Çuvaldızı biraz da kendimize batıralım
LOZAN Antlaşması’nın güncellenip güncellenemeyeceği tartışması Yunanistan’ın ihlalleri meselesinden çıkmış olsa da bizim de bu konuda bir muhasebe yapmamızın yolunu açtı. Cumhuriyet tarihi boyunca gayrimüslümlere Lozan’daki hükümler uygulanmadı. Uygulanmadığı gibi 34 Trakya olayları, 42 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, “Vatandaş Türkçe Konuş” dayatması, 63’teki Rumları Türkiye’den atmayı hedefleyen kararname gibi ırkçı politikalarla gayrimüslümlere zulüm edildi, hatta bu topraklardan adeta kovuldular.
Halbuki Lozan’ın 37-45. maddelerinde azınlık hakları anlatılır. Bunların içinde özgürce ibadet etmek, okulda, mahkemede, ticarette, basında dilini kullanabilmek, kendi okullarını açabilmek ve diğer okullarda kendi anadilinde eğitim görebilmek vardır. Yani esasen Lozan, azınlıklara pozitif ayrımcılık yapmayı hükmeder. Ama bırakın pozitif ayrımcılığı Kemalist rejim uzun yıllar boyunca çok açık bir şekilde gayrimüslümlere negatif ayrımcılık yaptı.
GEÇMİŞ BÜTÜN HÜKÜMETLER LOZAN’I İHLAL ETTİ
Bugün Mısır’da bile nüfusun yüzde 10’u Hıristiyan’ken Türkiye’de topu topu 1500 Rum’un kalmış olması büyük bir utanç değil midir? Yıllarca ibadet yerlerinin kapalı tutulması apaçık bir şekilde Lozan’ın ihlal edildiğine işaret etmez mi?
Bu ayıpların bir kısmı AK Parti döneminde giderildi. Sümela Manastırı, Akdamar Kilisesi gibi birçok ibadethane yıllar sonra ibadete açıldı. 1974’ten sonra Hazine’ye devredilen azınlık vakıflarının gayrimenkullerinin 2011 yılında çıkarılan bir kanun hükmünde kararname ile iade yolu açıldı. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca Ermeni, Rum, Süryani mülklerinin gaspı bir devlet politikası iken Tayyip Erdoğan, başbakanlığı döneminde bu politikayı ilk kez yıkan lider oldu.
AHMET NECDET SEZER VETO ETMİŞTİ
Hatta bu yöndeki adımlar daha önce atılacaktı, ancak 2008’de azınlık vakıfları hakkındaki adaletsizlikleri giderecek bazı değişiklikler içeren yeni vakıflar yasasını dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, “ulusal çıkarlara aykırı” olduğu gerekçesiyle veto etti.
Öte yandan AK Parti bu alanda geçmiş bütün hükümetlerden farklı bir politika izleyerek önemli adımlar atmış olsa da bazı konularda hâlâ sorunlar giderilmiş değil. Mesela İstanbul’da vakıf mallarıyla ilgili iadelerin bir kısmı gerçekleşti, ancak Anadolu’da gasp edilen binlerce yer var ve bu sorun büyük oranda çözülebilmiş değil. Heybeliada Ruhban Okulu halen kapalı. Yunanistan’daki gibi büyük bir dayatmayla din adamı atanmıyor ama memlekette Rum kalmadığı ve Sen Sinod Meclisi’ne seçilmenin şartı TC vatandaşı olmak olduğu için sorun çıkıyor, zira Heybeliada kapalı, burada din adamı yetişmiyor...
Yunanistan’ın Lozan’ı apaçık deldiği ve Kemalist rejimin yıllarca Türkiye’de gayrimüslümlere yaptığının bir benzerini bugün hâlâ Yunanistan’ın oradaki Türklere yaptığı ortada. Bunu hatırlatmak ve Batı Trakya’daki Türklerin çiğnenen haklarına karşı sesimizi yükseltmek şart. Ancak bu kendi içimizde atmamız gereken özgürlükçü adımlara engel olmamalı...
*************
KÜRT SORUNUNUN TEMELİ LOZAN’IN İHLALİNDE YATIYOR
LOZAN’ın 39/4. maddesinde “Herhangi bir Türk uyruğun gerek özel, gerek ticari ilişkilerinde basın veya her çeşit yayın konularında açık toplantılarda dilediği dili kullanmasına hiçbir kısıtlama konulmayacaktır” denilir. Dolayısıyla Lozan’a göre her TC vatandaşı ister Lazca, ister Kürtçe hangi dilde olursa olsun yayın yapabilir. Yine 39. maddenin 5. bendine göre, “Türkçe’den başka dil konuşan Türk vatandaşlarına mahkemelerde sözlü olarak savunma sırasında gerekli kolaylıklar sağlanacaktır”.
Peki AK Parti hükümetlerine kadar bu hükümler uygulanabilmiş midir? Anadilde yayın ve savunma hakkı sağlanmış mıdır? Tabii ki hayır. Halbuki tek partili dönemden başlamak üzere önceki tüm hükümetler açıkça Lozan’ı çiğnemeseler bugün Kürt meselesinin temelini oluşturan sorunlar belki de ortaya hiç çıkmayacaktı.
*************
AZINLIK KİM?
LOZAN’a göre sadece gayrimüslim vatandaşlar azınlık olarak kabul edilmiştir. Ancak Türkiye’de yaşayan ve Türkçe’den başka dil konuşan tüm gruplara haklar tanınmıştır. Aradaki fark, madde 44’te gayrimüslimlere tanınan hakların uluslararası güvence altına alınmış olmasıdır. Diğer gruplar için böyle bir düzenleme yok. Öte yandan uygulamaya baktığımızda bu güvencenin pratikte bir karşılığı da yok.
*************
HAKAN ATİLLA’NIN AİLESİ MESELESİ
CÜNEYT Özdemir, Hakan Atilla davasını mahkemede takip eden gazeteciler arasında. Youtube üzerinden de her gün yaşananları aktarıyor. Önceki gün mahkemeyi izleyenlerin Atilla’nın eşi ve çocuğunun niye duruşmada olmadığını merak ettiklerini söyledi.
Duruşmalar başlamadan önce bununla ilgili yazmıştım, tekrar hatırlatayım: Hakan Atilla’nın eşi de Atilla gibi Halkbank çalışanı. Atilla ABD’de tutuklandığından beri gidip görmek istiyor ancak banka onun Amerika’ya girişini de riskli bulduğu için izin vermiyor. 21 yaşındaki oğlu, babası tutuklandıktan sonra onu bir kez görmeye gitmiş. Ancak dava başladıktan sonra aileden yeni bir seyahat talebi gelmemiş.
*************
ATİLLA’NIN SAVUNMASINI KİM KARŞILIYOR?
HAKAN Atilla’nın avukatları strateji olarak eski genel müdür Süleyman Aslan’ı ve bankayı suçlayıp Atilla’nın dürüst bir çalışan olduğu tezini işliyorlar. Zarrab da sorgusunda buna uygun ifadelerde bulundu. Peki eski genel müdürleri ve Halkbank’ı da hedef alan savunmanın masrafını kim karşılıyor?
Öğrendiğime göre kendi çalışanları olduğu ve görevli gittiği için Halkbank karşılıyor. Son günlerde etrafımda “Şayet bu avukatların parasını banka veriyorsa paranla rezil olmak budur” laflarını duyuyorum ancak bir şeyi hatırlatmak lazım: ABD’deki hukuk sisteminde davanın ne üzerine kurulacağı duruşmalar başladıktan sonra şekilleniyor ve strateji de ona göre belirleniyor. Atilla’nın avukatları müvekkillerini tahliye ettirmek dışında başka bir şeyi gözetmiyorlar. Halkbank’ın bundan rahatsız olduğunu düşünüyorum ama bildiğim kadarıyla ödemeyi yapsa bile strateji belirleme şansı yok.