İzzet-i nefsimiz varsa bu Avrupa hayalinden vazgeçmemiz şarttır!
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’ne üye olabilmek için seneler önce yaptığımız başvuruyu dün belki bilmemkaçyüzüncü defa yeniden tartışacaktı...
Tartışmanın sebebi mâlûm, Türkiye’nin üyelik görüşmeleri askıya alınsın mı, alınmasın mı!
Bu yazıyı yazdığım sırada tartışmalar henüz başlamamıştı. Alınacak tavsiye kararı doğrultusundaki oylama ise yarın yapılacak, netice Avrupa’nın daha yüksek makamlarına gidecek ve asıl karar, yani Avrupalı olmaya lâyık görülüp görülmediğimiz o zaman belli olacak...
Sizleri bilmem ama ben tâââ çocukluğumdan buyana ciklet gibi uzayan bu konudan hayli sıkıldım... “Avrupalı olacağız, bizi aralarına almaya mecburlar, başka çareleri yok” diye kendi kendimize gelin güvey oluyoruz; onlardan “Dur bakalım acele etme! Bize uygun hâle geldin mi, istediğimiz gibi iyice yontuldun mu? Bakalım, iyice bir düşünüp taşınalım, kararı zamanı gelince veririz” cevabını alıyoruz.
Ve, “Seni belki aramıza alırız ama henüz vakit erken” bahanesi ile her işimize burnunu sokan Avrupa’nın bu küçültücü, üstelik de gittikçe hakaretâmiz hal alan tavrı elli küsur seneden buyana hiç değişmiyor, aynen devam ediyor!
ASKERÎ HAYALLE BAŞLADI
Böyle davranışlara muhatap olan izzet-i nefis sahibi bir memleketin daha en başta “İstemez, sağol! Birliğinin de, senin de!..” deyip ısrarından vazgeçmesi gerekir ama mâlûm “uzun ve ince yola” her nedense inatla devam etmeye pek bir meraklıyız.
18. asrın ortalarında başlayan Batılılaşma maceramızın temelinde öyle Avrupalı olmak gibi bir düşünce yoktu. Cephelerde uzun seneler boyunca hep mağlûp olmuş, askerî alanda hiçbir muvaffakiyet gösteremez hâle gelmiştik. Ardarda topraklar kaybedilip sınırlar gittikçe daralmaya başlayınca, kurtuluşunun tek çaresinin Avrupa’nın askeri gücü ile teknolojisini almak olduğuna inandık ve Batılılaşma maceramız böyle başladı. Yani memlekette öyle “Avrupalılaşalım, aralarına katılalım, onlar gibi olalım” diye düşünen kimse yoktu; tek maksat cephelerde mağlûp olduğumuz Avrupa’nın karşısına güçlü şekilde çıkabilmekti.
Ama, Avrupa’yı askerî alanda örnek alıp güçlenme hevesimizin yerini zamanla “Avrupalı olma” hayâli aldı. Şimdi hâlâ o hayâlin peşinde koşuyoruz, “Garplı” değil “Şarklı” olduğumuzu hatırımıza bile getirmeden küçük çocuk misâli “Amca, beni de aranıza alsanıza” diye koşuşturup duruyoruz ve her defasında gelen cevap aynı: “Hele biraz büyüyüp adam ol, o zaman düşünürüz!”.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta Şanghay Beşlisi’ne girmemiz konusunu telâffuzunun hemen ardından CHP’nin yaptığı açıklamadan bilmem haberdar oldunuz mu?
“Türkiye’nin yönü bellidir. Türkiye’yi kalkınmaya, refaha taşıyacak olan, yüzünü asla Batı’dan geri çevirmeyen bir gelecektir” dediler; yani asırlardır bitmeyen boş hayâli tekrar ettiler...
SANKİ KOLLARINI AÇMIŞLAR!
Sanki adamlar kollarını açmış “Nerelerde kaldınız? Hemen gelin, aman acele edin, çabuk olun, sizi bekliyoruz” diyorlarmış gibi...
İmparatorluk devrinde önce askerî alanda başlayan, sonra bir kâbusa dönen Batılılaşma merakımızın ardından, Cumhuriyet dönemindeki ittifak arayışlarımızı düşünün...
Türkiye, kuruluşunun ilk senelerinden ve Avrupa Birliği’nin henüz mevcut olmadığı yıllardan itibaren değişik ittifaklar denemiş, hattâ bazılarının kuruculuğunu bizzat yapmış, başka memleketlerle mutlaka işbirliği içerisinde olmaya çalışmış ama bu çabaların hepsi hüsranla neticelenmiştir! Balkan Paktı’nı ve bir zamanların dillerden düşmeyen CENTO’sunu hatırlayın, kâfi...
Vaziyet, şimdi artık maalesef küçük düşürücü bir hal almıştır. Bir yandan “Sıra gelmedi, bekleeee!” diyen ama ilkokulda mendil ve tırnak muayenesi yapar gibi herşeyimizi teftişe kalkışıp her işimize müdahale eden bir Avrupa Birliği ve üyelik anlaşmaları uyarınca sıkıntıya girdiğimiz anda askerî destek sağlamakla yükümlü olduğu halde her defasında mırın kırın eden, uğradığımız bütün tehditlere rağmen bizi tek başımıza bırakan bir NATO...
Dolayısı ile bu birkaç asırlık Batılılaşma hayalimizi şimdi ciddî şekilde değerlendirmemizin zamanıdır. Avrupa yerine Şanghay Beşlisi’ne mi veya başka bir gruba mı dahil olmaya çalışırız yoksa yolumuza güçlenerek tek başımıza mı devam ederiz, tartışılır; ama Avrupa Birliği’nin son tavrının artık hakikaten kanımıza dokunur hâle geldiğini farkedelim!
- İşte, Samsun yolculuğunun ardındaki isme ait çok önemli bazı ses kayıtları...2 gün önce
- Çok cahiliz, çoook!1 hafta önce
- Ermenistan ile dostluk hoş ama boş bir hayaldir!2 hafta önce
- 125 sene öncesinin TOGG'u...3 hafta önce
- İşte, gerçek İngiliz Hasta1 ay önce
- Üç devletlûdan üç kitap1 ay önce
- Nurtopu gibi bir merkez sağ parti doğuyor: CHP1 ay önce
- Bu kadına "yazar" demek gerçek yazarlara hakarettir!2 ay önce
- Köfte, diyet ve çiğlik2 ay önce
- Geveledikleri ucuz hakaretleri kendi adlarıyla yayınlamaya cesaret edemeyen ödlekler, Neyzen Tevfik'e musallat oldular!2 ay önce