Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Uluslararası film festivalleri olmadan bir ülke sinemasının dünyaya açılması çok zor... Özellikle Türkiye'den seçilmiş filmlerin toplu gösteriler ve özel başlıklarla yer aldığı festivallerin önemli olduğunu kişisel deneyimlerimden biliyorum... Buna karşılık, sadece festivallerle yetinmek de kesinlikle yeterli değil...

        Çocukluk ve gençlik yıllarımda Taksim'deki Fransız Kültür Merkezi'nde izlediğim Fransız filmleri hâlâ aklımda. Türkiye'de ticari gösterime girmeyen birçok film seyrederdim orada. Tek kelime İtalyanca bilmediğim halde Tepebaşı'ndaki İtalyan Kültür Merkezi'nde gösterilen Fellini filmlerine nasıl koşturarak gittiğimi de unutmam... O gösterilerde sadece gençler, öğrenciler değil, farklı kuşaklardan birçok seyirci olurdu.

        Türkiye'nin de sinemasını uluslararası ölçekte tanıtması için festivallerle yetinmemesi gerekiyor... Birçok ülkede festivaller dışında toplu gösteriler düzenlememiz, filmlerimizi, yönetmenlerimizi dünyaya tanıtmamız gerekiyor... Bu tür etkinlikleri, devlet desteği olmadan organize etmek kuşkusuz kolay değil. Seyircilerle doğru lokasyonda, doğru salonlarda buluşmak; sadece film göstermenin ötesine geçip farklı etkinlikler düzenlemek ve sinemacılarla seyircileri bir araya getirmenin yollarını aramak gerekiyor.

        Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü desteğiyle Yunus Emre Enstitüsü organizasyonunda 2-8 Aralık tarihleri arasında Avusturya'nın başkenti Viyana'da düzenlenen Viyana Türk Filmleri Haftası (Türkische Filmdage Wien) tam da böyle iyi düşünülüp tasarlanmış bir etkinlikti...

        Viyanalı sinemaseverler, Nuri Bilge Ceylan'ın “Bir Zamanlar Anadolu'da”, “Kış Uykusu” ve “Ahlat Ağacı” gibi filmlerini seyretmenin yanı sıra usta yönetmenle buluşma fırsatı da buldu.

        Ceylan, 6 Aralık Cuma günü öğlen saatlerinde Viyana Film Akademisi'nde genç sinema öğrencileriyle bir araya geldi... Salon öylesine doluydu ki bazı öğrenciler yerlerde oturmak zorunda kaldı. Soru soran tüm öğrencilerin Nuri Bilge Ceylan sinemasını yakından tanıdıkları, filmlerini iyi bildikleri belli oluyordu. Öğrencilerdeki merak ve öğrenme arzusu dikkat çekiciydi.

        Filmlerinin içeriği, hikâyeleri veya karakterler üzerine aslında pek soru sormadılar. Nuri Bilge Ceylan sinemasını yakından tanıyorlar ve çalışma yöntemini öğrenmek istiyorlardı... Dolayısıyla, sorular üslup, teknik ve çalışma yöntemleri üzerine yoğunlaştı; söyleşi bir süre sonra gerçek bir masterclass'a dönüştü... Ceylan'a yönelik ilgi ve saygı, sinemamız adına gurur vericiydi.

        Ceylan, daha ilk yanıtlarından itibaren filmlerinde, hazır reçetelerden, önceden belirlenmiş fikirlerden yola çıkmadığının altını çizdi. Sete her şeyiyle hazır bir senaryoyla, filmi zihninde çekip bitirmiş bir yönetmen olarak gelmiyordu. Seti karakterleri geliştirmek, mizanseni oluşturmak için bir keşif süreci olarak görüyordu. Sette kolay memnun olmadığını, çalışma süresi elverdikçe oyuncuların en iyi performansını bulmak için uğraştığını ve farklı alternatiflere yöneldiğini anlattı. Hatta bir ara öğrencilere “Sette kendinizden çok eminseniz ve kafanızda hiç şüphe yoksa, o zaman bir sorun vardır” dedi.

        Ceylan, çekim süreci üzerinde yoğunlaşan sorularda daha çok oyuncu yönetiminde nasıl bir yol izlediğini ayrıntılarıyla anlattı. Çekimlerden önce masa başında prova yapmayı faydasız bulduğunu, belirli ölçülerde doğaçlamadan yararlandığını ama hiçbir zaman doğaçlamalardan çok tatmin edici sonuçlar alamadığını sözlerine ekledi.

        Bu arada, öğrenciler ısrarla çekim açılarını nasıl tespit ettiğini soruyor ve görüntü tasarlama sürecini hangi aşamalarda gerçekleştirdiğini merak ediyorlardı. Ceylan storyboard kullanmadığını, açılara sette karar verdiğini söyledi. Peki, kamera açılarını tespit etmeye ne kadar süre ayırıyordu? Belli ki, görsel ustalığı ve harika çerçeveleriyle dünya çapında tanınan Ceylan'ın çalışma yöntemini öğrenmek istiyorlardı. Soruların sürekli aynı konu üzerinde yoğunlaştığını fark eden Ceylan, “Kamerayı yerleştirmek, açıları tespit etmek açıkçası benim için işin en kolay kısmı. Görüntü, renk ve ışık konusunda da genelde en pratik, hızlı çözümü ararım. Setteki enerjimin büyük kısmını oyunculara ayırır, çekimin büyük bölümünde onlarla uğraşırım” demek zorunda kaldı.

        Ceylan, gelen bir soru üzerine çekimlerde hareketli, pratik olmak için daha küçük set ekipleriyle çalışmayı istediğini, yeni filminde küçük bir ekip kurmayı planladığını da söyledi.

        Viyana Film Akademisi'ndeki söyleşi, Nuri Bilge Ceylan'ın çalışma yöntemleri ve yaklaşımı hakkında fikir sahibi olmak açısından benim için de aydınlatıcı ve yararlıydı. Söyleşiden sonra yüz yüze yaptığımız konuşmada özellikle “tahmin edilebilir” şeyler söyleyen filmlere hiç ilgi duymadığını söyledi. Film yapmak yazım aşamasından post prodüksiyonun son aşamasına kadar onun için bir keşif süreciydi. Belli ki seyirci için de aynı keşif sürecinin filmin son anına kadar sürmesini istiyordu...

        Ceylan, aynı günün akşamı Viyana'nın önde gelen sinema salonlarından biri olan Urania'da gösterilen “Ahlat Ağacı” filmi sonrasında da seyircilerin sorularını yanıtladı.

        Filmin biletleri dört gün öncesinden bitmişti. 3 saat 15 dakikalık gösterimden sonra seyircinin aşağı yukarı yüzde 90'ının katıldığı soru – yanıt etkinliği yaklaşık 75 – 80 dakika sürdü... Ceylan, sade, samimi tarzıyla tüm soruları tek tek özenli şekilde yanıtladı. Üzerinde yeterince durmuş olduğu, detaylı şekilde ele aldığı konuları yeniden gündeme getiren seyircileri hiç bozmadan ve kendini tekrara düşmeden soruları sabırla yanıtlamayı sürdürdü... Viyana Film Akademisi'ndeki söyleşiden sonra yorgun düştüğünü biliyordum ama hiç kimseyi geçiştirmeden hep en doğru ve kapsamlı yanıtı vermeye çalıştı. Aslında seyircilere bıraksanız, söyleşi daha da uzun sürebilirdi. Kalkan parmakların, gelen soruların ardı arkası bir türlü kesilmiyordu. Sonunda moderatörün uyarısıyla söyleşi, öngörülen zamanı çok geçmeden, alkışlarla sona erdi.

        Seyircilerin zaman zaman Türkçe sorular sorduğu söyleşide Viyana Film Akademisi'ndeki sohbetin tam aksine daha çok karakterler, hikâye ve filmin kendisi konuşuldu. Teknik sorular da geldi. Ceylan'ın söyleşinin ilerleyen anlarında kurguyla ilgili bir soruya verdiği yanıt ise akılda kalıcıydı. Ceylan kesme yapmayı çok sevmediğini belirterek “Kurgu, sinemadır. Kurgusuz çekim ise hayat" dedi. Belli ki kurgunun az kullanıldığı bir sahnenin hayat ve gerçeklikle olan bağı ona göre daha güçlüydü...

        Viyanalı sinemaseverler, söyleşi vermekten, insanların önüne çıkıp konuşma yapmaktan çok da hoşlanmadığını bildiğimiz Nuri Bilge Ceylan'ı kanlı canlı karşılarında buldukları ve sorularına yanıt aldıkları için gerçekten şanslıydılar...

        Viyana Film Haftası'nda Nuri Bilge Ceylan ve filmleri büyük ilgi gördü. Kuşkusuz, programda başka filmler de vardı. Lütfi Akad'ın 1968 tarihli klasiği “Vesikalı Yarim”, Tayfun Pirselimoğlu'nun “Yol Kenarı”, Ahmet Boyacıoğlu'nun “Paranın Kokusu”, Banu Sıvacı'nın “Güvercin”, Fikret Reyhan'ın “Sarı Sıcak” ve Mahmut Fazıl Coşkun'un “Anons” filmleri de seyircilerle buluştu... Viyana'da sohbet etme fırsatı bulduğum tüm sinemaseverlere gönül rahatlığıyla önerdiğim filmlerdi bunlar. Hafta boyunca Viyana'daki Yunus Emre Türk Kültür Merkezi'nde kısa ve belgesel filmler de gösterildi.

        Türk sinemasının dışa açılması sürecinde benzer etkinliklerin daha çok yapılması gerektiği aşikâr... 2009 yılında kurulan ve Viyana dahil yurt dışında 58 kültür merkezinde faaliyet gösteren Yunus Emre Enstitüsü'nün hedefi, son 10 yıldır sürdürdükleri bu tür etkinlikleri daha fazla ülkede gerçekleştirmek..

        Noel heyecanını yaşayan Viyana'da böylesi bir etkinlikte onlara katılmak ve Nuri Bilge Ceylan'ın öğrenci ve seyircilerden gördüğü büyük ilgiye tanık olmak gerçekten keyifliydi.

        Umarım yolları açık olur, benzer etkinlikleri yeni filmler ve farklı sinemacılarla dünyanın farklı şehirlerinde de sürdürürler.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar