Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın çözüm sürecinin ilerlediği mecrayı eleştirmesi, gündemi ciddi şekilde sarstı. Cumhurbaşkanı, İzleme Heyeti’ne karşı çıktı, hatta 28 Şubat’ta düzenlenen Dolmabahçe toplantısını doğru bulmadığını ifade etti.

        Nedenini pazar günü Habertürk sayfalarına taşıdığım röportajda açıklıyordu. İmralı- Kandil-HDP tarafından savunulan taleplerin süreci istismara açık hale getirdiğini söylüyor, hükümetin talepler yolunda gerçekleştirdiği adımları “Ada’nın meşruiyetini artırıyor, yanlış buluyorum” cümlesiyle özetliyordu.

        Kendisine danışılmamış mıydı? İstişare edilmemiş miydi?

        Böyle bir ihtimal mümkün değil. Ancak bilinir ki, istişare ayrıdır, onay almak ayrı. Ayrıca bilgilendirme ya da istişare dediğimiz şey de kendi içerisinde onlarca segmente ayrılıyor.

        Erdoğan kendisini partili Cumhurbaşkanı veya müstakbel başkan olarak görüyor. Lakin bu durum yasal zemine kavuşmuş değil. Yasal zemin için Anayasa’nın ilgili maddesinin değişmesi yahut başkanlık sistemine geçiş için yeter sayıda milletvekilinin AK Parti saflarından Meclis’e girmesi lazım.

        Davutoğlu başkanlığındaki hükümet saflarında ise genel seçimlerde daha çok oy kazanma yönündeki çalışmalardan ziyade seçimleri suhuletle tamamlama, başlayan projeler doğrultusunda doğru ve ilkesel kararlar alma eğilimi ağır basıyor. HDP’nin barajı aşıp Meclis’e girememesi ihtimalinde yaşanabilecek felaket senaryoları hepimizin malumu. Bu köşede yazmıştım. (“PKK’nın aldığı uçaksavarlar ve darbe mekaniği” 17.02.2015 Habertürk.) Gelgelelim, seçimlere barışçıl ve dingin bir ortamda girme, başlamış projeleri doğru düzgün ilerletme seçeneği, oy oranını artıracak seçenek olmayabiliyor.

        Davutoğlu hükümeti ve Yalçın Akdoğan’ın sürecin sertleşmesini engellemek ve çözüm imkânlarını korumak için attıkları adımları bu bağlamda okuyabiliriz. Öteden beri örgütün maksimalist taleplerini adıma karşı çalım, reste karşı rest taktiğiyle dengeleme siyaseti güden Erdoğan ise belli ki, her detaydan haberdar edilmeyi umuyordu ve gelinen aşamaya göre “onay vermeyebileceği” jestlerin yapılmasını sorun olarak gördü. Görünen tablo bu.

        “Cumhurbaşkanı bu denli müdahil olmamalı” teoride doğru. Ama siyaset yapan bir Cumhurbaşkanı olmayı vaat ederek “seçilmiş” olan, milleti de buna ikna edip devletin başına geçen Erdoğan için pratikte karşılığı olmayan bir fikir bu.

        Kaldı ki, çözüm sürecinin mimarı Erdoğan.

        Erdoğan’dan başka kimse bu halkı, Kandil’in ya da HDP’nin sergilediği aşırılıkları sineye çekmeye ikna edemezdi. İmralı ve Kandil’in -6-8 Ekim olayları dahil- oynadığı iyi polis-kötü polis oyununun açığa çıktığı bir safhada bile, çözüm projesi çökmedi, çökmüyor. Nedeni, toplumun Erdoğan’a verdiği kredi.

        Böyleyse eğer, Erdoğan’ın konuya yaklaşımı da önemlidir.

        Nedir o? Erdoğan, Kürt meselesi ile çözüm sürecini ayrı kategorilerde görüyor. Kürt meselesiyle ilgili temel problemlerin; asimilasyon ve inkâr döneminin bittiğine, reformların sorunu çözdüğüne inanıyor.

        Çözüm süreci ise Kürtler adına silahlı mücadeleye girişmiş bir örgütün silah bırakmasının sağlanması sürecidir Erdoğan’a göre.

        Erdoğan’ın ve pek tabii sürece destek veren çoğunluğun Türkiye sınırları içinde bir Kürt kantonu kurulmasıyla, federasyonla vs. sonuçlanacak bir “çözüm”e onayı yok. Başından beri böyle düşünüyordu. Hâlâ aynı yerde duruyor. Bu arada, hadi dürüst olalım, “silah bırakma” gibi çoktan kararı verilmiş ve çoktan sözü verilmiş bir şey için kongre toplanmasına da gerek yok.

        İmralı’nın Kandil ile sergilediği farklı ama birbirini bütünleyen stratejisi, epeydir çözüm sürecini bölgesel denklemdeki değişimi “rantabl” hale getirme yolunda kullanmaya yönelik.

        Bu nedenledir ki, aslında çözüm süreci adı altında bir tür soğuk savaş yaşanıyor ve bunun sorumlusu da binlerce insanın öldüğü Suriye’de IŞİD’in çirkefliğinden Türkiye’yi sorumlu tutmak gibi yığınla iftiraya çanak tutan ve zaten açıktan PYD-YPG’ye yeşil ışık yakan ABD.

        Halk bütün tabloyu görmese de olanı biteni hissediyor ve tam da bu nedenle sınırdışı ittifakları da bulunan PKK’ya sağlanacak maddi manevi her avantaj AK Parti’ye verilen desteği/oyu azaltma potansiyeline sahip.

        Erdoğan’ın hamlesinin arka planı bu.

        Sadece seçim odaklı olduğunu da sanmıyorum. İmralı ve HDP’nin ajandaları “bu ülke” ile senkronize olana dek, Erdoğan’ın tavrı değişmeyecektir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar