Dedesinin sarayı
BU yazıyı yazmak benim için aslında oldukça zor, zira sözünü edeceğim hadisenin kahramanları senelerden buyana tanıdığım, sevdiğim ve sık olmasa da görüştüğüm insanlar...
Gazetelerde okumuşsunuzdur: Sultan Abdülhamid'in dördüncü göbekten torunu yani torununun torunu olan Orhan Osmanoğlu'nun kızı Nilhan bazı milletvekillerine e-mail göndermiş, önümüzdeki Eylül ayındaki düğününü "dedelerinin sarayı" olan Dolmabahçe'de yapmak istediğini yazmış, "Beyefendi"nin bu talebinden haberdar edilmesini rica etmiş ve "Bu sadece düğün değil, bizim için iade-i itibar olacaktır" demiş...
Gazetelerimiz mesajda bahsedilen "Beyefendi"nin Başbakan Tayyip Erdoğan olduğunu yazdılar ama saraylar Başbakan'a değil Meclis'e ait olduğu için muhatabın Meclis Başkanı Cemil Çiçek olması gerekiyor.
Nilhan Osmanoğlu'nun e-mailinin üzerinde durulması gereken iki husus var: Dolmabahçe'nin "dedesinin sarayı" olup olmadığı ve "iade-i itibar" meselesi...
"TÂCIN MALI"
Sırasıyla izah edeyim:
Osmanlı imparatorluğunda padişahın ve hanedanın diğer mensuplarının yaşadıkları saraylar, köşkler ve kasırlar hiçbir zaman "şahsî mülk" değildi, devlete aitti! Dolmabahçe de, Yıldız da, daha önceleri kullanılan Topkapı ile diğer saraylar da "tâcın malları"nı devlet adına idare etmek için kurulmuş olan ve başında bir "nâzır"ın bulunduğu "Hazine-i Hassâ"nın, yani devletin mülküydü. Sadece saraylar değil, içlerindeki hazine ile eşyalar da "tâcın" malı idi ve padişahların bunları sadece kullanma hakları vardı. Saraylar ve hanedanın diğer mensuplarının oturdukları köşkler ve konaklar aslında "tahsisli birer lojman" idiler. Şahsın değil "tâcın" malı oldukları için vârislere miras olarak geçemez, bir padişahın vefatının ardından ailesi ve haremi saraydan apar-topar çıkartılarak konaklara, hattâ sıradan evlere yerleştirilir; saray yeni padişaha tahsis edilirdi.
Dolmabahçe, dolayısı ile Nilhan Osmanoğlu'nun "dedesinin" değil, "milletin" sarayıdır. Sultan Abdülhamid'in soyundan gelenlerin dedelerinin yaşadığı bir saray düşündükleri takdirde hatırlarına gelmesi gereken mekân, Yıldız'dır; Abdülhamid 33 yıllık iktidarının neredeyse 32 senesini Yıldız'da geçirmiştir!
Yürürlükteki uygulama sarayların düğünler ve davetler için parasını ödeyerek kiralanabilmesine imkân veriyor ise, Nilhan Osmanoğlu'nun düğününün Dolmabahçe'de yapılmasının önünde tabii ki bir engel yoktur. Ama "Buyur, düğününü dedenin sarayında yap" şeklindeki bir iş ne Osmanoğulları'na yakışır, ne de Cumhuriyet'e!
CENAZELERİ HATIRLAYIN!
Ve, iade-i itibar meselesi...
Osmanoğlu ailesinin Cumhuriyet döneminde itibarından edilip edilmediği meselesi tartışma konusudur, benim kanaatim ise böyle birşeyin olmadığı yolundadır. Zira bir aileyi şartlar gereği sürgüne göndermek ile kanun çıkartarak itibarından etmek arasında çok fark vardır ve Osmanoğulları için "itibarsızlaştırmak" sözkonusu olmamıştır.
Üstelik, itibarın iadesinin yolu sarayları bazı aile mensuplarının düğünlerine tahsis etmekten değil, o aileden hayata veda edenlerin hatıralarına gösterilen saygıdan geçer. Ama iade-i itibar gerektiğini düşünüp illâ da bir örnek aranıyorsa, rahmetli Şehzade Osman Ertuğrul Efendi'nin 2009 Eylül'ünde, Neslişah Sultan'ın bu senenin Nisan'ında yapılan ve devlet törenini andıran cenaze merasimlerini unutmamak lâzımdır!
Çocukluğundan itibaren tanıdığım, hattâ babası "Küçük Orhan Efendi"nin 1985'te Üsküdar'da saray falan olmayan bir mekânda yapılan nikâhına büyük âlim rahmetli Prof. Osman Turan'ın birkaç sene önce vefat eden hanımı Satıa Hanımsultan ile beraber gittiğim ve şimdi milletvekillerine gönderdiği e-mailinde "sultan olma şerefine nâil bulunduğunu" söyleyen Nilhan'a müsaadesi ile hatırlatmak istiyorum:
Vaktiyle o unvânı vakar ile taşıyan ve artık hayatta olmayan Dürrüşehvar, Mukbile, Neslişah, Hanzade ve Neclâ sultanlar ile Hümeyra Hanımsultan gibi hanedan mensubu hanımlar böyle taleplerde bulunmayı düşünmeleri bir yana, ortada görünmekten bile her zaman kaçınmışlardı!