Baraj neden kalkmadı? Bu mesele burada bitti mi?
TAHA Akyol dün Hürriyet’teki köşesinde seçim barajının düşmemesini ele almış ve 16 Nisan öncesi Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun bana söylediği, “Yüzde 10 seçim barajı ya tamamen kalkacak ya da yüzde 1-2’ye inecek” sözünü ve Kübra’ya (Par) Prof. Dr. Mustafa Şentop’un verdiği mülakatta sarf ettiği “seçim barajının sıfırlanacağı ya da çok sembolik bir orana çekileceği” cümlesini hatırlatmış.
Evet, 16 Nisan referandumunda “Evet” çıkması halinde Seçim Kanunu’nda değişiklikler yapılacağı, bu değişikliklerin barajın çok aşağıya çekilmesi ya da tamamen kaldırılmasını içereceği sıklıkla iktidar cephesinde telaffuz ediliyordu. Beklenti de bu yöndeydi, ancak bugün hazırlanan pakete bakınca bunların içinde barajla ilgili bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Yüzde 10 yerli yerinde duruyor. Peki AK Parti bunu nasıl açıklıyor? Kendi iktidarları boyunca bu barajın korunmasını mı hedefliyor? Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop’a sordum.
2019 SONRASINDA KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK
Söylediğine göre AK Parti barajı düşürme de dahil olmak üzere seçim sistemiyle ilgili değişiklikleri 2019 sonrasında daha kapsamlı bir şekilde ele almayı hedefliyor. Sadece barajın düşmesi sistemi değiştirmez. Öte yandan ittifaklar zaten pratikte barajı düşürüyor. Baraj sorunu olan bir parti, başka bir parti ya da partilerle birlikte seçime giderse bu sorunu ortadan kalkıyor.
Ama barajın somut olarak aşağı çekildiği bir düzenlemenin ele alınması, daha köklü bir değişikliğin içinde öngörülüyor. Yepyeni bir sistem kuruluyor. Değişikliklerin zamana yayılarak, eksikler görülerek hayata geçmesi hedefleniyor. Anladığım kadarıyla önce yeni sistemin pratiği görülecek, sonrasında tadilat yapılmaya devam edilecek. Sayın Şentop’un söylediği önemli bir nokta vardı. Dedi ki: “İstikrar sadece hükümet sistemiyle sınırlı değil. Meclis’te de çoğunluğun sağlanamadığı bir senaryoda kanun teklifleri çıkamaz hale gelirse cumhurbaşkanının çalışması sıkıntıya düşer.”
NEDEN BEKLENİYOR?
16 Nisan öncesi bu değişikliklerin 2019 sonrasına yönelik olduğu söylenmiyordu. Bu fark nereden kaynaklanıyor? Ben birçok şeyin sahada görerek olgunlaştırıldığını düşünüyorum. Bu kadar köklü değişiklikler sonuçları tam olarak anlaşılmadan hayata geçerse sistemi kilitleyebilir diye düşünülüyor. Çok bölünmüş bir Meclis’in çalışmasının aksayacağı endişesi var. Değişikliklerin sonuçları yavaş yavaş anlaşılarak geçişin adım adım yapılması isteniyor.
*********
PAKETİN PÜF NOKTALARI
1 İttifak yapan partiler seçim kâğıtlarının üzerinde belirtilecekler. Normalde tek başlarına seçime giren partilerin altında mühür nereye basılırsa basılsın o partiye ayrılan bölümde ise kabul görüyor. Yeter ki başka bir partinin alanında olmasın. Seçmen istediği kadar aynı parti alanı içinde mühür basabilir. Peki ya ittifak partileri için nasıl olacak? Diyelim ki seçmen mührü ittifak eden iki partiye birden bastı? Kime sayılacak ya da sayılacak mı bu oylar?
Evet, sayılacak ancak şöyle hesaplanacak: Sonuçlarda hangi parti ne kadar oy oranına sahipse bu çift basılmış oylar da o orana göre dağıtılacak.
2 Aynı yerde ikamet eden seçmenlerin sandıklarının farklılaşabilmesinin yolu açılıyor. Yani aynı apartmanda oturanlar farklı sandıklarda oy verebilecek ya da köylerde karma sandıklar kurulabilecek. Bu değişiklik neden yapılıyor?
Öncelikle şunu hatırlatayım: Böyle bir uygulama başvuru üzerine ve ancak il ya da ilçe seçim kurulu gerek görürse yapılacak. Bu düzenleme başta Güneydoğu olmak üzere örgüt ya da mahalle baskısının önüne geçmek için düşünülmüş.
3 Kolluk kuvveti çağırma yetkisi sadece sandık kurulu başkanı değil seçmene de veriliyor. Bu da seçimin jandarma ya da polis gözetiminde olabileceği eleştirilerini getiriyor. Neden yapıldı bu düzenleme ve ayrıntısı ne?
Burada yine Güneydoğu’da PKK’nın baskısı göz önüne alınarak böyle bir düzenlemeye gidilmiş. Sandık kurulu başkanları baskıdan çekinip yardım çağıramayabiliyorlar.
Bu düzenlemeyle vatandaş risk gördüğü zaman kolluk kuvvetine haber verebilecek. Ancak orada da şart, çağırmanın şahsen yapılması. Telefon ya da mesajla değil, karakola giderek ya da gördüğü görevliye yüz yüze söyleyerek sandığa getirebiliyor.
***********
Neden mutsuzuz?
SON zamanlarda kime rastlasam canı sıkkın. Hayattan şikâyet ediyor, enerjisiz olduğunu söylüyor, bunalıyor. Tamam, Türkiye zor bir süreçten geçiyor. Dünya da öyle. Yanıbaşımızda bir savaş var. Askerlerimiz her gün operasyonda çatışıyor, kayıplar oluyor, toplum gergin...
Ama acaba genele yaygın “mutsuzluk”u bunlarla açıklayabilir miyiz? Yoksa çok daha evrensel, çok daha insanlığın bugünkü durağına dair bir şeyler var mı bu sıkkınlığın sebepleri arasında?
Perşembe günü Die Welt Gazetesi’nde Almanya’da yapılan bir araştırma üzerine kaleme alınmış bir makale okudum. Richard Diesing’in yazdığına göre Dünya Sağlık Örgütü 2020’de en sık rastlanan ikinci ölüm sebebinin depresyon ve psikolojik bozukluk olacağını öngörüyor. 2005-2016 arasında Almanya’da 18-25 yaş arası gençlerdeki psikolojik rahatsızlık oranı yüzde 38 artmış. Depresyon söz konusu olduğunda ise bu artış yüzde 76!
3 TEMEL SEBEP
Bu yıl yine Almanya’da yayınlanan bir rapora göre ise her 4 üniversite öğrencisinden birinde psikolojik sorunlar var. Kızlardaki oran, erkeklerden çok daha yüksek. 18 yaşında kızların yüzde 2.14’ünde, erkeklerin ise yüzde 0.93’ünde depresyon tespit edilmiş.
Türkiye’ye geldiğimizde de durum benzer. Son 5 yılda ülkemizde antidepresan kullanımı yüzde 70 artmış. Ruh sağlığı hastanelerinin doluluk oranı yüzde 100! Her 20 kişiden biri antidepresan kullanıyor ve kadınlardaki oran, erkeklerin iki katı.
Yapılan araştırmalar bu artışın arkasında temel olarak 3 sebep gösteriyorlar: 1) Devamlı ulaşılabilir olma durumu, 2) Fiziksel aktivite azlığı, 3) İş hayatındaki belirsizlik. Ben buna her şeye ulaşabilme ama neye ulaşmak istediğini bilmemeyi de ekliyorum. İnsanlığın geldiği nokta hayatlarımızı birçok açıdan kolaylaştırdı ve hızlandırdı, ancak kazandığımız zamanla ne yapacağımızı, nasıl anlamlı ve hedef odaklı bir hayat yaşayacağımızı söylemeden, hatta bu konuda bildiklerimizi de bize unutturarak yaptı bunu. Şimdi işte bu sancının sonuçlarını yaşıyoruz. Konforlu bir trende yolculuk ediyoruz, ama nereye gittiğimizi bilmemenin yarattığı sancı, yolculuğu dayanılmaz kılıyor...