Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HER insanda haset illeti vardır, aynı maddi bedenimizde mikrop ve bakterilerin olması gibi... Nasıl ki sıhhatimizi tehdit eden bu illetleri, vücut sistemimizi bozmadıktan sonra ayırt edemiyorsak, aynı şekilde birçoğumuz hasetle imtihan olmadığımızdan bu hastalığı fark edemiyoruz. Bunun bir gömlek üstü, haset ettiği halde, haset hastalığını fark edememek ve bu halden rahatsız olmamaktır.

        Haset; kalbi ve ruhu mahveden, Allah Teâlâ ile kulun arasını açan en büyük günahlardandır. Hasedi Türkçe’ye kıskançlık olarak çeviriyorlar fakat kıskançlık denildiğinde, insanların hatırına çok hoş olmasa da masum bir davranış geliyor. İnsanların birbirinin sevgisini kıskanması yani dar bir sahada kendine paye verilmesini beklemesi yahut başkalarına gösterilen ilgi kıskanmak olarak görülebiliyor. Aslında bunlar da belki bu ölümcül günahın çok uzaktan gelen ayak sesleri olarak düşünülebilir. Ama İslâm ahlakında dikkat çekilen haset hiçbir zaman küçük günahlardan sayılamaz. Aslında günahın küçüğü büyüğü olmaz ya neyse...

        Haset; kendisine verilene kanaat etmemenin yanında, başkalarında gördüğü güzellik ve nimetleri onlara yakıştıramamak, hatta bunlardan mahrum olmalarını istemek demektir. Bundan dolayıdır ki bu bozuk düşünce ve itikad, haset eden ve edilenle sınırlı kalmaz. Çünkü hadiseye konu olan kişilerin haricinde bir de nimeti veren zat yani Allah Teâlâ, hasetçi tarafından göz ardı edilmektedir. Haset, Allah Teâlâ’nın yapmış olduğu taksimata itiraz etmek, bunu kabullenmemek olduğundan kişinin imanını sakatlar.

        HASET EDEN KİŞİ ASLA HUZURLU OLAMAZ

        Amelin ancak iman temeli üzerine inşa edilirse değeri vardır. İmansız kişinin ne namazı ne abdesti ne de başka başka hayırlar suretindeki işleri kıymet ifade eder. Yüzlerce satır yazıp nereye gönderileceğini bildirmemek gibi... Öylece bu ameller de yük ve meşguliyetten ibaret kalır.

        İman olmadan amel kabul olmaz, bu herkesin bildiği bir dini hakikattir. İşte haset; amentü kanunundaki kader hükmünü, içten içe veya doğrudan fiille inkâr etmektir. Kur’an-ı Kerîm’in son iki sûresinden biri olan Felak Sûresi, her türlü haset ve hasetçinin şerrinden Allah Teâlâ’ya sığınılması gerektiğini beyan ederek, hasetçinin de kurtuluşunun ancak Allah’a imanla yani Allah Teâlâ’dan razı olmakla mümkün olduğunu bizlere göstermiştir.

        Şeytanın Hazret-i Âdem’e ve âdemoğullarına haset etmesi, aslında Allah Teâlâ’nın Halifetullah seçimine bayrak açması ve Allah Teâlâ’dan razı olmayışının alametidir. Hasetçinin “mutluluk ve saadetle savaş etmesi” tanımlaması; haset eden kimsenin tipik ruh halini yansıtmaktadır. Çünkü bu hastalığa tutulanlar -Allah muhafaza eylesin- hiçbir şey olmasa da kendi kendisini yer bitirirler ve asla huzurlu olamazlar. Bir adam Karun kadar zengin olsa, bilmem kaç odalı evi ve birçok arabası bulunsa da başkasındaki nimeti kıskandığından ve bunu ona yakıştıramadığından o mal mülk bolluğuna rağmen saadetten mahrum olur.

        Dolayısıyla “hasûd” -yani hasedi âdet edinmiş, kronik haset hastalığına tutulmuş kişi- için en büyük bela yine kendisidir. Kendi benliğindeki bu illet, onun yakasını bırakmaz. Bu günah, kalpten neşet ettiği için muhakkak fiille kendisini gösterir. İftira atmak, gıybet etmek, tuzak ve kumpaslar hazırlamak, kıskandığı kişinin kötülüğü için dinsiz ve namussuzlarla işbirliği yapmak, kıskandığı insana hınçla bakıp onu gözle yiyebilecek noktaya gelmek vs. hep bu hastalığın komplikasyonlarındandır. Bu nevi kişiler, kendilerini sevindirecek bir haber alsalar, belki bu müjdeye sevmedikleri insanlar da sevinir diye bundan mutluluk dahi duyamazlar.

        HASET, KİBİR KÖKÜNÜN MEYVE VERMESİDİR

        Hasedin en ileri, ölümcül ve başkalarını da öldüren safhasıysa imana duyulan hasettir, aynı şeytanınki gibi... Çünkü en büyük dünyevi, uhrevi ve ebedi mutluluk kaynağı imandır. Manevi yollarda maruz kalacağımız hasetle alakalı düşmanlık, maddi sahadakinden daha yıkıcı ve tehlikelidir. İman nimetinin büyüklüğünden dolayı, Allah yolunda bulunanların hasede maruz kalmaları tabii bir durumdur. Bu yolda çok hilelerle karşılaşılabilir.

        Bundan dolayıdır ki münafıkla haset eden ya beraberdir ya da aynı kişidir. Zaten kalpteki nifakın, başkasındaki imanı ve nimeti beğenmemesiyle baş gösteren bu sakatlık, ileride kişinin tamamen imandan uzaklaşması fakat bu inkârını ifşa etmekten kaçınması; korkarak münafıkça yaşamasına neden olacaktır.

        Haset, kibir kökünün meyve vermesidir. Kibir nedir? Allah’a şirktir, Allah’ı beğenmemektir. “Allah var ama bu da var” demektir. Rahman ve Rahim Allah’ı kabul etmekle ve hamdla başlayan Kur’an-ı Kerîm’in son ayetlerinde hasetçilere, vesvese veren kişilere işaret edilmesi önemlidir.

        Bu manayı anlamayan, hamd etmeyi bilmeyen insan muhakkak hasetçi, kibirli, müşrik, şeytan olur, yani huzurdan kovulur. Bununla birlikte kişi hasetten tövbeye muvaffak olabilir. O devirden geçip, hamde dönüp Fatiha’yla kendini düzeltebilir. Besmeleyle yeni bir hayata koyulabilir. Mü’mine düşen; hasetten ve hasetçinin şerrinden Allah’a (CC) sığınmak, iç âlemindeki emaneti bulmaktır.

        HADİS-İ ŞERİF

        “Haset etmekten sakınınız. Biliniz ki ateşin odunu yok ettiği gibi haset de iyilikleri yok eder, siler götürür.”

        (Ebu Davud)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar