Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, iki haftadır yükselen eleştirilerin ardından "Cemal Kaşıkçı davasında mahkemenin yargılamanın nakline karar vermesi; kanuna uygundur, yargı yetkisinin devri değildir, davanın düşmesi değildir" demiş.

Doğrudur, belki kanuna uygundur ama etiğe, vicdana ve iktidar açısından daha mühimi Erdoğan’ın imajına uygun değil.

Açıkçası ben Ankara’nın Kaşıkçı davasının nakli konusunda gereksiz yere aceleci ve özgüvensiz bir karar aldığını düşünüyorum.

Bunu meseleye sadece duygusal değil stratejik açıdan da bakarak söylüyorum.

"Suudilerden acilen yatırım alabilmek için Kaşıkçı davasını sattılar” ezberinin ötesine geçip biraz derine inelim.

Dış politikada ciddi bir değişim dönemine girdik. Ardı ardına İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudilerle barışıyoruz. Bir başka ifadeyle Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi sıkıştıran blok dağılıyor.

Peki niye değişiyor bu durum? AK Parti birden uyandı ve bütün bu ülkelerle helalleşmeye mi karar verdi?

Ya da onlar toplaşıp “Türkiye’yi çok üzdük hadi gönlünü alalım” mı dediler?

Elbette hayır. Sadece çıkarlar değişti.

Aslında BAE ve Suudi Arabistan önce Katar’la barıştı. Bunun uzun uzun sayılabilecek nedenleri var. Özeti; Trump gitti, kavga bitti.

Trump’ın ölçüsüz desteği sayesinde “Arap ve İslam dünyasının süper gücü bizleriz” havasına kapılmışlardı ama yaptırımlara rağmen Katar’a diz çöktürememişlerdi.

Biden’ın İran ile ilişkileri toparlama ihtimali ve diktatörlüklere mesafeli davranacağını duyurması yeni dönemde bu iki ülkeyi daha pragmatik davranmaya itti.

Katar’la barışmaları Türkiye ile de yeni sayfa açma kapısını araladı.

Doğu Akdeniz’de yalnızlaşan, finansal darboğazda olan Türkiye de bunu memnuniyetle karşıladı.

Hal böyle iken, yani adım atan taraf sadece Türkiye değilken, ilişkileri tamir etmemiz için büyük bir diyet ödememize gerek var mıydı?

Rus uçağının düşürülmesinden sonra S-400 almak zorunda kalmamız gibi bizi sıkıştıran bir durum yokken veya Rahip Brunson örneğindeki gibi açık bir ekonomik saldırı altında değilken, dahası “15 Temmuz’u finanse etti” dediğimiz BAE bile bizimle barışmak için sonu belirsiz yatırım sözleri dışında bir adım atmıyorken biz neden Suudi Arabistan ile barışmak için Kaşıkçı’nın ortada olmayan bedenini altın tepside sunduk ki?

Üstelik bu korkunç cinayeti ortaya çıkarıp bütün dünyayı uyandıran bizken, Cumhurbaşkanı’nın o dönem yaptığı konuşmalar unutulmamışken, böylesine büyük bir geri adıma sahiden gerek var mıydı?

Bu karar “Dünya beşten büyüktür” diyen, her fırsatta dünyadaki adaletsizliklerden söz eden Erdoğan’ın uluslararası imajıyla örtüşüyor mu?

Nasıl ki “müttefikimiz” ABD, Halk Bankası davasında bize “Mahkemelerimiz bağımsızdır müdahale edemeyiz” diyorsa bizim de bu özgüven içinde dünyayı ayağa kaldıran bu cinayetle ilgili Suudi Arabistan’a “Kusura bakmayın” diyebilmemiz gerekirdi.

Suudi yönetiminin bu meseleyi Türkiye ile arasında bir kan davası gibi gördüğü kesin ama daha ağırdan alarak stratejik bir diplomasi yürütmek mümkündü.

Sonuçta bu aceleci pragmatizm iktidarın içeride de dışarıda da imajını zedeledi.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar