Enver Paşa'nın hazin macerası 90 sene önce bir Ağustos sabahı Rus mitralyözü ile noktalanmıştı
1922'nin 4 Ağustos sabahı, Pamir Dağları'nın eteklerinde ateş kusan bir Rus mitralyözü, Türkiye'nin seneler boyu en güçlü adamı olan bir askeri, Enver Paşa'yı yere sermişti. Paşa'yı seversiniz veya sevmezsiniz, size kalmıştır ama tarihimizdeki yerini hiçbir şekilde gözardı etmemeniz gerekir. Bu yazıyı Enver Paşa'nın Türkiye'nin kaderindeki önemli rolünü bilmemiz ve ölüm yıldönümünü hatırlamamız için yazdım.
TAM 90 sene önce, bugün, sabahın erken bir vaktinde ve belki de siz tam bu yazıyı okuduğunuz anda Orta Asya'da, Pamir Dağları'nın eteklerindeki Çegan Tepesi'nde bir Rus mitralyözü etrafa ateş kustu ve namluya doğru yalınkılıç dörtnala ilerlemekte olan süvari kanlar içerisinde yere yığıldı.
Henüz, 41 yaşındaydı...
Dolu dolu yaşadığı ömrünün bu son macerası günler sonra ölüm tutanağı haline getirilecek, sararmış bir kâğıda "Şehîd-i muhterem Enver Paşa Hazretleri pek mukaddes ve yüksek bir maksad peşinde Buhara'da Belcivan Vilâyeti'nin Çegan isimli mahallinde Kurban Bayramı'nın ikinci günü olan 4 Ağustos 1922'de, öğle vaktine yakın bir zamanda, temiz kanını toprağa akıta akıta, kahraman ve mert bir şekilde şehâdet rütbesine nâil olmuştur" diye yazılıp mühürlenecekti.
Bugün, Enver Paşa'nın asıl adı Hagop Melkumyan, isminin Rusçalaştırılmış şekli de Yakov Arkadiyeviç Melkumov olan aslen Ermeni bir Kızılordu subayının emrindeki müfreze tarafından şehid edilmesinin tam 90. yıldönümü...
Son dönem tarihimizin en önemli isimlerinden olan Enver Paşa hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı ve Paşa, özellikle de son senelerde geçmiş yıllara göre daha da popüler hâle geldi. Hakkında artık ardarda kitaplar çıkıyor, hayranları da hatırasına internette siteler açıyorlar.
Ama, Enver Paşa'yı gündemde tutanlar sadece hayranları değil... Sarıkamış bozgununu hareket noktası alanlar da Paşa'nın aleyhinde ağızlarına ne gelirse söylüyorlar ve şark dünyasının geleneksel "ya ifrat, ya tefrit" kuralı, eskisi gibi aynen devam edip gidiyor.
Tarihî konularda ihtimaller üzerinde durmak, bunlara dayanarak yorum yapmak âdetim değildir ve bu şekilde düşüncelere hep karşı çıkarım ama prensibimi bugün burada ilk defa bozacağım. Bozmamın sebebi, Paşa'nın ölüm yıldönümü münasebeti ile hayranlarının birkaç günden buyana gönderdikleri e-maillerde "Başarabilse idi ne olurdu?" diye sormaları...
Cevabı tek bir cümle ile vereyim: Resmî dairelerin duvarlarında onun resimlerini, meydanlarda da yine onun heykellerini görürdük ve "Envercilik" yahut "Enverizm" kavramları günlük hayatımızın ayrılmaz parçası haline gelirdi!
Enver Paşa gerçi dürüsttü, vatanperverdi ama maalesef bir o kadar da atak ve hayalperestti; ancak mutlaka bir yorum yapacak olduğumuzda, bu hayalperestliğin bize bir imparatorluğa mâlolduğu neticesine varmamamız gerekir. Zira, İngiliz ve Alman arşivlerinde yeni bulunan belgeler Paşa'nın son âna kadar savaştan uzak kalmaya çalıştığını, taraf tutmak zorunda kaldığı takdirde Almanya'nın değil İngiltere ile Fransa'nın yanında olmayı istediğini ama bütün girişimlerinin neticesiz kaldığını, zira Osmanlı'nın paylaşılması meselesinin müttefiklerin hedeflerinin arasında bulunduğunu gösteriyor.
Tarihimizde özel arşivi dağılmadan kalabilmiş az sayıdaki devlet adamından biri olan Enver Paşa'nın torunları, dedelerinin titizlikle muhafaza ettikleri evrakını geniş bir biyografi yazabilmem için birkaç sene önce istifademe açtılar. Bugün bu sayfalarda gördüğünüz belgeler ve fotoğraflar, Paşa'nın şimdi bende bulunan binlerce sayfalık işte bu arşivinden alınmadır.
Enver Paşa'yı seversiniz veya sevmezsiniz, size kalmıştır ama tarihimizdeki çok önemli yerini hiçbir şekilde gözardı edemezsiniz; zira onun iktidar yılları imparatorluk tarihimizin ve kaderimizin bir dönüm noktasıdır.
Paşa'nın ölüm yıldönümünü işte bu sebeple, yani onun tarihimizdeki yerini önemsememiz ve unutmamamız gerektiği için hatırlatmak istedim...
Öldüğünde sadece 41 yaşındaydı!
TÜRK tarihinde, hayatı Enver Paşa kadar maceralarla dolu geçmiş kişilerin sayısı pek fazla değildir...
1881'de İstanbul'da, Divanyolu'nda doğan İsmail Enver, Harbokulu'nu bitirdikten sonra Manastır'a tayin edildi; Rum, Arnavut ve Bulgar çetelerle çarpıştı. Terakki ve İttihad Cemiyeti'ne katıldı, devrin hükümdarı İkinci Abdülhamid'i Meşrutiyet'in yeniden ilânına zorlamak için 1908'in 24 Haziran gecesi tek başına dağa çıktı.
Tam bir ay sonra, 24 Temmuz günü İkinci Meşrutiyet'in ilânı üzerine "Hürriyet Kahramanı" diye tanındı, Selânik'te ve İstanbul'da sevgi gösterileri ile karşılandı, 1909'da Berlin'e askerî ataşe olarak gitti, buradan Trablus'a geçip Libya'yı işgal eden İtalyanlar'la çarpıştı. Balkan Savaşı'nın patlaması üzerine İstanbul'a döndü. 23 Ocak 1913'te arkadaşlarıyla beraber Babıali'yi basarak hükümeti devirdi, sadrazamlığı Mahmud Şevket Paşa'ya verdirdi ve Mahmud Şevket Paşa'nın 12 Haziran 1913'te öldürülmesi üzerine yönetime elkoyan İttihad ve Terakki'nin askerî kanadının liderliğine geldi. 3 Ocak 1914'te "Paşa" ve "Harbiye Nazırı", daha sonra da "Başkumandan Vekili" yapılınca gücün zirvesine ulaştı. Aynı senenin 5 Mart'ında Sultan Abdülmecid'in torunlarından Naciye Sultan ile evlenerek saraya damad oldu. Artık devletin en güçlü adamıydı ve Almanya'da Türkiye'den "Enverland", yani "Enveristan" diye bahsediliyordu.
Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmemizden sonra, 1918'in 1 Kasım gecesi önde gelen İttihadçılar ile beraber Türkiye'den ayrıldı...
Hayatı, artık daha da macera doluydu... Kafkasya'dan Berlin'e, oradan da Rusya'ya geçti, Sovyetler'den beklediği desteği göremeyince Buhara'ya gitti ve Ruslar'a karşı Asya'nın Müslüman halkını teşkilâtlandırmaya çalıştı. 4 Ağustos 1922 sabahı Pamir Dağları'nın eteklerindeki Çegan Tepesi'nde bir Rus birliğinin saldırısına uğradı, ön safta çarpışırken mitralyöz kurşunlarıyla can verdi ve bugün Tacikistan'ın sınırları içerisinde bulunan Âbıderyâ Köyü'ne defnedildi.
Paşa'nın kemikleri şehid düşmesinin 74. yıldönümünde Türkiye'ye getirildi, 15 Ağustos 1996'da yapılan devlet töreniyle İstanbul'daki Hüriyyet-i Ebediyye Tepesi'ndeki anıtmezara, diğer İttihadçı kader arkadaşlarının yanına defnedildi.
Paşa'nın aşk edebiyatına geçmeye lâyık son mektubu
ENVER Paşa'nın Orta Asya'da silâhlı bir mücadele içerisinde iken Berlin'de bulunan eşi Naciye Sultan'a yazdığı ve bizzat diktiği deri bir mahfaza içerisindeki bir yabanî çiçekle beraber gönderdiği son mektubu, şehid edilmesinden tam 10 gün öncesinin, yani 25 Temmuz'un tarihini taşıyordu ve "Karaağaca çakımla ismini yazdım" şeklindeki son cümlesiyle de dünya aşk edebiyatına geçmeye lâyıktı.
Paşa, atının eğerinin alt kısmından bir parça kesmiş, bunu mahfaza haline getirmiş ve çiçeği bu mahfazaya koyarak göndermişti.
Enver Paşa'nın bizzat diktiği mahfaza ile içerisindeki tam 90 senelik çiçek şimdi torunu Osman Mayatepek'in evindeki şık bir vitrinde duruyor; daha önce yolladığı bir başka yabanî çiçeği de diğer torunu Arzu Enver Erogan muhafaza ediyor.
Paşa'nın 1922'nin 25 Temmuz'unda Satılmış kışlağında kaleme aldığı son mektubunun hanımına hitaben yazdığı ve çok özel olan iki cümlesi dışındaki tam metni şöyle:
"Naciyeciğim! Sevgili sultanım cici efendiciğim!
Bugün pek sıkıntılı bir hava, tuhaf bir sis, güneş görünmüyor. Düşmandan bir hareket yok. Fakat henüz sabahtır. Hastalarımı geri gönderdim ve Afgan Emîri'nin askerin ve muavenetinin (yardımının) çekilmesinin iyi olmadığını ve Bolşevikler'e emniyet câiz olamayacağını bildirdim. Ve hiç olmazsa eczâ-yı tıbbiye (ilâçların) vesâir malzemesinin iâdesini istedim. Bakalım ne olacak. Bir de Hacı Sami ve diğer arkadaşların bu tarafa geçmesine müsaade olunmasını talep ettim.
İşte efendiciğim, hemen şu satırları yazarak mektubumu kapatıyorum. ..... hergün sana topladığım buranın yabanî çiçeklerinden maâdâ (dışında) kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan kopardığım ufak bir dalı leffediyorum (ilâve ediyorum). Seni öper sever, kucaklar, bu mevcudiyet-i maddiyemle (maddî varlığımla), aşk ve iştiyâkımla sarılarak ....., Hüdâ'nın birliğine yavrularımla beraber emanet ederim rûhum efendiciğim. Karaağaca çakımla ismini yazdım.
Enver'in"