Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Bir arkadaşım geçen gece yemeğe gelmişti, sofradan kalkıp çaylarımızı yudumlamak için koltuklarımıza yerleştiğimizde birkaç dakikalığına olsun haberlere bakmak için televizyonu açtım ve istediğim kanalı ararken ekrana Ruslar’ın “Planeta”sındaki kalabalık bir tartışma programı geldi...

Kanalı tam geçmek üzere idim ki, ekranda Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin’in görüntüleri ve Suriye’den çatışma sahneleri belirdi, etrafı Rusça haykırışlar kapladı. Adamlar belli ki bizden bahsediyorlardı, meraklandım, sesi daha da açtım ve arkadaşımdan “Bunlar ne diyorlar, bir tercüme etsene” diye ricada bulundum.

Misafirimin kim olduğunu söyleyeyim: Rusça’ya anadili Türkçe kadar hâkim olan Prof. İlber Ortaylı...

Konuşmaları dinledikçe İlber’in çehresi değişti, suratı asıldıkça asıldı, hiddetlendikçe hiddetlendi, sanki programa katılanlardan biri imişcesine ekranda haykıranlara karşı bu defa o avaz avaz bağırmaya başladı... İlber’i eşimle beraber güç belâ sakinleştirdik, “Yahu, bağırmayı bırak da ne dediklerini söyle” diye rica-minnet yalvardık.

HEDEFTE ANLAŞAMADILAR!

Neyse ki lûtfetti ve tercüme etmeye başladı...

Herifler o anda meğerse Türkiye’nin neresinin bombalanması gerektiğini tartışıyorlarmış! Programın katılımcılarından bir kısmı Suriye sınırındaki birliklerimizin yokedilmesi gerektiğini söylerlerken diğerleri “Olmaaaaz! Batı tarafını, sanayi tesislerini kullanamayacakları hâle getirelim” diyorlarmış ve çıkan kavganın sebebi Türkiye’nin hangi tarafının dümdüz edilmesi gerektiği konusunda bir türlü anlaşamamaları imiş!

Rus roketlerinin hedefi konusunda fikir birliğine varamadılar ama mutlaka bir bombardıman yapılması konusunda anlaştılar ve yaygara kesildi.

Derken sıra Türkiye’nin ne kadar zalim, kan dökücü ve soykırımcı olduğunun dillere dolanmasına geldi ve Sovyet Ermenileri ile yine Sovyet Kürtleri’nin temsilcileri sırayla bize veryansız etmeye başladılar!

İlk sözü sürgündeki Kürdistan Parlamentosu’nun üyesi ve Rusya’da bir bölgenin milletvekili olan Cemal Şamoyan aldı. 1915 olaylarından girdi, PKK’dan çıktı, Türkiye’nin Kürtler’e karşı neler neler yaptığını aklınca anlattı, Kürtler ile Ermeniler’in en büyük dostunun Rusya olduğunu söyledi, “Ruslar olmasa idi bu Türkler hepimizi keserlerdi” gibisinden büyük sözler etti, dinleyicilerden bol bol alkış aldı. Nihayet o da Türkiye’nin mutlaka bombalanması gerektiğini buyurdu ve daha fazla alkışlandı.

Ekranda bu defa Kossigyan gibi bir ismi olan Sovyet Ermenisi vardı! Şamoyan’dan aşağı kalacak değil ya, o da bizim Ermeniler’e karşı asırlardır devam eden zulmümüzün geçmişini bol kan, gözyaşı ve bitmeyen nefret sosuna bulayarak dakikalarca diline doladı. Sonra yalvarırcasına Putin’e seslendi, “Birşeyler yap, bu Türkler sadece kendilerinden daha üstün olan kuvvetten anlarlar” dedi ve o da Rus uçağının düşürülmesi üzerine doğan krizin tek çözümünün Türkiye’ye Rus füzelerinin ateşlenmesi olduğunu söyledi...

TANSİYONLARI FIRLAYACAKTI Kİ...

Kossigyan’ın konuşması arka sıralarda oturan 1960 model elbiseler içerisindeki yaşlı-başlı Rus hatunları öyle bir etkiledi ki, sormayın! Alkışlamaktan kadıncağızların avuçları yoruldu; “Da, da, daaaa!”, yani “Evet, evet, eveeeet” deyip kafalarını sallamaktan bir hâl oldular. Adam neyse ki edecek başka hakaret bulamayıp da sustu ve sallabaşlaşan hatunların tansiyonları daha fazla oynamadı.

Bu kadarla kaldığını zannetmeyin... Ucuz Alman çikolataları ile kuruyemişlerinin faydalarını anlatan bir reklama girildi, sonra tekrar stüdyoya dönüldü ve sunucu “Şimdi, Türkiye konusunda çok önemli bir isimden programımız için aldığımız özel demeci yayınlıyoruz” diye müjde verdi!

Ekranda kimin arz-ı endâm ettiğini tahmin buyurun:

Cemil Bayık...

İlber tam o anda tercümeyi bıraktı ve ekrana doğru Rusça birşeyler haykırmaya başladı! Ne dediğini tabii ki anlayamadım ama yüzünün ifadesi ile el-kol hareketlerinden Rusçam olsa bile burada yazamayacağım sözler sarfettiği belli idi ve bu defa onun tansiyonunun çıkmasına mâni olmak için televizyonu kapatmaya mecbur kaldım, çayını tazeledim, sonra da sakinleşmesi için çok sevdiği Domenico Scarlatti’nin bir CD’sini çalmaya başladım!

İşte, güzel bir yemekten sonra tatlı bir sohbet ve bol dedikodu yapmayı planladığımız ama Planeta kanalı sayesinde berbad olan o gecenin hikâyesi...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar