Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Günlerdir İdlib hakkında konuşulanlara, birbirini suçlayanlara, birbiriyle cenazede bile tokalaşmayanlara bakıyorum.

        Günlerdir bu işe TBMM’nin el atması lazım, kapalı oturum lazım diyenlerin, o kapalı oturumda kafa göz yarmalarının üzerine düşünüyorum.

        Türkçe konuşuluyor ama aynı dil konuşulmuyor sanki.

        İnsanlar güvenlik, memleket, şehit, tarih diyorlar ama bu kelimeleri kullanırken aynı şeyleri kastetmiyorlar sanki.

        Siyasetin kutuplara ayrılmasından daha acı olanı, zihin dünyalarının ayrışması.

        Bir yanda askerimizin ölümle cedelleştiği topraklarda olanı biteni görüyor olma ihtmalinden bile endişe etmeyen muhalefetin bencil şuursuzluğu var, öbür tarafta AK Parti’nin doğru yaptığı, haklı olduğu şeyleri bile anlatmakta zorlanmasına neden olan ‘inandırıcılık’ sorunu.

        Dün muhacir-ensar ilişkisi çerçevesinde konumlandırılan sığınmacıların kriz sonrası ‘kapıları açıyoruz o zaman’ politikasına geçilir geçilmez ‘düzensiz göçmen’ olarak anılmaya başlanması bu güven bunalımını perdahlayan etmenlere küçük bir örnek olarak verilebilir. Ama genel olarak sorun daha büyük ve ancak şöyle özetlenebilir: Muhalefet bu çok hayati mevzuda kendisini AK Parti’nin daha doğrusu Cumhur İttifakı'nın her krizi ‘vatan millet Sakarya’ kılıfına bürüyerek ömür uzatma, yerini sağlamlaştırma amacına uygun bir enstrümana dönüştürdüğü düşüncesinden kurtaramıyor.

        Doğrudur, bu ülkede bazı krizler Erdoğan’ın siyasi dehası ve pragmatizmi sayesinde kaldıraç rolünü üstlenmişlerdir. Ancak Beşşar Esad’ın ya da Putin’in AK Parti iktidarı için bir ‘güzellik’ yaptığını, bu yüzden askerlerimize saldırıp kullanışlı bir kriz yarattıklarını düşünecek kadar delirmiş değilseniz buradan bir komplo teorisi çıkmayacağını da anlarsanız.

        AK PARTİ POLİTİKASI DEĞİL, DEVLET POLİTİKASI

        Söz konusu güven bunalımına iyi gelecek bir akıl yürütme jimnastiği öneriyorum. İşe Türkiye’nin Suriye politikasının sadece AK Parti’nin politikası değil, devlet politikası olduğunu idrak ederek başlamak iyi olur.

        Delil mi? Konu IŞİD ve PKK olduğu için kimsenin pek itiraz edemediği Fırat Kalkanı, Zeytindalı, Barış Pınarı harekatlarının icra yerinin de Suriye olması.

        Delil mi? Feridun Sinirlioğlu’nun BM’de yaptığı konuşma.Türkiye’nin Suriye politikasını cansiperane şekilde savunan Sinirlioğlu AK Parti’nin düşünce ve kültür havuzunda yetişmiş biri midir? Hayır. Hatta Mavi Marmara meselesinde takındığı tutum nedeniyle İslamcılar tarafından sevilmezdi.

        Sonra bir de 2014’te FETÖ’nün dinlediği ve sızdırdığı dışişleri konutu ses kayıtları var. O ses kaydında konuşanlar arasında Davutoğlu ve Fidan’ın yanısıra yine Sinirlioğlu ve dönemin Genelkurmay 2. Başkanı olan Yaşar Güler de vardı. Yaşar Güler Ak Partili miydi? Hayır.

        Gerçek olan şu ki, ‘devlet’ uzun bir süredir Esad’ın yapabileceklerinin bilincindeydi ve çözüm arıyordu. Söz konusu devlet aklını Rusya göstere göstere sahaya inene kadar Suriye ile ciddi bir biçimde ilgilenmekte ‘geciktiği’ için suçlayabilirsiniz belki ama hâlâ ‘Nereden çıktı bu Suriye yaa?’ ağzını kullanıyor ve bununla siyaset ya da analiz yapıyorsanız size söylenebilecek tek bir şey var: Bir sahil kasabasına yerleşin ve eski plak toplamaya başlayın.

        ARADA BİR HATIRLAMAK LAZIM, BURASI MEZOPOTAMYA

        İç politikadaki hoşnutsuzluklarımızı, iktidarın iç siyasette attığı hukuk ve demokrasi kaybına neden olan adımlarını dış politikadan, dışarıya karşı bir ve bütün olma gereksiniminden ayırmayı başarmak gerektiğine inanıyorum. Ayrıca hükümetin dış politikada özellikle Libya’da ve Suriye meselesinde attığı ‘önlem alma’ amaçlı adımların hafife alınamayacağını ve hükümetin bir katliamı önlemeye çalışırken bir yandan da bölgedeki temel meselelerde yok sayılmama hakkını savunduğunu görmek gerektiğini düşünüyorum.

        “Ne işimiz var İdlib’de? Ulus devletimizin sınırları belli ve orada İdlib yok” diyenleri bir gün, kendi coğrafi sınırlarının içinde kalmayan ve sürekli yayılan; Şam’ı, Bağdat’ı, Beyrut’u avucuna almış İran’ı eleştirirken görseydim itirazlarını ciddiye alabilirdim. Görmediğim için almıyorum.

        “Ne işimiz var İdlib’de?” diyenleri bir gün, "Biz Esad’ın davetiyle geldik" parantezine sığmayacak ölçekte işlere girişmiş, İdlib’in özel bir statüsü olmasına “Doğu Akdeniz gazının dağıtılmasını da ben yöneteceğim" ihtirası nedeniyle göz yummayan Rusya’ya da iki çift laf ederken görseydim sorularında samimi olduklarını düşünebilirdim. Ama şu an öyle düşünmüyorum.

        Yaşadığımız coğrafya ve aşmaya çalıştığımız dönem, ‘tuzsuz aşım ağrısız başım’ kafasıyla karşılanabilecek bir yer/zaman değil. Hepimiz isterdik sorunlar İzlanda’daki büyüklükte olsun ve uzlaşıyla barışla halledilsin ama bu topraklarda olup İzlanda taklidi yaparak hayatta kalabilirmişiz gibi yapmanın erimeyi ve çözülmeyi kabullenmek anlamına geldiğini bilmiyor olamayız. Proaktif olunmazsa prehistorik kalıntıya dönüşmenin an meselesi olduğu bir yerde/zamanda yaşıyoruz.

        RASYONALİTE DERKEN?

        Dahası kavganın gürültünün biraz dağıldığı anlarda da, ‘güvenlik’ konusundaki hafsalası bahçe çitlerini onarmaktan öte gitmemiş kişilerin; ‘gelecek’ dendiğinde en fazla emeklilik hayali kurabilenlerin beş on yıl sonrasına göre iş tutmak durumunda olan devlet birimlerine "Rasyonel olalım" gibi çağrılarda bulunması da kanıma dokunuyor.

        Rasyonel olmak nedir mesela? İdlib’de yaşayan 2.5 milyon insanı bir kanlı alev topunun çırası haline getirmeye azmetmiş adamların huyuna gitmek mi? Yapmayı istedikleri şeyin önünde durmayıp sürekli söylendiğiniz, "Ay hem karalar hem kokuyorlar" dediğiniz mültecilerin iki katının daha ülkemiz kapılarına yığılmasına izin vermek mi? Rasyonel olan o kalabalıkları içeri almak mı, yoksa sınırda açlıktan, hastalıktan, Hizbullah milislerinin saldırılarından dolayı Esad, PKK, Rusya tarafından yeni bir güvenlik şantajı olarak kullanılacak kıvama gelene kadar delirlemelerini seyretmek mi? Bunlar olduğunda -seçenekler bunlar- üzerlerine ateş açmak mı? Ahlaktan ve coğrafyanın kendine has realitesinden bağımsız bir rasyonalite mümkün mü?

        Bir tutturmuşlar Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı. İyi ama Suriye’de ‘yönetim bütünlüğü’ yok. Bir kısmını PYD yönetiyor, Lazkiye, Tartus, Humeymim Putin’den soruluyor. Hakeza ABD’nin bulunduğu alanlar var. İran Suriye’de söz sahibi, hatta o kadar ki bu işlerin en başında uzlaşmaya daha yakın duran Beşşar Esad’ı ‘uzlaşmamaya’ zorlayanın geçtiğimiz aylarda ABD tarafından öldürülen Kasım Süleymani olduğu bile söyleniyor. Yönetim bütünlüğü olmayan yerde toprak bütünlüğünden bahsetmek ‘rasyonel’ mi peki?

        Sözün özü, ben İdlib konusunda devletin askeri, teknik konular dışında mentalite itibarıyla doğru bir şey yapmaya çalıştığına inananlardanım. Tabii bu konudaki nihai görüşümü Türkiye’yi temsil edenlerin bugün Moskova’da nasıl bir tutum takındıkları ve zorlayıcı diplomasiyle nasıl sonuçlar alabildikleri belirleyecek.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar