Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Deri Ceket” (Le daim), benzerine çok zor rastlayacağınız filmlerden... Sevebilir, eğlenebilir ya da nefret edebilirsiniz...

        Ama yalnızca eleştirmenlerin sevdiği bir “sanat filmi” gelmesin aklınıza... Çünkü İngilizce başlığı “Deerskin” olan “Deri Ceket”, sadece seyircileri değil, eleştirmenleri de ikiye bölen filmlerden...

        Sözgelimi yakın çevremde “Kesinlikle uzak dur!” diyen eleştirmene de rastladım. “Aman kaçırma, böyle bir şey göremezsin!” diyene de...

        Fransız yönetmen Quentin Dupieux, elektronik müzik dünyasında Mr. Oizo diye tanınıyor... İlki 1999'da yayınlanmış 9 albümü var.

        Sinema dünyasında ise daha az tanınan bir isim. 2001'deki ilk uzun filmi “Nonfilm”den bu yana “Deri Ceket”e kadar toplam 8 uzun film çekti...

        Cannes, Berlin, Venedik gibi prestijli festivallerin favori yönetmenlerinden biri olduğu söylenemez belki... Filmleri daha çok festivaller üzerinden ulaşıyor seyirciye...

        Sözgelimi, kendi başına hareket eden eski bir otomobil lastiğinin serüvenlerini anlattığı 2010 yapımı “Rubber”, sadece 4 ülkede gösterime girdi ama birçok festival dolaştı. Fragmanı itibarıyla ucuz bir korku fantazi izlenimi veren “Rubber”e, The New York Times eleştirmeninin 100 üzerinden 80, Variety eleştirmeninin 40 puan verdiğini belirtelim.

        “Deri Ceket” ise kariyerinin en çok beğenilen filmi oldu... Dünya prömiyerini Cannes'ın resmi bölümlerinden biri olan Yönetmenlerin 15 Günü'nde yaptı ve önceki filmlerine oranla eleştirmenlerden daha yüksek puanlar aldı.

        Ayrıca, başrollerinde Fransız sinemasının son yıllarda öne çıkan iki yıldız ismi var... “Artist”le tanıdığımız Oscarlı oyuncu Jean Dujardin, filmin ana karakteri Georges'u canlandırıyor. Denise rolünde ise Adele Haenel'i izliyoruz.

        Üçüncü önemli "karakter” ise filme adını veren “deri ceket”... 1970'lerden kalma, feci şekilde demode, püsküllü bir süet ceket bu...

        Sahibinin satışa çıkardığı ceketi Georges hiç pazarlık etmeden cebindeki bütün parayı vererek alıyor... Bırakın yakışmayı, üstüne bile tam olarak oturmayan eski ceketi huşu içinde satın almasıyla birlikte Georges'un nasıl biri olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz

        Ceketin sahibi belki de aldığı fazla paranın vicdan azabıyla Georges'a bir dijital kamera hediye ediyor... Ve işte o andan itibaren, deri ceket ve kamera, Georges'un hayatının vazgeçilmez iki öğesi haline geliyor...

        Georges'un geçmişiyle ilgili bildiğimiz tek şey, film boyunca hiç görmediğimiz eşinden ayrılmakta olduğu ve eşinin bütün banka hesaplarını, kredi kartlarını bloke ettiği...

        Georges'un birşeylerden kaçıp uzaklaşmak istediği aşikâr... Ama neden kaçtığını hiç öğrenemiyoruz. Aslına bakarsanız, neden ya da kimden kaçtığının önemi yok. Hepimiz bazen kaçıp gitmek isteriz. Georges'un ayrıştırıcı özelliği, “alıp başını gitmek istemesi” değil. Deri ceketiyle konuşmaya başlaması... Kaldı ki, bir noktadan sonra ceket de onunla konuşmaya başlıyor...

        Püsküllü ceketle kurduğu "iletişim"in sonucunda Georges, dünya üzerinde “ceket giyen tek insan” olmaya karar veriyor ve bütün hayatını buna adıyor...

        Çılgın ve bencil bir arzu bu... Belirli bir noktadan sonra bütün film bu arzu etrafında kuruluyor... Aslında Denise'in film kurgulama arzusunu da unutmamak gerekiyor...

        Georges ceketinin filmini çekiyor, Denise kurguluyor... Böylelikle ikisi de hayatlarına anlam katıyorlar...

        Georges, dünyada ceket giyen tek insan olmak istemese, belki ikisi için her şey mükemmel gidecek...

        Filmin belki de en komik yanı, Georges'un en az kendisi kadar tuhaf ve karanlık Denise ile karşılaşması... Denise normal biri gibi giriyor filme. Onu gördüğümüz ilk sahnelerde barda çalışan kendi halinde bir insan izlenimi veriyor. Hatta Georges'un sinemacı olduğuna inanacak kadar saf, iyi niyetli biri olduğunu düşünüyoruz. Ama film ilerledikçe, Georges'un Denise'in içindeki çılgınlık ve tutkuyu ortaya çıkardığını fark ediyoruz...

        Kurgu, Denise'in hobisi... Evde zevk olsun diye klasik filmleri parçalayıp yeniden kurguluyor... Georges'un amatör kamerayla yaptığı çekimleri kurgulamak, bir noktadan sonra hayatının anlamı haline geliyor...

        Georges ve Denise, çevrelerindeki toplumu hiç umursamayan halleriyle Bonnie ve Clyde'ı hatırlatıyorlar... Özellikle Georges'da hiçbir şekilde insan sevgisi yok. Tümüyle kendi hedefine odaklı, bencil biri...

        Deri ceketi giydiği sahnede ergenlik çağındaki bir gençten farkı yok. İstediği giysiye sonunda kavuşan bir çocuk gibi. Onunla oyun oynamak için sabırsızlanıyor sanki...

        Deri ceket, ergen için yeni bir imaj olabilir. Onun içinse yeni kimlik anlamına geliyor. Ve bir çocuk gibi oyuna kaptırıyor kendini. Giydiği kostümle hayal dünyasına dalan bir çocuktan farksız...

        Tam da bu noktada, Denise'in de kurgucu olarak kendine yeni bir kimlik bulduğunu hatırlatalım.

        “Deri Ceket”in, yeni kimliklerini kurmaca hayatların içinde arayan iki karakterle ilgili bir film olduğu söylenebilir...

        Georges ve Denise'in kendilerine yeni bir hayat uydururken, her şeyi filme çekmeleri ve kurgulamaları tesadüf değil... Bir filmin içine girerek kaçmak istiyorlar hayattan... Şöyle de diyebiliriz: gerçek hayatı oyuna ve filme çevirerek mutlu oluyorlar...

        Filmde tüm bunlardan bağımsız bir imge daha var. Yönetmen Quentin Dupieux, Georges deri ceketi giyer giymez bize bir geyik gösteriyor... Aynı geyik, film boyunca ara planlarda çıkıyor karşımıza.

        Geyik, Georges'un deri ceket giyerek doğanın bir parçası olma arzusunun bir göstergesi... “Yüzde yüz deri” giyme takıntısının kökeninde doğallık kadar özgürlük özlemi de var.

        Kendi adıma etiketleri çok sevmem, “Deri Ceket”i de absürd komedi olarak nitelemek istemem... Absürd, bildiğimiz, alışık olduğumuz anlam dizgelerine meydan okuyan kurmaca eserler için kullanılabilir.

        “Deri Ceket”te dünya bildiğimiz dünya... Georges'un zihninde olup biten şeylerin de kendine göre bir anlamı var. Filmin en absürd yanı, Georges'un tüm çılgınlıklarına maddi ve manevi destek veren Denise'i bulması...

        Öte yandan, onlar dışındaki diğer insanların da çok normal olduğu söylenemez. Zaten filmi seyrederken Quentin Dupieux için normal diye bir şey olmadığını hissediyorsunuz... Kesin olan, Georges'un dünyayı hepimizden daha farklı algılaması ve gerçekliği, kendi arzularına göre şekillendirmek istemesi...

        İşte tam bu noktada, “Deri Ceket” çevremizde sıklıkla karşımıza çıkan arzulardan birinin filmi değil mi?

        Georges'un farkı, arzusunun hastalıklı ve başkalarına zarar verme boyutunda olması...

        “Deri Ceket”i gülerek, eğlenerek izledim... Özellikle Denise'in “Pulp Fiction”ı yeniden kurguladığını söylediği sahnede çok eğlendim.

        Filmi çok beğendiğimi söyleyemem belki ama Dupieux'nün kolay kolay unutamayacağım bir hikâye anlattığı kesin.

        Filmin kurgusunu ve görüntü yönetmenliğini Dupieux üstlenmiş. Müziklerini ise Janko Nilovic yapmış. Dupieux'nün bizi hikâyeye ve karaktere odaklayan sade anlatımına itirazım yok ama soluk, cansız ve soğuk görüntülerini pek sevmedim.

        Filmin en önemli kozlarından biri, Jean Dujardin'in oyunculuğu... Dujardin, Dupieux'nün kurduğu dünyayı adeta somutlaştırıyor. Karakterin tutkusunu, duygularını incelikle yorumluyor... Adele Haenel de komediye çok yatkın bir oyuncu olmanın avantajlarını kullanıyor ve filme çok şey katıyor...

        6.5/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar