Lübnan'da ne oluyor?
Uzun yıllardır siyasi krizlerle, savaşlarla ve bölgesel çekişmelerle andığımız Ortadoğu’nun her daim tedirgin ülkesi Lübnan, bu kez başkent Beyrut limanındaki patlamayla sarsıldı.
Başbakan Hassan Diyab başta olmak üzere resmi makamlar facianın limandaki patlayıcı madde deposunda meydana geldiğini ve onlarca kişinin (en son ben yazıyı hazırlarken 73 olduğu açıklandı) öldüğünü ve 3500’den fazla yaralı olduğunu açıkladı. Ölü sayısının resmi rakamların çok üzerine çıkacağı değerlendiriliyor.
Beyrut’tan gelen ilk görüntüler patlamanın şiddetini ve dehşeti gözler önüne seriyor. Bölgede yaşayanlar, can kayıplarının yanı sıra geniş bir çevrede ağır maddi hasar oluştuğunu ifade ediyor.
Bazı Lübnanlı gazeteciler, patlamanın şiddetini anlatabilmek için “Lübnan’ın Hiroşima’sı” benzetmesini yaparken, bazıları ise olayı “Çernobil”i işaret ederek değerlendiriyor.
Bu benzetmeler patlama sonrası Lübnan’da başlayan tartışmaların hangi siyasi zeminde değerlendirileceğine işaret ediyor diyebiliriz.
Ülkede geçtiğimiz yıl ekim ayında hükümetin “Whatsapp Vergisi” olarak adlandırılan ek vergilerinden sonra kitlesel gösteriler başlamış ve Saad Hariri yönetimi istifa etmiş, yerine akademisyen Hassan Diyab hükümeti göreve başlamıştı.
Yeni hükümet aradan geçen zamana rağmen Lübnan halkını tatmin edecek adımlar atamadı. Dolayısıyla ülke ekonomisi her geçen gün çöküşe sürüklendi. Hatta Lübnanlılara ve ülkede yaşayan yabancılara soracak olursanız “ekonomi zaten çöktü” demeyi tercih ediyorlar. Öyle ki kimse bankalardaki parasını dahi çekemiyor. Yüklü miktarda döviz bulmak imkansız gibi. Bankadaki dolar kuru ile piyasa arasında dağlar kadar fark var.
Bu kötü gidişatın üzerine Amerika Birleşik Devletleri’nin Hizbullah’a yönelik yaptırımları da ekonomiyi daha zor duruma soktu. Ekonomik kriz ve coronavirüs salgınıyla uğraşan Lübnanlıların omuzlarına bu sefer -aslında alışık oldukları- bölgesel çekişmelerin yükü de bindi.
Geçtiğimiz haftalarda ülkedeki Maruni Patriği’nin “Lübnan’ın bölgesel çekişmelerde tarafsız kalması gerektiği” şeklindeki açıklamaları yeni bir tartışma başlatmıştı. Hizbullah ve müttefikleri bu tartışmaların kendilerini hedef aldığını düşünüyor ve “Direniş ekseninden” (İran-Suriye-Hizbullah cephesi) vazgeçmeyeceklerini vurguluyordu.
Diğer kesim ise Lübnan’ın özellikle de İran-Hizbullah-Suriye ilişkisinin faturasını Lübnanlıların ödediğini savunuyor ve Lübnan’ın bölgesel çekişmelere kurban edilmemesi gerektiğini söylüyordu.
Bu kesime göre Hizbullah faktörü, ülkenin dışarıdan yardım almasına engel teşkil ediyordu. Söz konusu gruplar ise genel olarak Lübnan’da Suudi Arabistan çizgisine yakın durmayı tercih edenler. Tartışmalar devam ederken, geçtiğimiz hafta güney sınırında İsrail ve Hizbullah arasında yaşanan gerilim de ülkede savaş endişesi yarattığı gibi, Hassan Diyab hükümetinin ekonomik çöküş karşısında somut bir şey yapamaması uzun süredir Lübnan’da bir hükümet değişikliği veya bazı bakanlıklarda revizyon tartışmalarına neden oluyordu.
Bu arada Suudi Arabistan’a yakın siyasi çevreler de hükümetin Hizbullah etkisinde olduğunu savunuyordu.
Fransız mandası döneminden kalan ve mezheplere dayalı “Kota sistemiyle” yönetilen Lübnan’da; Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyanlar’dan, başbakan Sünniler’den, meclis başkanı da Şiiler’den olmak zorunda. Yine meclisteki milletvekilliğinde de mezhepsel kota uygulaması var.
Lübnan’da “Bütün kötülüklerin anası” olarak görülen bu sistem, hükümet kurma ve hükümetin karar alması gibi durumlarda korkunç zorluk oluşturuyor ve en küçük bir anlaşmazlığın bile yönetim krizine dönmesine zemin hazırlıyor.
Örneğin Başbakan her ne kadar Sünni olmak zorundaysa da son dönemlerde Sünni kesim, mevcut Başbakan Hassan Diyab’ı (ki kendisi Sünni) ve Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ı(Maruni) Hizbullah ve İran’a yakın durmakla itham ediyor. Yani yeterince Sünni veya Maruni olmamakla(!)
Dönelim Beyrut Limanı’ndaki patlamaya...
Lübnanlılar arasında bu felaketle ilgili birçok senaryo şimdiden konuşulmaya başlandı. Hükümetin resmi açıklamaları tatmin edici değil. Gerçi böylesine korkunç bir facia sonrası dünyanın en önemli istihbarat teşkilatlarının sokaklarında cirit attığı kanlı Beyrut’ta kime neyi anlatabilirsiniz ki!
İnsanların aklında, “Patlama eğer hükümetin açıkladığı gibi daha önce depolanan patlayıcı maddelerin infilak etmesi sonucu olduysa, bu patlayıcı maddeler uzun süredir orada neden duruyor?” sorusu var. Veya “Bu patlayıcı maddeler nereden ele geçirildi de orada tutuluyor?” Hükümet ise konuyla ilgili henüz net bilgi veremiyor.
Bazı kesimler, infilak eden alanın Hizbullah tarafından silah ve mühimmat deposu olarak kullanılıyor olabileceğini savunuyor.
Yine bir başka senaryoya göre, söz konusu deponun Hizbullah tarafından kullanılıyor olma ihtimaline karşı Amerikan işbirliğiyle İsrail tarafından hedef alınmış olabileceği de konuşulanlar arasında.
Önümüzdeki süreçte muhtemelen buna benzer çok senaryolar duyacak, okuyacağız. Zira yıllardır savaşların ve bölgesel çekişmelerin kurbanı olan Lübnanlılar, en küçük bir olayın altında bile haklı olarak farklı komplo teorilerini akıllarına getiriyor.
NEDEN HİROŞİMA VE ÇERNOBİL BENZETMESİ?
Faciayla ilgili yapılan “Hiroşima” ve “Çernobil” benzetmeleri, Lübnan’daki genel siyasi atmosfer ve bölünmüşlükle alakalı.
Hiroşima benzetmesi yapanlar aslında Lübnan’ın bu faciayla dışarıdan hedef alınmış olabileceğine işaret ediyor.
“Çernobil” benzetmesini dile getirenler ise patlamayı, ülkede mevcut siyasi sistemle alakalı olarak hükümetin kötü yönetmeye devam etmesi ve yolsuzlukların önüne geçmemesiyle ilişkilendiriyor.
1975’te başlayan ve 1990’da sona eren iç savaşın izlerini her yerinde taşıyan Beyrut, tarihinde hiç yaşamadığı kadar büyük bir felakete daha şahit oldu. Ancak yaşanan facianın etkisi başkentle sınırlı kalmayarak, bütün bir ülkede ve bölgede yeni bir deprem etkisi yaratacak gelişmeleri de tetikleyebilir.
İnsanların ağır ekonomik koşullar altında ezildiği; ABD-İran gerilimi devam ederken ülkenin resmi ordusundan bile daha güçlü bir askeri unsur olan Hizbullah’ın burada doğrudan taraf olduğu ve Suriye’de devam eden savaş ve ekonomik yaptırımlar da hesaba katıldığında, Lübnan’ın bu patlamadan sonra ne derecede yıkıcı krizlerle karşı karşıya kalabileceğini kestirmek güç değil.