Önemli olan Avrupa değil standartları...
Yazmaya başladığım yıllardan beri “Adına ‘AB’ye girme’ denilen ‘imkânsız aşk’ yolunda heder olmayalım, çünkü bu olmayacak; biz hukuk, demokrasi, üretim, tüketim, çalışma, iş hayatı, ulaşım, basın, hizmet standartlarını tutturmaya azmedelim” diyorum. Nedeni basit, çünkü AB kendi rengini kokusunu dokusunu taşıyan bir Türkiye’yi bünyesine katmayı hiç düşünmedi. Çünkü Türkiye, hem Müslüman, hem kalabalık. Hem de renginden, kokusundan, dokusundan vazgeçme pahasına bir yapının parçası olmayı hazmedecek bir ülke değil.
Varsayalım ki son dönemde yaşanan gerilim olmadı, Türkiye demokrasi kaybı, basın özgürlüğü, OHAL şartlarını yeni mağduriyetler üretmek için kullanma gibi suçlamalara maruz kalmadı. AB yine de Türkiye’yi almayacaktı. Çünkü Türklerin AB’ye bakışı “entegre olalım, tabi olalım, kardeş kardeş yaşayalım” şeklinde teberrüz etmiyor. “Batı” Türkiye’nin toplumsal hafızasında ödeşmeden fetihe kadar genişleyen duygusal bir repertuvarla hercümerç olmuş bir kavram. Avrupa da sömürgeci geçmişinden mütevellit, ülkelerin kolektif kültür tarih ve psikolojilerine vâkıf olmayı sağlayan birçok arayüze sahip. Sen kendi algının farkında olmayabilirsin ama o seni biliyor. Neden alsın?
Hadi diyelim, geçmişe mazi dedik. Şehircilikten imara, şeffaflıktan çoğulculuğa kadar her kalemde yüzlerce fark, madde madde sayılır, uzar gider. Jeopolitik konum ve komşu coğrafyalar meselesi yüzünden “güvenlik”ten anladığımız, Batı’nın anladığı ile bir değil.
Kendi topraklarını “homojenleştirene kadar” kesmiş, doğramış, iç savaşlarını çok önceden yaşayıp “halletmiş” Batılı ülkeler, eleştiriden, muhalefetten bizim kadar korkmuyor. Farklı sesleri, eleştirileri ve muhalefeti yönetmeyi öğrenmişler. Gündelik hayata gelsek, yine farklar sorun ve ihtiyaç teşhislerinde ortaklaşmayı engeller türden. Hemen bir örnek: Avrupa kadın erkek çalışabilecek durumda olan işgücünden maksimal oranda faydalanmak için insanların yaşlı anne ve babalarını bakımevlerine havale etmeleri varsayımı üzerinden bir sosyal güvenlik sistemi kurmuş, çalışma hayatı ona göre şekilleniyor. Türkiye ise geleneklerinden mütevellit hâlâ yaşlılarına evde bakan birülke. Sadece bu olgu bile Avrupa ve Türkiye’nin işgücü yönetimi ve sosyal güvenlik ihtiyaçlarına bakışını ciddi düzeyde farklılaştırıyor.
Sözün özü: Avrupa almayacağını bile bile, sopa ucuna taktığı “plastik” havuçla 54 yıl bu ülkeyi oyaladı. Şimdi ise, artık almayacağını biliyoruz, onlar da bildiğimizi biliyor.
Bu durumun kötü yanı: 1) AB ülkelerinin aynı zamanda NATO üyesi olması. NATO üyeliğimizin önemi de tarihe başvurup neden NATO üyesi olmak istediğimiz hatırlanarak anlaşılabilir. 2) Kendi algısından bihaber olanlarda oluşan hayal kırıklığı.
İyi yanı ise şu: Büyük bir olay her şeyi yeniden değiştirmezse bundan sonra ekonomi, güvenlik vs. her türden anlaşmada artık pazarlık masasına plastik havuçla değil hakiki materyalle çıkmak durumundalar.
Bu tablodaki hayati nüans da şu: “AB’nin maskesi düştü”, “Batı bize tavır aldı” diye demokrasi, hukuk, güvenlik, basın, sağlık, üretim ve her türden alana kazandırılmış standartların kılavuzluğundan vazgeçersek kaybederiz.
“Batı bize tavır aldı, AB de hayal oldu” diye bizim kültürel genlerimizde zaten “merhamet” ve “adalet” çatısı altında var olan, ama son yüz yıllık dönemeçte adı “demokrasi” olmuş, “insan hakları” olmuş, “düşünce özgürlüğü” olmuş, “ortak akıl” olmuş her mefhumu Batı ile özdeşleştirip tu-kaka edersek kendi kendimize en büyük kötülüğü yapmış oluruz.
İktidarı azıcık eleştiren her gazeteciyi linç etmeyi, işinden attırmayı milli spor haline getirenlere itibar edersek, nefes alamaz, beynine kan gitmeyen patates kafalı bir toplum oluruz.
İnfaza dönen uzun tutukluluk süreleri, aşırıya kaçan cezalar, “millilik” adı altında toplumsal dayanışmayı zedeleyen her türden tutumu “Batılılar da zaten buradan vuruyor” diyerek mesele etmez hale gelirsek insanlığımızı bile yitirecek noktaya geliriz.
Standartlarımızı kriterlerimizi medeni dünyanın gereklerine göre güncelleme zorunluluğu Batı ile girdiğimiz gerilim hattı- nın dışında, ayrı bir dosya olarak değerlendirilmeli. Bunları “Onlar istiyor” diye değil, her ölçekte ilerlemek, birbirinden razı olan bir millet inşa etmek için yapmalıyız.
Önemli olan “Avrupalı olmak” değil, “demokrasi olmak” derken kasdettiğim budur.