'Sistem bozuk' dedi, kazandı
Trump’ın yükselişi ABD standartları için bile yeterince şaşırtıcıydı, şimdi ise onu 45. ABD Başkanı olarak selamlamak durumundayız.
Bugünlerde yapılan her analiz “Taç giyen baş akıllanır” cümlesiyle başlayan iyimser temenniler içerecek. Ama asıl soru hep orada olacak: Ya akıllanmazsa?
Türkiye için kötünün iyisi oldu denilebilir. Obama döneminde hayli gerilen Türkiye-ABD ilişkileri bağlamında, Obama’nın devamı pozisyonunda olacak Clinton ile “yeni bir sayfa” açma ihtimali azdı. Trump’la kısa vadede olumlu temaslar görebiliriz. Türkiye, FETÖ bağlamında iade taleplerine pozitif cevap alabilir. Ama gece yarısı uyanıp öfkeyle eski kâinat güzeli hakkında tweet’ler atan bir profil hakkında uzun vadede bir öngörü yapmak zor. Hem de Türkiye ve ABD’nin coğrafyamıza ilişkin devlet politikaları birbiriyle çelişir durumda iken.
ABD başkanlık seçimi sonucunun Türkiye’yi olumlu ve olumsuz yönde ilgilendiren boyutları sonraki yazının konusu olsun. Önce ABD açısından önemine bakalım. Çünkü Donald Trump’ın başkan seçilmesi, ABD halkının ABD sistemine yaptığı en tuhaf rest olarak tarihe geçebilir.
ABD halkı, İslamofobik ve göçmen karşıtı vaatleriyle öne çıkan, trilyonlarca doları oldu- ğu halde vergi ödemeyen, hakkında taciz iddiaları bulunan, seksist ve maço bir adamı sırf “Sistem bozuk” dediği için; Washington’daki yerleşik düzeni eleştirdiği için başkan yaptı.
Medyanın antipropagandasına, doğru dürüst bağış almamasına ve en başta adayı olduğu Cumhuriyetçilerin ağır topları tarafından desteklenmemesine rağmen seçildi Trump. Kadın düşmanı olmasına rağmen kadınlardan, ahlaksız bir adam profili vermesine rağmen “İncil kuşağı” olarak adlandırılan eyaletlerden, göçmen karşıtı olmasına rağmen bazı Latinlerden, ayrıca Latinlerden nefret edenlerden, garibanlardan ve garibanlara dönüp bakmayanlardan, “siyah başkan”a karşı zihni komplo teorileriyle dolup içi öfkeyle şişmiş beyazlardan, İslamofobiklerden oy aldı.
Hemen hepsini birleştiren eskiyi, mevcudu, statükoyu temsil eden Hillary Clinton’a karşı “yeni” bir şeyler söyleyen, tarihsel perspektif ortaya koyan, “Güçlü Amerika” diyen adama şans verme arzusu oldu.
Trump’ın kazanması, dört bir koldan yürüyen anti Trump kampanyaya rağmen kendi bildiğini okuyan halkın zaferidir. Bir bakıma demokrasinin zaferidir. Ama bu kez, faşizan bir eğilimi tecelli ettirmek üzere atmıştır demokrasinin kalbi. ABD’nin yarısının gücünü “çoğulculuktan” alan değerler sistemiyle, “Amerikan rüyası”nı uluslararası ticari bir meta yapmış olan o meşhur “melting pot” iddiasıyla, moral üstünlükle falan, hiç ilgilenmediğini gösteren iflasın kanıtı olmuştur bu “demokrasi zaferi”.
Böyle olur bazen.
Liberal politikalar gerçeklikle bağını kopardığında, korunması büyük bedellere mal olan özgürlükler irrasyonel bir tutumla dikte edildiğinde, zıttına inkılab eder.
İki işte birden çalışmazsa çocuğunu okutamayan sıradan bir Amerikan vatandaşının sömürülen hayatını Protestan ahlakıyla allayıp pullayıp kitlelere matah bir şeymiş gibi satmak, suçluyu masumdan daha fazla korumak, zayıfın ekmek teknesini boşverip güçlünün teşebbüs hürriyetini yeğ tutmak, “siyaseten doğruculuğu” hakikatten üstün görmek, kilometrelerce ötede yaptığı askeri müdahalelerden dolayı halka sürekli yalan söylemek ve asla hesap vermemek sistematik hale dönüştüğünde başlayan arayışın yönü her zaman “şeffaf bir sosyal demokrasi, daha iyi bir liberalizm” olmayabilir. Halk en haşin, en yıkıcı ama değişim-dönüşüm mesajında en dirayetli olana gider böyle zamanlarda.
Böyle zamanlarda onarıcı ve iyi niyetli dokunuşlar da derinde biriken magma tabakasını yüzeye yaklaştırmaya yararlar sadece. Onarmaz, hatırlanması gerekeni hatırlatırlar. Obama’nın sağlık sistemine “parmak basması”, hatta ciddi ölçüde rehabilite etmesi “Sistem bozuk!” söyleminin gücü karşısında sağlam bir referans olamamıştır nitekim.
Trump sistemi onarabilir mi? Belki. Ama dünya için öncelikli mesele, olası bir IŞİD saldırısıyla provoke olup gecenin köründe nükleer silahları komuta eden odaya dalarsa ne olacağıdır.
Umarız, taç giyen baş sahiden akıllanır.