12 milyon dolar ve yoğurdu üfleyerek yemek
ABD, Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan için toplam 12 milyon dolarlık ödül koydu. Peki ama bu ne anlama geliyor? ABD nihayet PKK tehdidinin farkına mı vardı? Yoksa bir numara mı çeviriyor? Washington’un, Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer’ın Türkiye ziyaretinde duyurduğu bu karara nasıl yaklaşmalıyız?
Öncelikle Ankara’da son derece temkinli ve itidalli bir havanın olduğunu söyleyeyim. Konuştuğum herkes "Elbette olumlu bir adım gibi görünüyor ama bekleyip, gelişmeleri görmekte fayda var" diyorlar.
Son dönemde azalan gerilim, bakanlarla ilgili kabul edilemez yaptırım kararlarının kaldırılması, Başkan Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la son birkaç gün içinde 2 kez telefonlaşmış olması ve önümüzdeki hafta Paris’te gerçekleşecek buluşma ABD’nin Türkiye ile yeniden yakınlaşma çabasında olduğunu gösteriyor. PKK elebaşlarının başına konan ödül bunun devamı niteliğinde bir jest olarak yorumlanabilir. Bu kararda Türkiye’nin ciddi bir diplomatik başarısı olduğu kesin.
Ancak karşımızda ABD gibi türlü ipte cambaz oynatan ve birçok karşıt unsuru birlikte ve kendi çıkarı için kullanan bir devlet aygıtı olduğunu unutmamak gerek.
Acaba bu kararla birlikte PKK’nın Suriye’deki kolu olan YPG konusunda da bir strateji değişikliği olacak mı? Sahadaki PKK unsurları ABD askerleri ile devriye gezmeye devam edecek mi? O unsurları ABD ne için tutuyor ve Başkan Erdoğan’ın art arda Fırat’ın doğusu ile ilgili yaptığı çağrıların bu adımla bir ilgisi var mı? Acaba Türkiye’yi yumuşatmak mı hedefleniyor?
Türkiye, bir NATO müttefiki olarak ABD ile ilişkileri önemsiyor ve gerilimin düşmesi için de son derece doğru adımlar attı ancak YPG kırmızı çizgi. Dolayısıyla Washington bir yumuşama bekliyorsa yanlış strateji yapıyor demektir.
Rewards for Justice (Adalet için Ödül) Programı ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 1984’te başlattığı ve şimdiye kadar 80’den fazla kişi için 125 milyon dolardan fazla ödediği bir program. Listeye bakarsanız birçok arananın El Kaide ya da Taliban bağlantılı olduğunu görürsünüz.
ABD, PKK’yı 1997’de terör örgütü olarak tanımıştı. 21 yıl hiçbir yöneticisi ile ilgili ödülle arama çıkarmayan aynı devletin şimdi bu kararı almasında elbette konjonktürün etkisi büyük.
Bir yandan Türkiye’ye yakınlaşma, diğer yandan YPG konusunda elini rahatlatma beklentisi ve aynı zamanda YPG’ye ve diğer tüm birlikte çalıştığı unsurlara "Her an seni terk edebilirim" mesajı… Bu üçü de mevcut gelişmede rol oynuyor olabilir. O nedenle 12 milyon dolarlık ödülü olumlu bulmakla birlikte yoğurdu üfleyerek yemekte fayda var diyorum…
***
Sıla’ya şiddette 2. perde
Sıla’nın uğradığı şiddeti cesurca ifşa etmesinin ardından yine o iğrenç çark devreye girdi. Konuştuğuna pişman etmek, yıldırmak, utandırmak ve adeta yediği dayağı haklı göstermek için mide bulandırıcı şeyler ortaya atılmaya başlandı.
Meğer bizim ülkemizde ne araştırmacı gazeteciler, ne iz sürmeyi seven meslektaşlar varmış da haberimiz yokmuş! Büyük bir iştahla "O gece neden kavga çıktı" sorusunun peşine düştüler…
Ortada çok ağır bir şekilde şiddet görmüş, yerlerde sürüklenmiş, kolları morartılmış bir kadın var ve hala "Neden kavga çıktı" diye soruluyor! Vay halimize sevgili dostlar!
Bu soru şiddeti meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir!
Böyle bir soru soramazsınız! Hele o sorunun cevabı olarak "Aldattığı ortaya çıktı", "Hem başka bir erkek hem de başka bir kadın varmış" gibi rezil ve ucuz dedikodular hiç yapamazsınız!
Sıla’nın kiminle ne ilişkisi olduğu, erkek arkadaşına sadık olup olmadığı bizi hiç ilgilendirmez. Gördüğü şiddetin gerekçesi ise zaten olamaz. Bu yapılanlar konuşanı susturmak, utandırmak, arkasından kimse gelmesin, erkek şiddeti ifşa edilmesin çabasından başka bir şey değil.
Sıla, Ahmet Kural’ın ardından şimdi de medya eliyle bir kez daha şiddet görüyor. Özel hayatı deşilmeye, adeta taşlanmaya çalışılıyor. Ben bu çirkinliği reddediyorum! Biz kadınları susturma çarkına prim vermeyelim. Konuşanın, cesaret edenin arkasında duralım. Hepimiz Sıla’yız! Hepimiz kadınız!
***
Avrupa’nın ortasındaki büyük tehlike
Önceki hafta İrlanda ve Kuzey İrlanda seyahatimden izlenimleri bu köşede okudunuz. 1998’de imzalanan "Hayırlı Cuma" barış anlaşmasının ardından silahlar susmuş olsa da toplumsal ayrışmanın hâlâ ne kadar keskin olduğunu duvar ve net çizgilerle ikiye bölünmüş iki toplum üzerinden anlatmaya gayret ettim.
Bugün Kuzey İrlanda yeni bir tehditle karşı karşıya... Yarılmış toplumun barış halini şimdi bir sınav daha bekliyor: Brexit. İngiltere’nin AB’den çıkması için geri sayım başladı. Belfast’ın sokaklarında dolaşırken en sık gördüğüm afiş "Brexit’e hayır"dı. İrlanda ile birliği savunan Milliyetçiler ve partileri Sinn Fein çok keskin bir şekilde ayrılmaya karşı. Bunun İrlanda’dan kopmak anlamına geleceğini, İngiltere’nin ayrımcı politikalarının hortlayacağını ve İrlanda ile İngiltere arasına duvar örüleceğini söylüyorlar. Kuzey İrlanda’da Protestan nüfusun temsilcisi konumundaki İngiltere yanlısı Demokratik Birlik Partisi, Brexit’i savunsa da referandumda burada halkın yüzde 56’sı "hayır" demişti.
GERİ SAYIM BAŞLADI
Biz kendi meselelerimizle öyle haşır neşiriz ki dünyada olan biten pek gündemimize giremiyor halbuki takvim ilerliyor. Şayet bir değişiklik olmazsa mart sonunda İngiltere’nin AB üyeliği sona erecek. Ancak 23 Haziran 2016’da yapılan referandumda sandıktan yüzde 52 "evet" çıkmış olsa da yaklaşan takvim "hayır" cephesini hareketlendirdi. Önceki hafta Londra’da yüzbinler "Brexit’i istemiyoruz" demek için sokaklara aktı. Rakamın 700 binlere ulaştığı söyleniyor.
Ama protestoların herhangi bir sonuç doğurmadığı ortada. İngiliz Hükümeti hazırlıkların tamamına yakınını tamamladı ve yeni bir referandum yapılmayacağını da ilan etti. Peki Kuzey İrlanda’nın durumu ne olacak? Sınır meselesi nasıl çözülecek? Bu ayrılma barış sürecini nasıl etkileyecek?
Bugün Kuzey İrlandalılar, İrlanda’ya elini kolunu sallayarak girebiliyor, her türlü eğitim ve sağlık hizmetinden yararlanabiliyor ve çalışabiliyorlar. Brexit’ten sonra durum nasıl olacak?
Parmaklıkların ardındaki barış."İNGİLTERE'NİN ELİNE DÜŞME" KORKUSU
Katolik İrlandalılar "İngiltere’nin eline düşme" paniği yaşıyorlar. 30 yıllık çatışma sürecini hatırlayanlar AB’nin koruma kalkanının kalkmasının yeniden ayrımcı politikalara dönüş ve çatışmayı getirebileceğini söylüyorlar.
İrlanda’ya birlikte gittiğimiz Işın Eliçin, Medyascope’taki yazısında önemli bir noktayı daha hatırlatmış. İngiltere AB üyesi olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni tanıyor ve Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'nu kendi yasası sayıyor. Brexit ile bu değişecek... Yerine kendi yasalarını çıkaracaklarını söyleseler de Katolik İrlandalılardakiİngiltere’ye güvensizlik hissi haksızlığa uğrama korkusunu artırıyor.
HÜKÜMET YOK
İrlanda’da geçirdiğim 4 gün boyunca, Brexit referandumundan beri Belfast’ta havanın değiştiğini, ibrenin şimdiden yine Katolik ya da Milliyetçiler aleyhine dönmeye başladığını duyduk. Örneğin polis teşkilatında Katolik-Protestan dengesi önceden gözetilirken son 2 yıldır yine sayı ve pozisyon olarak Birlik yanlısı Protestanlar ağırlık kazanmış.
Tablo böyle iken ortada Kuzey İrlanda’nın gücünü önemli oranda azaltacak bir unsur daha var. O da geçen ocak ayından beri bir hükümet kurulamamış olması. Brexit tarihi yaklaşıyor ve iktidar boşluğunun İngiltere tarafından doldurulabileceği endişesi artıyor.
Kısacası Kuzey İrlanda’da 30 yıl önce başardıkları ve toplumsal gerilime ve ayrışmaya rağmen bugüne kadar zarar görmeyen barış şimdi büyük tehdit altında. İngiltere’nin AB’den kopması Kuzey İrlanda’da yeniden şiddeti doğurur mu? Avrupa’nın ortasında gergin bir bekleyiş var… Bu da AB’nin her açıdan ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Maalesef globalleşme ve entegrasyonun geriye gittiği zamanlar yaşıyoruz. Ülkeler giderek içine kapanıyor, sınırlar, kotalar artıyor, liberalizm ve özgürlük kavramlarının yerine korumacılık ve güvenlik kavramları geçiyor. Bu dönüşümün olumsuz etkileri dalga dalga gelecek. Brexit ile Kuzey İrlanda üzerinden yaşanan bunun sadece bir örneği.