Osmanlı'nın "son fethi"nin 100. yıldönümü Bakü'de büyük törenlerle kutlandı
Cumartesi sabahı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyetle Bakü’ye gittim, Bakü’nün Nuri Paşa’nın kumandasındaki Kafkas İslâm Ordusu tarafından fethedilmesinin 100. yıldönümü münasebeti ile düzenlenen törenlere katıldıktan sonra akşam Türkiye’ye döndüm.
“Bakü’nün fethi” altı asırlık Osmanlı Devleti’nin tarihindeki son fetihtir ve bu yüzden daha da bir önem taşır…
Şimdi, bu fethin öncesinde yaşananları kısaca anlatayım:
Rusya’da 1917’de Çar İkinci Nikola’yı deviren Bolşevik ihtilâlinin ardından Rus ordusu savaşmayı bırakmış, yüzbinlerce asker silâhlarını atarak memleketlerine dönmüştü.
İhtilâle karşı başlayan iç isyanları bastırmakla meşgul olan Bolşevikler savaştan çekilmek ve barış yapmak istemek zorunda kaldılar.
Uzun ve yorucu görüşmelerin ardından 3 Mart 1918’de Almanya ile müttefikleri olan Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Türkiye ile Rusya arasında şimdi Belarus’a ait olan Brest şehrinde yapılan ve “Brest-Litovsk” olarak bilinen anlaşmanın imzalanması ile Rusya savaştan çekildi. Moskova barış için toprak vermek zorunda kaldı, anlaşmadan müttefikleri ile beraber Türkiye de kârlı çıktı ve 93 Harbi’nde, yani 1877-78 Rus Savaşı’nda Ruslar’a terketmek zorunda kaldığı “Elviye-i Selâse” denen Kars, Ardahan ve Batum’u geri aldı.
KAFKAS İSLÂM ORDUSU
Ama diğer cephelerden ardarda bozgun haberleri geliyordu ve o sırada bir başka harekâta giriştik, ordumuz Kafkasya’da ilerlemeye başladı!
Brest-Litovsk Anlaşması’nın imzalanmasından önce Kafkasya ile Azerbaycan’ın bir bölümüne hâkim olmayı hayâl eden İttihadçılar ile Enver Paşa, hayalleri hakikat olamayınca askerî çözümden istifade etme yolunu seçtiler ve bu teşebbüs Türkiye ile müttefiki Almanya arasında yer yer silâhlı çatışmalara kadar gidecek büyük bir anlaşmazlığa sebep oldu!
Zira, Alman ordusunun petrol ihtiyacını karşılayan Romanya’daki rafinerilerden artık hayır yoktu, çoğu tahrip edilmişti; Irak tarafları ve Musul artık İngilizler’in elinde idi ve Almanya’nın hem ordusunu, hem de sanayiini ayakta tutabilmesi için bir başka bölgedeki petrole ihtiyacı vardı: Bakü petrollerine!
Sadece Almanlar değil, Enver Paşa da aynı ihtiyacın farkında idi; Kars, Ardahan ve Batum’un geri alınmasının ardından Kafkasya’ya ve daha da önemlisi Hazar petrollerine giden yol açılmış sayılırdı.
Enver Paşa’nın emri ile taarruza geçen Üçüncü Ordu 1918 Şubat’ı ile Nisan’ı arasında Erzincan’ı, Trabzon’u, Erzurum’u ve üç sene önce çok büyük faciaların yaşandığı Sarıkamış’ı geri aldı ve Türkiye, Birinci Dünya Harbi’nden önceki sınırlarının daha ilerisine geçmiş oldu. Aynı günlerde askerî yapılanmanın dışında yeni birliklerin de ilâvesi ile “Kafkas İslâm Ordusu” teşkil edildi ve Enver Paşa’nın o sırada Kuzey Afrika’da bulunan 28 yaşındaki kardeşi Nuri Paşa bu yeni ordunun başına geçirildi.
Bakü fatihi Nuri Paşa.
Türk birliklerinin ilerlemesi, müttefikimiz Almanya’da telâşa sebep oldu, zira Hazar petrolleri ellerinden gitmek üzere idi! Almanya, bütün bu gelişmeler üzerine Kafkasya konusunda müttefiki Türkiye’yi bir tarafa bırakıp Sovyetler ile yakınlaştı; Berlin ile İstanbul arasında tartışmalar, protestolar, Alman Genelkurmayı’nın baskıları ve bunlara karşılık Enver’in istifa tehditleri birbirini takip etti. Anlaşmazlık, Osmanlı 9. Kafkas Tümeni’ne bağlı birlikler ile Almanlar’ın 10 Haziran 1918’de bugün Ermenistan’ın sınırları içerisinde kalan Vorontsovka’da silâhlı bir çatışmaya girmesine ve Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa’ya bundan böyle karşısına ilerlemesine engel olacak herhangi bir Alman birliği çıktığı takdirde ateş açma emri vermesine kadar gitti.
Enver (solda) ve Nuri (sağda) Paşalar, gençlik günlerinde babaları Ahmed Paşa ile.
Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarını ilân etmesi üzerine Nuri Paşa önce Gence’ye girdi, Ermeniler’in Müslümanlar’ı katledip kan gölüne çevirdikleri Bakü’yü de 15 Eylül’de aldı. Bakü’deki İngiliz birlikleri Nuri Paşa’nın yaklaşması üzerine şehri terketmişlerdi, Paşa sonra daha da ilerleyip Derbend’i de Ermeniler’den kurtardı ve Şimalî Kafkasya Hükümeti’nin kurulduğu ilân edildi.
Bakü’nün alınması, Osmanlı Tarihi’nin “son fethi” olacaktı…
Bu fethin neticelerine gelince…
Nuri Paşa, Bakü’de sadece bir buçuk ay kalabildi, İttihad ve Terakki’nin işbaşından ayrılmasından sonra gelen Ahmed İzzet Paşa Hükümeti’nin temsilcisi Rauf Orbay başkanlığındaki murahhas heyetinin 30 Ekim 1918’de Mondoros’ta imzalamak zorunda kaldığı mütareke ile Türk birlikleri Kafkasya’yı terkettiler; Bakü önce İngilizler’in ve ardından da Kızıl Ordu’nun işgaline uğradı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, Bakü’deki törenlerde Kafkas İslâm Ordusu’nun üniformalarını giymiş askerler ve Türk komandoları ile.
MEHTER VE TÜRK YILDIZLARI
Cumartesi günü, 15 Eylül 1918’deki işte bu önemli zaferin 100. yıldönümü vesilesini kutlamak maksadıyla Bakü’ye gittik, Azerbaycan ve Türkiye Cumhurbaşkanları’nın Azadlık Meydanı’nda yapılan törendeki konuşmalarını dinledik, resmigeçidi izledik, Azerî askerlerin ardından komandolarımızı, mehter takımının konserini ve Türk Yıldızları’nın harikulâde gösterilerini hayranlıkla takip ettik.
Konuşmaların ayrıntılarını, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Yukarı Karabağ meselesi halledilmeden Türkiye ile Ermenistan arasında yakınlaşmanın mümkün olmadığı konusundaki sözlerini ve Enver Paşa ile Nuri Paşa’yı rahmetle yâdetmesini burada yazmama lüzum yok; hepsini bugünkü gazetelerde okuyabilirsiniz…
Sadece bir hususa dikkat çekeceğim: Enver Paşa, vefatının üzerinden 96 sene geçmesinden sonra bir Türk Cumhurbaşkanı tarafından ilk defa dün bu şekilde yâdediliyordu!
PATLAMANIN NOKTALADIĞI HAYAT
Şimdi de Bakü Fatihi Nuri Paşa’nın sonraki senelerdeki hayatından ve acı âkıbetinden bahsedeyim:
Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya’ya gitti ve memleketine 1930’ların sonuna doğru döndü. Askerliğe seneler önce veda etmişti, artık yeni bir iş yapması gerekiyordu ve silâh fabrikatörü oldu! Zeytinburnu’nda satın aldığı büyük kömür atelyesini fabrika haline getirdi, sonra Sütlüce sahiline taşıyıp büyüttü.
Fabrikada tabanca, tüfek ve hattâ havan topu mermisinin yanısıra gaz maskesi ile başka askerî malzemeler de imal ediliyor; malzemenin çoğu yurtdışına, talep eden memleketlere satılıyordu. Hattâ kendi ismini verdiği ve patenti de kendisine ait olan tabancalar da yapmış, dokuz milimetre çapında ve Nuri Paşa Tabancası diye bilinen silâhın modelini bizzat çizmişti.
Nuri Paşa’nın fabrikasında imal edilen “Nuri Paşa Tabancası”.
Mısır prenseslerinden İffet Hasan ile evli olan ve çocuğu bulunmayan Nuri Paşa silâh imalâtından hatırı sayılır gelir elde etti Enver Paşa’nın Türkiye’ye dönebilen üç çocuğunu kendi çocukları imişcesine himayesi altına aldı, çocukların iyi eğitim görmelerinin yanısıra Enver Paşa’ya ait bütün evrak ile şahsî eşyanın dağılmadan kalabilmesi de Nuri Paşa’nın maddî gücü ve alâkası sayesinde mümkün olabildi.
Enver Paşa’nın Bakü’deki törenlere davet edilen torunu Arzu Enver Erogan, şehrin kurtarılışının öncesinde Ermeni çetecilerin katliam yaptığı Şirvanşahlar Sarayı’nın duvarlarındaki kurşun izlerinin önünde.
Paşa, İkinci Dünya Savaşı’nın patlayıp Alman birliklerinin önce Avrupa’da, ardından da Rusya içlerinde ilerlemeye başlaması üzerine Kafkaslar’da, özellikle de Azerbaycan’da yirmi sene önce yarım bırakmak zorunda kaldığı hayâlini Berlin’in desteği ile hayata geçirmeye çalıştı.
Hayali, Türk boylarına mensup askerlerden ve Sovyet ordusunda savaşırken Almanlar’a esir düşen Tatarlar ile Azerîler’den teşkil edilecek yepyeni bir ordu kurmak, bu ordu ile Sovyetler’e karşı harbetmek, daha sonra Orta Asya’ya doğru ilerleyip oralarda kurulacak yeni birlikler sayesinde bütün Türk boylarını birleştirmek, yani Turan yolunda adımlar atmak idi!
Birkaç defa Berlin’e gidip Almanya’nın çok üst seviyede asker ve sivil yekilileri ile görüştü, değişik Türk boylarına mensup askerlerden meydana gelen ilk Türkistan Alayları’nın kurulmasında rol oynadı ama hayalleri Almanlar’ın yenilmesi üzerine mecburen son buldu ve Nuri Paşa, İstanbul’daki fabrikasına döndü.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nuri Paşa’nın Türkiye’de sadece siyasî ve askerî faaliyetleri değil, nefes alışı bile takip edilmişti…
Paşa’ya, 1949’dan itibaren bazı Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan da siparişler gelmeye başladı. O günlerde yeni kurulmuş olan İsrail ile savaş halinde olan Mısır ve Suriye ile İngiliz hâkimiyetinin sona ermesi üzerine Hindistan’dan ayrılıp devlet olarak ortaya çıkan Pakistan silâh bulmaya uğraşıyor, Sütlüce’deki fabrika siparişleri karşılayabilmek için gece gündüz çalışıyordu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Mısır’a ve Suriye’ye silâh satışını yasaklamıştı ama Nuri Paşa yasağa rağmen sevkiyata devam etti…
Nuri Paşa’nın da hayatını kaybettiği patlamadan bahseden bir gazete kupürü.
Ve, 2 Mart 1949’da öğleden sonra saat beşi on geçe, Sütlüce’deki fabrikada ardarda patlamalar oldu, tesisin neredeyse tamamı havaya uçtu! İlk patlama atelyede meydana gelmiş, daha sonra cephane deposu da yokolmuştu ve şiddeti azalan infilâkler iki gün boyunca devam etti.
Nuri Paşa, facia sırasında fabrikada idi ve yapılan toplu cenaze merasiminde Paşa’yı sembolik olarak temsilen boş bir tabut defnedildi!
İşte son fethimizin öyküsü ve fethin kumandanının acı âkıbeti…