Bazen coğrafya "keder"dir. Beyrut'a...
"Beyrut.. Kalbimden selamlar sana ey Beyrut..
Öpücükler denizine ve evlerine.. Eski bir denizci yüzü gibi olan bir taşına. Beyrut küllerin şanına sahip şimdi...
Şehrim söndürdü ışıklarını;
Elinin üstünde tuttuğu bir çocuğun kanıyla
Kapattı kapılarını ve gökyüzünde yalnız kaldı
Geceyle beraber..."
Beyrut’ta kimyasal bir patlama.
Ve Kimyanın altın kuralı: "Benzer benzeri çözer."
Düşünün...
Sınır, bayrak, diplomasi, bürokrasi gözetmeksizin kendini dünya iyilik ve güzelliklerine adamış biri o gün Beyrut limanında yürüyüşe çıkıyor.
Aylarca covidle mücadele eden bir başkası hastaneden taburcu oldu, sokağa ilk adımını atıyor.
Uzun zamandır beklenen bir dostu karşılamaya gidiyor biri havaalanına.
Ya da yeni kavuşuldu, eve dönülüyor paylaşılacak güzelliklerin ağırlığıyla.
Bir gençlik hayali gerçekleşti, daha yeni evet denildi birlikte mutlu bir geleceğe ve seneye aynı tarihte yıldönümü kutlayacaktı birileri.
Sevgiliyle buluşulmak üzere sözleşildi; hatta belki son olduğu bilinmeyen ilk görüşmeye gidilecek birazdan.
Birinin ilk iş günü,
Biri kanseri yendiğini öğrendi aynı gün,
Birileri tatil için geldikleri otelin balkonundan şehri izliyor,
Birileri anne babasına o gün kavuşmuşken,
Bir evden cenaze çıkıyor,
Baba olduğunu öğreniyor birileri, birileri anne oluyor.
Bir bebek doğuyor aynı gün. Aynı bebek o gün ölüyor.
Çernobil'de Artyom,
Hiroşima'da Yuma,
Irak'ta Zeynep,
Suriye'de Rima gibi birileri.
Yani pek çoğu senin benim gibi...
Ne çok hayat başlamadan, yeniden başlarken, en güzel, en olmayacak yerinde bitiveriyor. Beyrut, hayatın sıfır noktasından geçiyor o gün.
Verilecek müjdeler, dilenecek özürler, edilecek teşekkürler, özlem dolu kavuşmaların hayali, kapanmayacak kucaklar, kapanmayacak yaralar kalıyor geriye.
Tüm bunlar olup biterken, birilerinin mutfağında kanlı, pis bir siyaset fokurduyor.
Komşuya dağıtıyor birileri, birileriyse "tavsiye edilen tarih ve tarifte" kullanmak üzere konserve yapıyor kötülükleri.
Piyonların şahları devirdiği, vezirlerin şahın yerine geçtiği ve tüm bunların akıl almaz bir hız ve acımasızlıkla gerçekleştiği bu modern satranç oyununda, oyuncular ile kural belirleyicilerin de yine aynı hız ve akıl almaz stratejilerle nasıl yer değiştirdiğine tanıklık ederken "coğrafya kaderdir." diyoruz.
Gerçekleşeceği yer ve zaman öngörülemez, merkezi bilinmez, tahribi ölçülemez her "siyasal afet" ten sonra; uluslararası aktörlerin kader yazıcı gibi davranıp, kaleminse sürekli nasıl el değiştirdiğine büyük büyük ünlemlerle hayret ediyoruz!
Bu teslimiyetçi anlayışa göre, kaderimizi de doğduğumuz yaşadığımız ülke mi belirliyor?
Bir sanatçının atölyesinden, bir bilim insanının laboratuvarından, bir yazarın kaleminden, ya da yukarıda bahsi geçen masum insanların zihninden mi çıkıyor bu siyaset?
Feyruz'un söylediği gibi "insanların ruhundan" yapılmışsa eğer Beyrut; güzele çirkin şansı dilerken; üzerine şiirler, şarkılar yazılan böylesi güzel şehirlere de "Batı şansı" mı dilemek gerekiyor?
Esasında siyaseti insan üretirken, şimdi siyaset kendi insanını üretiyor.
Siyaset de beşeri bir marifetken, kendi beşerinin kaderini tayin eden bir faaliyete dönüşüyor.
Siyasal bir afete dönüşüyoruz...
Üstelik ne Kafka'nın Gregor'u gibi ne de Orwell'ın hayvan çiftliği.
İnsanlık tarihinde her kuşak devraldığı mirası iyileştirip, kendi deneyimi ve bilgisi ile zenginleştirerek bir sonraki kuşağa aktarır.
Oysa tarihsel süreç ve yaşadığımız çağ gösteriyor ki; 20. yüzyılın iki büyük dünya savaşını, totaliter - demokrasi peçeli ideolojilerin ürettiği korkunç politikaları, tarihin kanlı davalarını devralan uluslararası aktörler, bir türlü paylaşamadıkları ve asla vazgeçmedikleri bu karanlık mirası; 22. yüzyıl tarihi olarak yazma gayretinde ilerliyor.
Tarih tekerrür bile etmiyor ne yazık ki.
Topyekûn, tekrarı Allah muhafaza bir çağdan geçiyoruz.
04.08.2020
Dünyanın sınav kağıdına boydan boya kırmızı bir çizgi çekiyoruz.