Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

BUNDAN iki-üç sene önce ortaya atılan bir balon, Suudiler'in Hazreti Muhammed'in kabrini restorasyon bahanesi ile elden geçirecekleri iddiasının gündeme gelmesi üzerine son günlerde yeniden havalandı...

Suudi Arabistan'ın ilk kralı olan İbn Suud'un 1930'lu senelerde Peygamber'in kabrini yıkmaya hazırlandığını işiten Atatürk, güya, Kral'a hemen bir mektup yahut telgraf göndermiş; "Böyle bir işe kalkışırsan ordumu tepene gönderirim haaa!" demiş ve korkudan titreyip kendine gelen İbni Suud "Tövbeeee! Ben öyle iş yapar mıyım, hâşâââ! Aman paşam affet beni" yakarmaları ile Hazreti Muhammed'in kabrinin bulunduğu Hücre-i Saadet'i tahripten vazgeçmişti!

HARRY POTTER GİBİ...

Bu tuhaf iddiayı ortaya atan bir iktisat profesörünün söyledikleri şöyle: Münir Bey adında bir dışişleri memuru, güya 12 Eylül zamanında bu profesöre Atatürk'ün gönderdiği mektubun orijinal metnini gizlice göstermiş fakat kopye etmesine yahut fotoğrafının çekilmesine müsaade etmemiş. Ama devlet bu metnin değil yayınlanmasının, öğrenilmesinin bile zararlı olacağını düşünmüş ve belge hemen ortadan kaldırılmış...

Mübarek sanki bundan 30 sene önce Ankara'da, Dışişleri Bakanlığı'nda yaşanmış bir hadiseden değil, Harry Potter filmlerinden birinde yeralan büyücüler savaşından bahsediyor... Üzerinde kâinatın sırrının ve ölümsüzlük iksirinin yazılı olduğu bir kâğıt birdenbire görünüveriyor ama kötü ruhlu afsuncular kâğıdı hemen ortadan kaldırıyorlar ve başkaları da hâlâ aramaya devam ediyor!

İşte, "yerseniz" misâli, inanırsanız...

Arabistan yarımadasında 1920'lerin ortalarında iktidara gelir gelmez Yavuz Selim'e ait olan "Hâdimu'l-Haremeyn-i Şerîfeyn", yani "Mekke ile Medine'nin hizmetkârı" unvanını takınan İbn Suud'un Hazreti Muhammed'in türbesini yıkmayı hatırına getirmesinin bile mümkün olamayacağını bir tarafa bırakalım...

Bu konu hakkında arşivlerden birşeyler çıkması yahut birşeylerin gizlenmesi zaten imkânsızdır, zira Türk birliklerinin tâââ Mekke'ye kadar nasıl gidecekleri, o zamanlar İngiliz idaresi altında olan Irak ile Fransızlar'ın işgal altında tuttukları Suriye'den nasıl geçecekleri düşünülmeden ve o dönem Türkiyesi'nde din ile ilgili uygulamalar bile hatıra getirilmeden ortaya atılan bu tuhaf hatıra desteksiz, kupkuru bir palavradan ibarettir.

"MEDENÎ BİLGİLER"E BAKIN!

Mustafa Kemal'in 1930'larda bazı dinî meseleler üzerinde şahsî görüşlerini elyazısı ile kâğıda döktüğü ve Âfet İnan'ın bu metinlerin tıpkıbasımlarını yayınladığı "Medenî Bilgiler" isimli kitabı bulup gözden geçirdiğiniz takdirde, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayabilirsiniz!

Bu telgraf yahut mektup safsatası son günlerde alıp başını gittiğine göre iş öncelikle

"Müddeî, iddiasını ispatla mükelleftir", yani "İddiayı ispat görevi, iddiayı ortaya atana aittir" kuralı gereğince o iktisat profesörüne, yani Dışişleri Bakanlığı'nda metni gördüğünü söyleyen kişiye düşer. Ama o zât iddiayı ortaya attığından buyana hep aynı şeyleri tekrarlamakla meşgul olduğu için bu keramet dolu sihirli mektup hayâli hakkında konuşmak, artık İlter Bey'in görevi olmaktadır: 12 Eylül zamanının Dışişleri Bakanı, Büyükelçi İlter Türkmen'in...

İlter Beyefendi lütfedip konuşsunlar ve Suudi Kralı İbni Suud'u korkudan cehennem mağaralarının dibine kadar kaçırtan bu telgraf yahut mektup meselesi hakkına bir bilgileri olup olmadığını izah buyursunlar...

Bunu yapmadıkları takdirde, birilerinin sayesinde efsanelerle ve hayâlî iddialarla zaten doldurulmuş olan son dönem tarihimize, yepyeni ama daha da pespaye bir palavra ilâve edilmiş demektir!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar