki, çok kısa bir zaman önce de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olan Mustafa Öztürk linç edile edile istifaya zorlanmıştı. Aynı anda yüzlerce kişi CİMER’e yazıp "Bu adamı atın" diye ihbarda bulunuyordu çünkü. Tekfir ediliyor hatta ölüm tehditleri alıyordu çünkü.

        Manzara açık değil mi?

        Kitleler dinin katı, dışlayıcı, iktidar sahipleri dışında herkesi ölçen biçen tartan ayar veren bir yorumuna müşteri oldu. Bu ‘genre’ üzere iseniz, hatalarınız olsa bile çoğunlukla ‘erkek’ yandaşlarınız tarafından kabul görüyor, destekleniyorsunuz.

        Klasik, geleneksel İslam önkabulleri dışına çıkıyor, kendisini ‘İslami hareket’in herhangi bir segmenti ile tanımlamıyor, arkasında bindirilmiş kıtalar almakla ilgilenmiyor ve dini hükümleri analiz ederken felsefe, mantık gibi ‘seküler’ ilimlerden de faydalanan ‘araştırmacı’ bir Ankara yahut Marmara İlahiyatçısı iseniz çok rahat dışlanıyorsunuz. Bazen katlinizi isteyen bile oluyor.

        İSLAM TARİHİNİN CAN YAKAN KELAM TARTIŞMALARI

        Mustafa Öztürk’ün Kuran okumalarından edindiği bilgiyi ortaya koyma şekli tartışmalı da olsa, söyledikleri İslam tarihindeki tartışmaları andırıyordu. “Kuran mahluk mudur, kadim midir?” tartışmasının hüküm sürdüğü 9.yy’.da Ahmet Bin Hanbel dahil nice alim zindanlara atılmıştı. Bu kez cezalandırılanlar “Kuran mahluktur, çünkü kadim olan sadece Allah’tır” fikrini tercih eden Halife Me’mun’a karşı gelenlerdi. Sonra kimileri Kur’an manası itibariyle kadim, yani ezeli ve ebedi; indirildiği dil olan Arapça ve okunup öğretilmesini sağlayan harfleri itibariyle mahluktur dedi. Kimileri ise “Allah Kur’an'ı ‘indirdim’ diyor, daha önce vahyettiği bazı emir ve hükümleri değiştirdiğini söylüyor, Allah için Kur’andan ‘önce’ ve ‘sonra’sı var, demek ki hem mana hem de lafzı itibariyle mahluktur” dedi. Tartışma halen sürüyor ama çok şükür kimse bu ‘analiz’ farkı nedeniyle zindanlara atılmıyor. Tehdit de edilmiyor.

        Çünkü yeni tartışmaların çıtası artık daha başka bir yere koyulmuş durumda. O çıtanın adı bugün tarihselcilik.

        KISACA TARİHSELCİLİK VE EVRENSELCİLİK

        Tarihselci islam alimleri, kuran ayetlerini tarihsel olanlar (Kur'an'ın indiği döneme ve topluma ait durumlara göre gelmiş öneriler, emirler) ve tarih üstü olanlar (insan yaşadıkça geçerliliğini koruyacak olan öneri ve emirler) olarak ikiye ayırıyor. Müslümanlara savunma amacıyla besili atlar yetiştirmelerini emreden (Enfal 60) yahut köle ve cariyelerin hukukunu düzenleyen veya mahkemelerde bir erkeğin şahitliğine karşılık iki kadının şahitliğini düzenleyen (yani tek kadının şahitliğini uygun bulmayan) ayetler birinci duruma örnek gösteriliyor. Bu ayetlerin geçerliliği indiği zamanın ve mekanın toplumsal koşullarıyla kaimdir. Haksız yere insan öldürmenin yasaklanmasını, merhametli olmanın gerekliliğini, ana babaya saygıyı, yoksulları ve yetimleri korumayı ve ihtiyaçlarını gidermeyi, hırsızlık yapmayı yasaklamayı düzenleyen ayetler ise Kur’an'ın evrensel mesajına müteallik ve değişmez olarak kabul ediliyor.

        Kuşkusuz Mustafa Öztürk çıtayı daha farklı bir yere taşıdı. Anladığım kadarıyla Kur’an’ın mesajına elçi/insan sözünün karışmış olabileceğini, yıllardır yaptığı okumaların kendisini bu noktaya getirdiğini iddia etti. Kur’an'da, Kelamullah’a uygun olmayan ifadelerin olduğundan bahisle bazı ayetlerin Allah’ın kelamı olmayabileceğini ileri sürdü.

        Kişisel ve sadece beni bağlayacak olan görüşümü söyleyeyim.

        Mustafa Öztürk, “Allah kelamının ihtiva ettiği anlamı, insan ontolojisi, bilgi ve kelime dağarcığı tartamaz. Mesaj 1000 gb, insanın -Resul de olsa- kapasitesi 50 gb, aradaki fark anlam kaybına yol açabilir, Allah Kur’an'dan fazlasıdır” deseydi anlardım. Kanımca tam da söylediğim nedenle peygemberler dahil Allah ve kul arasında gerçek bir iletişim hiç olmadı, olamaz. Bu yüzden, dünyadaki varoluşumuzu ‘sürgün’ olarak niteliyoruz. Bu yüzden dünya yolculuğundaki tek amacımız O’nun mahiyetini anlamaya çalışmak. Anlayabilmek için ibadet ediyor, yazılımımızı yükseltmeye çalışıyoruz. Bu yüzden cennetteki en yüksek, en kıymetli makama layık olabilenlerin ödülü Allah’la tanışmak/Allah’ı tanımak. Öztürk’ün Allah’ı tanımaya yaklaşmak için Medine ve Taif arasındaki müşrikleri ezberlemek değil, Orion takım yıldızını, Andromeda’yı izlemek lazım sözlerini böyle anlıyorum.

        Ancak kastedilen “Kur’an’a Allah’ın anlam olarak da vahyetmediği, bahsetmediği sözler/insan sözü karışmış olabilir” ise, orada durmak lazım. Söylenen bu ise, bu apayrı bir şey, ürkütücü bir sınıraşımı.

        “Allah ‘piç’ demez, belli ki bu kelimeyi o anki konjonktürden canı yanan Rasulullah söylemiş, bu da ayete girmiş” gibi ifadeler ya yanlış ya da yanlış anlaşılmaya fazlasıyla müsait. “Tarihselcilik” bu değil.

        Böyle bir iddianız varsa, eleştirilere hazır olmalısınız. Radikal yorumlar yapanlar, radikal tepkilerle karşılaşmaya hazır değillerse, neden radikaldirler? Dahası, dinler kitaplarının bozulmamışlığı, otantikliği üzerine bütünlük duygusu oluşturur. Bütünlüğüne saldırı hisseden Mü’minlerin bu iddia karşısında kurbanlık koyun gibi teslim olacaklarını varsaymak hayalcilik olur.

        Tepki anlaşılabilir.

        Ama anlamadığım bir şey var. İş nasıl ölüm tehditlerine kadar geliyor?

        DUALARINIZ SİZİ İYİ BİR İNSAN YAPMIYORSA…

        Niyeti Allah’ın saklı bilgisini deşip çıkarmak olan ve yıllarını Kur’an'a vermiş olan bir araştırmacı nasıl bir anda ‘mürted’ muamelesi görebiliyor?

        Daha iyi bir insan olmak için dinlerine sarılanlar, dinleri adına ‘kötüleşmeyi’ nasıl kabul edilebilir buluyor?

        “Üniversiteler fuhuş yuvası oldu” diyen Ebubekir Sofuoğlu’na “İstanbul Sözleşmesi” ve aslında kadın bireyselliğine duydukları nefret ortaklaşmaları nedeniyle omuz veren Ahmet Şimşirgil, İletişim Başkanı Fahrettin Altun tarafından engellenince, "Fitne tuzağına düşmeyin, barışın" diye sabaha kadar dua eden kitle, nasıl oluyor da görevi Allah üzerine düşünmek olan bir ilahiyatçıyı ‘fazla düşünmüş’ diye tekfir edip ilk taşı atan olmak için yarışa giriyor? Bu nasıl çarpıtılmış bir duygusallık? Bu nasıl bir gizli işsizlik?

        Asıl mesele şu: Müslümanlar, dindarlar ve onlar adına ahkam kesenler ne ara sosyal medyanın itikadi konuları masaya yatırmak için uygun bir yer olduğunda mutabık kaldı? Kendi iç kavgalarını, iç savaşlarını, karın ağrılarını ve bu arada dinlerini, diğerleri önünde açıp saçmaktan bir teşhirci gibi zevk almak ne zaman ‘trend’ oldu?

        Maalesef, İslamcılar ya da dindarların sosyal medya kullanma şekilleri, İslam’ı kaba, tahakkümcü, öteki saydığına düşman hukukunu reva gören bir yoruma indirgiyor.

        Eskiden ancak ‘havas’ın konuştuğu ve anladığı meseleler, bilginin demokratikleştirilmesi, herkese eş zamanlı ve eşit olarak ulaşılabilir kılınması sayesinde inceliklerinden soyulup, herkesin dişinin keseceği bir armut boyutuna inene dek törpülenmesiyle sonuçlanıyor.

        Kalabalıkların inandığı yoruma inanmıyorsanız, katliniz vacip hale gelebilir ve bunun için Mustafa Öztürk kadar ileri yorumlar yapmanıza da gerek yoktur.

        Kendi dini görüşlerini idealize ederken aslında sadece ‘kendisini’ idealize etmeye çalışan sosyal medya kullanıcılarının cımbız darbeleri arasına düşmüş bir ilahiyatçıyı gördüğümüzde, oradan sadece infaz emri çıkacağını biliyoruz artık.

        140 karaktere sığabilen yalnızca emirdir, buyurganlıktır, hükümdür. Söylemeye gerek var mı bilmem. Orada davet yoktur. Müjdeleme yoktur. Kurtuluş yoktur.

        Allah’tan korkunuz yoksa kuldan utanmanız olmalı.

        Siz birbirinize tehditler yağdırırken din konusunda ‘ortalama olumlu’ bir algıya sahip olan tarafsız kamuoyu sizi izliyor.

        Bir twitter kullanıcısı şöyle yazmış :

        “İslam 21.yy’da Müslümanların kendi kafalarında idealize ettiği şekilde algılanmıyorsa, ‘diğer insanlar’ İslam’ı müslümanların gördüğü anladığı sevdiği biçimde anlamaktan giderek uzaklaşıyorsa bunun sebebi İslamcı olmayanlar, dindar olmayanlar mı, yoksa Müslümanların kendisi mi?”

        Haksız diyemedim.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar