Halit Kıvanç, Ahmet Tulgar ve değişen Türkiye…
Halit Kıvanç’ı dedeme benzetirdim. Kıvanç’ın o hep özenle arkaya taradığı saçları, aşina gülüşü ve her daim bakımlı görüntüsü ile dedem Osman Nuri Yıldırımcı arasında şaşırtıcı bir paralellik bulurdum.
Emekli asker olan ve ömrünün sonuna kadar sabah kalkar kalkmaz traş olup takım elbise giymeden odasından çıkmayan dedem, saçlarını aynı Halit Kıvanç gibi tarayan, ondan bir yaş küçük, çok yakışıklı ve çok disiplinli biriydi.
Dedemi 2006’da kaybettik. Onu hala çok özlüyorum. Torunlarıyla oyun oynamasını bilen nadir insanlardan biriydi. Huysuz derlerdi ama değildi. Bizi Yeşilköy’den trene bindirip ‘İstanbul’a götüren ve Mısır Çarşısı'ndan aldığı kahvaltılıklarla hafta sonları kendi elleriyle besleyen bir dedeydi.
Halit Kıvanç’ın ondan 16 yıl sonra gelen ölüm haberini alınca dedemi bir kez daha kaybetmiş gibi hissettim. Sanki o hala ulaşabileceğimi düşündüğüm çocukluğum ufuk çizgisinin ardına kaçtı. Akşamları eve yeni gelen renkli televizyonu izlediğimiz oturma odasının zihnimdeki görüntüsü muğlaklaştı.
Çocukluğa olan özlem ve Halit Kıvanç’ın çağrıştırdığı kuvvetli dejavu hissi mi yoksa son dönemlerde sıklıkla kapıldığım geçmişin ve tüm güzel şeylerin kayıp gittiği duygusu mu bilmem…
Ama bu ölüm haberinin beni sürüklediği -Cesaria Evora’nın müthiş şarkısındaki o çok sevdiğim tabir ‘Sodade’- boşluk Ahmet Tulgar’ın ölüm haberiyle birleşince kendimi bu halimle 19 yıl öncesinde buldum.
Akşam hafta sonu ekleri… İlk karede de yine bir kayıp. Gülden Aydın. Ekleri o yönetiyor. Nurcan Akad gazetenin başında. Ben muhabirim. Röportajlar, haberler yapıyorum. Dalida Özatay, Başak Keser, Bahar Akgün, Bayhan Gülerhan… Gazetede yaşayan bir ekiptik. Gecemiz, gündüzümüz yoktu.
Sonra Serdar Turgut dönemi… Turgut’la birlikte röportajlarına bayıldığım Ahmet Tulgar yazar olarak Akşam’a transfer oldu. Kahkahaları ve öğlenleri getirdiği croissantları hatırlıyorum. Sonra da 2010’ların başında, Papermoon’da kalabalık masalarda yediğimiz birkaç yemeği…
Gençti, gençtik.
Böyle ani ölüm haberleri "Belki de artık değiliz" dedirtiyor.
Belki de hayat geçiyor ve geri döndürülemez şekilde değişiyor gerçekten.
Rahatsız edici ve hatta yanlış da olsa bir iddiayı dile getirmenin suç kabul edilmesi de bu değişimin bir parçası belki. Herkes her şeyi kanıksamış görünüyor. İşin tuhafı her şeyden şikayet edenlerin gösterdiği uyum. İşte beni asıl endişelendiren o.
Halbuki ifade özgürlüğü bırakın irkiltici ve rahatsız edici soruları sormayı, fikirleri de seslendirebilme özgürlüğü değil midir?
Belki de ben çok muhafazakarım. 6-7 yıl öncesine kadar rahatlıkla çok daha ileri şeyler dillendirilebilen bir ülkede asılı kaldım. Ama o ülke içinde tüm siyasi aktörlerin olduğu bir milli mutabakatla lağvedildi.
- Osman Nuri Kabaktepe: "17 seçimde birinci, 18'incide ikinci olduk"4 gün önce
- 7 yıl sonra Osman Kavala6 gün önce
- Hayat...1 hafta önce
- Ali Mahir Başarır: Özgür Bey Kemal Kılıçdaroğlu değil2 hafta önce
- 28 Şubat sanıklarına tahliye için top Adli Tıp'ta2 hafta önce
- Bakan Tekin: Literatüre bakınca gördük ki bizim müfredatımız çocuklara diğer ülkelere göre iki katı bilgi yüklüyor2 hafta önce
- Gerçek bir bahar için kaldırın Taksim yasağını!3 hafta önce
- Semih Yalçın: CHP ile elbette görüşülür, anayasayı karanlıkta göz kırparak mı yapacağız?3 hafta önce
- Bugünkü Irak ziyareti neden önemli?4 hafta önce
- Cumhurbaşkanı'nın seçim sonuçları ile ilgili kurduğu cümle1 ay önce